5 Şubat 2018 Pazartesi

ŞÖVALYE ZIRHI MI YOKSA DIŞ İSKELET Mİ?

Merhaba sevgili moronolojistler,

Bugün geçmişteki bazı ayrıntılara değineceğim. Bakıpta görmediğiniz, tekrar takrarda baksanız göremediğiniz ayrıntılara hemde. Çünkü geçmiş konusunda aldığınız eğitim kitaplardan değil filmler ve dizilerden ibaret, yani görsel beyin yıkama tiyatrolarından. Günümüz kitaplarından elde ettiğiniz bilgiler ise çoğunlukla ya uydurma yada önceden manipule edilmiş bilgilerden ibaret. Çünkü çoğunuz nasılsa bir şövalye zırhı neye benzer yada gerçek bir şövalye neden zırh takar bilmiyorsunuz. Hayır, aslında biliyorsunuz ama sadece yanlış biliyorsunuz.

Uzman ünvanlı ancak müze yada üniversiteler tarafından maaş ile çalıştırılanların görüşlerini ve açıklamalarını sorgulamadan kabul ediyorsunuz, çünkü nede olsa onlar birer uzman. Eğer o bir uzman ise sizin fikrinizin bir anlamı ve önemi olamaz..... değil mi?
Buda bir uzman değil miydi? Yıllarca koyunlar pipilerini nereye nasıl sokmaları gerektiği konusunda ona danışmıyorlarmıydı? Cinsel yaşamlarının bu fos guru sayesinde bir düzene gireceğine inanmıyorlarmıydı? Yinemi kandırıldılar? YİNE Mİ???? Adamın soyismi ne ilginç değilmi, sanki en baştan tüyoyu verir gibi: DÜMEN....... Neyse konuyu dağıtmayayım.

Bugün Türkiyedeki antik tarih müzelerine giderseniz zırh olarak göreceğiniz teneke takımlarının aslında birer taklit yada esas modelin kargo kültürü ile yapılmış bir benzeri olduğunu görebilirsiniz. Çünkü baktığınız zaman tıpkı günümüzdeki askeri kıyafetlerde bulunan işlevsiz süslemeler gibi o zırhlardada mana veremediğiniz eklemeler yada parçalar görürsünüz. Bakar durursunuz ama kimse size "aga bu nedir?" sorusuna karşılık sağlıklı bir cevap veremez. Şimdi size avrupadaki bazı şövalye zırhlarından örnekler vereceğim. Bu zırhların kullanışlılığına ve ergonomik yapılarına dikkatlice bakın! Hazırmısınız.....
Kafatası yapısına göre böyle bir vizörden bakmanız mümkün mü? Belki öne doğru eğilirseniz, ancak o zaman nasıl bir hareket ile savaşabiliyor olacaksınız? Peki o sağ yanaktaki çıkıntılar ne için?

Gördüğünüz yarık at eğerine uyum sağlaması için dizayn edilmiş. Ancak savaş alanında bunca zırh katmanı ile nasıl hareket edebileceksiniz?

Burada gördüğünüz maskeden nasıl bakacaksınız? Ayrıca tüm o halkalar ve askılar ne için? Mızrak düellosunda kullanılacak olsa esas korunması gereken göğüs kısmında neden zırh yok? Bu gerçekten bir şövalye zırhı mı?

Ne tür bir insanı bunun içine sokabilirsiniz? Omurilik ve omuz yapısı bunu giymeye müsaade edecekmi? Ayrıca bu ayak ucu uzantıları ile nasıl yürüyeceksiniz? Deniz kenarında ayağınıza palet giyip yürümeyi denediğinizde ne olurdu? Ya çok zorlanır yada yere kapaklanırdınız. Bu zırhı bir insanın giyip savaşmasını yada düello yapmasını nasıl beklersiniz? 

Bunun içinde iken nasıl nefes alabiliyorsun ve hiperventilasyon geçirmiyorsun? Ne kadar muazzam bir işçilik değilmi? Tüm rölyef detaylarını inceleseniz içindekini öldürmeyi bırak zırha çizik atmaya kıyamazsınız.



Solda duranın ayakları sağda duranınkine oranla ne kadar küçük değil mi? Soldakinin göğüs kapağındaki vidaları ve sağ omuzunun üstünde gövdeden kopuk duran maske çıkıntısı ne için? Ayrıca kolları sadece 45 derece açıya kadar kırılabiliyor. Bu model özellikle mızrak düellosu için tasarlanmış. Çünkü tek işlevi sabit durabilmek ve göğüse monte edilmiş mızrak ile körlemesine atı ile ilerleyip şansını denemek. Bu nedenle bu model sadece parlatılmış. Sağdakinin ayak bilek kısımları ise sanki bir anoreksi hastası için dizayn edilmiş. Omuz koruması ve mızrak asacağı bir düzenek yok. Ayak kısmı hareket etme imkanı veriyor. Bu zırhla mızrak düellosuna çıkmak ölümcül olur. Fakat o zaman o vizör neden öyle dizayn edilmiş?



Savaş zırhı ve yine görüş alanı sadece bir delikten ibaret. Mızrak düellosunda sol taraf içe bakacak şekilde hareket edilir. Bu nedenle vizör deliğinin en azından sol tarafta olup rakibi görebilme imkanı vermesi gerekir. Yukarıdaki mızrak düellosu zırhı örneğinde olduğu gibi darbe alacak olan sol taraf güçlendirilir ve sol el atın eğerini tutarken sağ el koltuk altında duran kabzasıyla mızrağı tutar. Anlayacağınız bu mızrak düellosuda aslında daha eski bir geleneğin bozulmuş halinden başka birşey değil. Fakat yukarıda gördüğünüz zırhlarda mızrak düellosu için dizayn edilmiş değiller.

 Bu vizörden nasıl bakıpta birşey görmeyi umuyorsunuz? Pekde insanın kafatası yapısına göre dizayn edilmiş gibi değil. Ayrıca üstteki benzer model gibi sağ yanakta bir pencere kapağı yok.

Boyundaki halka göğüs kısmına monte edildiğinde bu zırha bakan koyunların aklında şu soru kalmasın diye baş zırhı demonte olarak koyulmuş.... Bu adamın boynu nerede? Zırhın üzerinde durduğu insan maketi, zırhı orijinal şekli ile monte etmeye müsaade etmiyor. Ayrıca başlığın üzerindeki yüzgeç çıkıntısı geleneğide nereden geliyor?

 "Bunlarda ne?" diyeceğiniz zırhlardan.

Nasıl görüyorlar ve hedeflerini buluyorlar?

Asker zırhları. Görüş açısı geniş ve zırh miktarı hareket kabiliyetini sınırlamıyor.
Sadece kraliyet koruması olarak görev yapan şövalyeler tüm vücudu kaplayan zırhlar kullanıyorlar. Krallar dahi şövalyeler gibi bütün bir zırh giymiyorlar, çünkü içinde hareket etme imkanları azalıyor. Yani giydiğiniz zırh sizin tabutunuz olabiliyor....


Hiç tarih kitaplarında yada filmlerde bu başlıklarla gezen şövalyeler gördünüzmü? Göz çukurlarına dikkat edin, özellikle çıkıntılı yapılmışlar! Eğer o bölüme yerleştirecek cam veya benzeri birşey yok ise bunca zahmete girip bu işçiliği neden yapasınız? Ayrıca bu bir zırh.... ne diye göz üstüne birer gölgelik tarzı çıkıntı koyasınız? Yoksa güneş ışınları ile ilgili bir sorunlarımı vardı???

Şato sahibi şövalyeler hakkında pek fazla bilgi bulunmaz. Kimlikleri, soy ağaçları yada gerçek resimleri bir kaç tane haricinde yoktur. Yaşam tarzları ve kendi gibi olan şövalyelerin gelenekleri ise insanlara göre oldukça gariptir. Bugün bu geleneklerin bazıları halen aslı bilinmeden kullanılmakta. Şimdi biraz bu şato şövalyeleri hakkında bilgi edinelim. Her baş şövalye kendi ordusuna sahiptir ve bulunduğu bölgenin sahibidir. Savaşma maksadı içinde olsa bölgesinin fazla dışına çıkmayı tercih etmez. İçinde yaşadıkları şatolar çoğunlukla ya su hendeği ile çevrili yada bir göletin yanındadır, yani kurak bir alandaki şatoda yaşamazlar. Kendisine dokunulmasının cezası her kim olursa olsun (isterse ordu komutanı olsun) anında ölümdür. Verilen yemekli törenlerde suikast şüphesinden dolayı zırhını giymiş olarak bulunur ve yardımcısı tarafından az bir miktarda olsa yiyecek ile beslenir. Kimse zırhını çıkarmış halini yada zırh haricinde giydiği bir kıyafeti anlatmaz. Halk arasındada suikast şüphesiyle zırhlı olarak gezer.

Meydan okuyan bir şövalye ile teke tek kapışır ve bu kapışma saatler hatta günler sürebilir. Bu esnada askerler bu düelloyu etrafta bekleyerek izlerler. Düello sonucu iki türlü olur: ya bir taraf kendini hükmen mağlup ilan edip bir anlaşma imzalayarak şatosunun anahtarını (anahtar teslim törenlerinin kaynağı) kazanana ordusu ile beraber teslim eder, yada kellesi uçurulup kılıç boyun açıklığından diklemesine içeri sokularak öldürüldükten sonra tüm mal varlığına el koyulurdu. Her iki durumda kaybeden tarafın askerleri çoğunlukla oracıkta öldürülürdü yada nadiren bölge dışına sürülüp köle olarak satılırlardı. Bu toplu olarak ortadan kaldırma geleneği bugünkü iş ortamındada mevcuttur ve satın alınan şirketlerin eski mensupları benzer bir kaderle kaşılaşırlar. 

Şövalyenin rakibini öldürmesinin tek yolu sadece başlığı çıkarmakla mümkündür, çünkü zırhın başka bir yerinde kılıcını sokmak mümkün değildir yada geleneğe aykırıdır. Tarihçilerin yazdığına göre birkaç kez kafası olmayan (evet kafaları olmadan) şövalyelerin düellonun sonunda kaçtıkları bildirilmiştir.
Kafasız şövalye birçok avrupa ülkesinde hatta hindistanda bile halk efsaneleri arasında yerini almıştır. Bu efsane üzerine Sleepy Hollow (Başsız Süvari) tarzı romanlarda yazılmıştır. Bu hikayeler yada efsaneler insanların uydurmasıyla değil, gerçek olayların zamanla devşirmesi ile oluşuyor. Fakat yukarıda yazdığım şekilde tarihte sözü geçen şövalye düellolarındaki bu sahnelerin bu efsanelere etkisinin olduğu ortada.

Zırhının dışında görünmeyen şövalyenin ayakta, bazende oturur pozisyonda uyuduğu belirtilmiştir. Şövalyenin zırhının içine günde en az 3-4 sefer su boşaltılırdı. Ancak bu su boşaltım işlemi ile zırh içinde bulunulan süre zarfında içeri bırakılan katı dışkının nasıl dışarı atılabileceği ise bir hayli merak konusu, çünkü günümüzde bunun denemelerini yapanlar kıçlarına yapışan dışkının su ile zırh dışına çıkmasının imkansız olduğunu ve üstüne üstlük tekrar nemlenen dışkının zırh içerisinde oluşturduğu kokuda durmanın imkansızlığını ortaya koydular. Bir düşünün günlerce o zırhın içindesiniz ve onun içine işeyip sıçıyorsunuz, üstüne birde içeri 6-7 saatte bir su boşaltıyorlar. Bir nevi bir konservenin içindesiniz, o nemli halde hareket etmeye yada oturmaya devam edeceksiniz ve birde tüm o kokuyu çekeceksiniz, bu aradada çevrenizdekiler yaydığınız kokudan dolayı yanınıza yaklaşmayı pek tercih etmeyecekler. Ne ilginçtirki kimse şövalyelerin leş gibi kokmuş olduğundan bahsetmemiş!!! 

Bir başka ilginç gelenek ise o çok ünlü "mendil" müsabakasıdır. İki şövalye müsabaka yapar ve kazanan şövalye prensesin yada güç sahibi bayanın sunduğu "nemli" mendili alarak şatosuna çekilir. Şövalye hikayelerde anlatıldığı gibi o kadını şatosuna götürüp cinsel bir fantezi yapmaz, tek amacı mendili almaktır ve alırkende halkın beklediği şekilde prensese biraz el öpme yada yakınlaşma gibi jestlerde bulunur. Tüm ritüel insanların beklediği şekilde yapılır ve öylede sonlanır, böylece kimse garip birşey fark etmez! Mendil ile sunulan sıvının üreme için gerekli genetik materyali içermesi herhangi bir aşk yaşanması ihtiyacınıda ortadan kaldırır ve şövalye üremek için geriye kalanını şatosunda gerçekleştirir. Bu bayanların ilginçliklerini tablolarda görürsünüz!
"İnsanlar" ayak uçlarını gösterirler! Bunun gibi birçok örnek mevcuttur. Aristokrat bayanların kıyafetleri çoğunlukla bacak ve ayakların görünmeyecek şekilde saklarlar. Peki ne diye bu gizleme ihtiyacı vardır? O zamanlar insanlar ayak bileğinden tahrik olan tiplerde değillerdi!


Asya ve avrupada antik Nagas (Yılan tanrıça)
  Resimdeki gizli yılan
Belkide medusa, fuxi yada nagas ve daha yüzlerce diğer isimlerle anılanlar aslında sadece birer efsane yada tanrısal özelliklerden öte kadim canlılardır!? Belden aşağıları yılan bedenidir demiyorum tabiki ama şimdilik konuyu dağıtmayayım..... 

Burada bir kas miktarının insan iskeletine asılı halini görüyorsunuz. Tüm o kaslar ancak iskeletin dayanıklılık derecesine göre bir işe yarayabilirler. Eğer kemikleriniz güçlü değilse, dışında asılı duran kasların ağırlığı altında ezilirler. Bu nedenle esas güç çok fazla kasta değil, kemiklerin karşı koyabileceği güçtedir. Bu orantıda fizik kurallarını alt edemezsiniz. Yani elde ettiğiniz kaslarınızı ancak kemiklerinizin gücüne orantılı olarak kullanabileceksinizdir.

Ya peki dışınız iskelet ve içiniz kas ise ne olacak? Yani iskeletiniz içinizde değil, dışınızda duruyor ve buna bağlı olarakta sahip olduğunuz tüm kas gücünü bu dış-iskelet vasıtasıyla kullanabiliyorsanız? Bu özelliğe sahip diğer canlılarada kafadan bacaklılar diyoruz, yani ahtapot ve kalamar gibiler. Tamamen iskeletsizler ve sığabilecekleri her alana girebiliyorlar. 

Ahtapot bir bira şişesine girerken.

Şunuda hatırlatmakta yarar görüyorum.... yukarıda görmekte olduğunuz şövalye başlıklarında herhangi bir menteşe yok, yani o başlığı boyun bölgesinden kafanıza geçirmeniz gerekiyor. Sonradan yapılan taklitlerde buna bir yan kapakçık eklenerek çözüm getirildi, ancak orjinallerinde böyle bir işlev bulunmuyor. Ne kadarda deneseniz o başlıkları kafatasınıza oranla o boyun deliğinden sokamıyorsunuz! Çünkü tek parça olmazlarsa gövde ile birleştirildiklerinde menteşe yerleri içerideki nemi dışarı bırakıyor ve buna bağlı olarakta daha hızlı bir kuruma gerçekleşiyor. Sonuç duş alma süreniz artıyor. Konserve ne kadar kapalı olursa o kadar iyi! Bazı zırh başlıklarının sanki dışarı bakmaktan çok özellikle içeri su boşaltımını kolaylaştıracak şekilde olması dikkatinizi çektimi peki? Şövalyelerin özellikleri bununlada bitmiyor.

 Orjinal cam harmonikası

Bu cam harmonikası belkide hiç duymadığınız bir çalgı. Çalışma prensibi büyükten küçüğe doğru art arda dizilmiş cam tabakların döndürülerek "ıslak" parmakla dokunulması vasıtasıyla titreşim yapılmasıdır! Bunu bugün çalanlar için cihazın tabakları otomatik olarak ıslatması sağlanıyor ancak orijinal modelini bir insanın çalması için sürekli olarak parmaklarını ıslatması gerekiyor, buda kullanımı oldukça zorluyor. Fakat diyelimki uzuvlarınız zaten nemli, o zaman bir insan gibi parmaklarınızı nemlendirmek gibi bir sorununuz olmayacaktır. Bu enstrüman insanları çıldırtan bir rezonansa sahip olduğu için 17.yy da almanyada yasaklanmıştı. Daha sonraları 18. yy da Bejamin Franklin onun insanlara uyarlanmış olan modelini icat etti. Bu enstrüman, sesi kulakları olmadan işitenler için oldukça uygun bir model gibi ancak açık ve net bir şekilde insanlar için olmadığı kesin. Hatta müzik enstrümanı bile olmaması mümkün! 

Bu videoda ne demek istediğimi görsel olarak görebilirsiniz.

Günümüzde yapılan şölenlerdeki şövalye kapışmalarına bakın.... rakipler 5 dakikadan fazla dayanamıyorlar. Çünkü vücutları tamamen zırh, kılıç yada balta ve kalkan gibi ağırlık kaldırmakla meşgul iken, birde kılıç sallamak zorunda kalıyorlar. Buna bağlı olarakta enerjilerini çabuk tüketiyorlar. Ancak yukarıda bahsettiğim gibi saatler yada günlerce çarpışmanızı mümkün kılabilecek tek şey ancak bir dış-iskelete sahip olmanız olurdu. 
Bu tam olarak bir insan için tasarlanmış olan dış iskelet modelidir ve gücünü kendinde barındırır, yani içteki insanın kontrolü ile iskeletin gücü kullanılır, ancak insanın kendisi güçlü değildir. Diğer modelde ise güç içte barınmaktadır ve dış iskelet o gücün bir uzantısı olur. Buradaki farkı anlayabiliyormusunuz?

Geçmişin insan olmayan varlıklar hakkındaki efsaneleri, hikayeleri yada çizimleri her zaman birebir bir görüntü vermesede, oldukça uzak ülkelerin benzer şeyler üzerine kurulu "mistik" mirasları günümüzde detaylı araştıranların dikkatini çekmiyor değil. 
 14.yy çizimlerden birer örnek

Neden bu omurgasız canlılardan bu kadar korkuluyor? Neden katolikler özellikle salyangoz gibi küçük ve zararsız bir canlıyı tehlike olarak resmetmişler? Salyangozlarda omurgasızlardan ve resmedilen şey bir diğer cinsleri olan sümüklü böcek değil, yani kabuğunun içinde yaşayan bir yumuşakça! Salyangozların hermaafrodit olduklarınıda hatırlatayım, yani çift cinsiyetliler. Üremek için herhangi iki tanesinin birleşmesi yeterli. Yukarıda resmedildikleri şekle bakarsanız salyangozlar yerde değil yüksekteler, yani ima edilenler üst sınıfta olanlar, mesela aristokratlar ve bunlara şövalyelerde dahil!

Efsanevi olarak aristokratların yada kraliyet soyundan gelenlerin mavi kanlı oldukları söylenirdi. Peki bu mavi kan gezegenimizde hangi canlılara özgü dersiniz? 
Omurgalı hayvanların aksine, bazı omurgasız hayvanlardaysa (özellikle karides ya da yengeçlerde) kan gerçekten de mavi renktedir. Kabuklular, örümcekler, mürekkepbalıkları, ahtapotlar ve bazı yumuşakçaların vücutlarındaki pigmentlerin farklı olmasından ötürü kanları da farklı renktedir. Bu canlılarda hemoglobin yerine hemosiyanin bulunur. Bu molekül içerisinde demir değil, bakır bulunur. Bakırın varlığı, ışığın farklı dalga boylarının emilmesine ve geri yansıtılmasına neden olur. Bu hayvanların kanları oksijenlenmişken mavi renktedir, oksijenin yokluğunda ise renksizdir. 

RH negatif kanlardada bakır yoğunluğunun artmasından dolayı kanda hafif bir mavimsi ton görülebilir. RH negatif kanlar pozitif gruba göre protein içermez ve bu yüzdende bilim adamları tarafından bu kanı taşıyanların atalarının bu dünyadan olmayacakları görüşü ağır basmaktadır. Bu tip kana sahip olanların çoğunluğuda avrupa bölgesinde yaşamaktadır. RH+ erkek ile RH- kadının birleşiminden yine bir RH+ bebek çıkması tıbbi müdahale (ilaç vs) olmadan imkansızdır. Anne rahmi çoğunlukla fetüsü yabancı olarak görüp düşük yapar. Diğer taraftan RH- diğer gruplara kendi kanını verebiliyorken, kendisi sadece kendi grubundan olanların kanından faydalanabiliyor. Kısaca bunlar "özel"! Sadece kendi aralarında kan bağışı yapabiliyor ve yine sadece kendi kan grubundan olanlarla üreyebiliyorlar. Prens Charles da ORh- grubundan!

Bugün tüm o eski dış-iskeletleri müzelerde görüyorsunuz ve tabiki size anlatıldığı ve gösterildiği gibi antik savaş zırhları olduklarını zannediyorsunuz, çünkü aklınıza başka türlüsüde gelmiyor. Nasılsa avrupada kitapların yakıldığı reformasyon dönemi sırasında tüm bu ilginç bilgelere sahip kitaplar ortadan kaldırılmış ve şövalyeler sanki tarihin eski birer asker modeli olarak lanse edilmişlerdi. Hakkında hiçbirşeyi doğru bilmediğiniz ve tarihi manipule edilmiş bir dönemden başka bir sonuç çıkmasıda beklenemezdi zaten.
Atnalı yengeçleri mavi kanları için sağılıyorlar. Oldukça mutlu olmalılar o an. Ne için sağılıyorlar peki? Tabiki tıbbi amaçlar ve araştırmalar için. Mesela aşılar ve bakterilerin kanımızdaki davranışlarını öngörme çalışmaları için, çünkü bu canlılar bir nevi kadim dna ve ona bağlı bir bağışıklık sistemine sahipler. Şimdiye kadar hayatta kaldıklarına göre var bunlarda bir bit yeniği diye toplamışlar binlercesini. Bu arada bu kanın litre fiyatı 15.000$ civarında. Tabiki rakam bu olunca bu canlıların başına ne geleceğini sanırım tahmin edeceksiniz!


Her sene bunlardan yaklaşık (resmi rakamlarla) 250.000-400.000 tanesi yakalanıp kanları alınıyor. Bir tanesi ortalama 250ml (200-400 ml arası) kan veriyor. Yıllık ortalama 100.000 Litre kan demek ve bu miktar bile talebi karşılamıyor! Özellikle sepsis (halk arasında kan zehirlenmesi olarak geçer - bağışıklık sisteminin vücudu içten çökertmesi ve organların iflasıdır) hastalığına karşı kullanıldığını yazıyorlar. Yani google amcaya bu konuyla ilgili kaç tane arama yaptırırsanız yaptırın, tüm siteler size aynı şeyi yazacak. Sepsis için kullanımda olan 18 ilaç zaten mevcut. Ancak hangi ilaçların üretiminde bu kanın kullanılmış olduğu ise bir muamma! Fakat bu biomedikal firmaların bu kadar kanı sırf birkaç ilaç üretimi için kullandıklarından nasıl bu kadar emin oluyorsunuz? Bu kanın sadece "parası olanların" sahip olabileceği bir sıvı olduğunu söylemek gereklimi?

Bugün etrafınızda şövalyeler yada mistik varlıklar görmüyorsunuz, ancak bu tamamen ortadan kaldırıldıklarına dair bir delil değil. Tarihin bir döneminde insanların yılan olarak tasfir edilmiş varlıklarla yaşamış olduğu bir çarpışmanın efsaneleri bugün halen mevcut.

Hercules Acheloosa karşı. Kafasına taşı patlatıp sonunu getiriyor. Neden bir bıçakla yada kılıçla değilde taşla?

Belkide artık dış-iskelete ihtiyaç duymadan bulunduğumuz ortama uyum sağlamanın bir yolunu buldular..... kim bilir?? Nede olsa tarihimizde salyangoz sembolizasyonu verilenler ile yapılan bir tanrısal çarpışmadan bahsedilmiyor. Tüm ortam yılan, ejder yada kartal sembolizasyonu ile süslenmiş ve tüm bunların içinde ne bir ismi, nede bir cismi belli olanların kafalarına göre takılabilmeleri için gerekli tüm imkanlar sağlanmış - bu sayedede kendilerini bir nevi görünmez yapmayı başarmışlar.  

Ahtapot kamuflaj anlamında rengini, şeklini ve vücut hatlarını ortama en iyi uyduran canlıdır. Hani sürüngen uzaylı olupta şekil değiştirdiği iddia edilen  ünlüler vardır.... Bu özelliğin karşısında aslında birer şakadan ibaretler.

Florentin Medici Kilisesindeki ilginç heykel. Vücuttan vantuzlu bir kolmu çıkıyor yoksa?

  

Neden bu roma imparatorlarına ait oldukları söylenen heykeller bütünüyle ampute vaziyette ve özelliklede başları yok? Baş kısımlarıda sadece kesilip atılmış yada koparılmışda değil, sanki içinde birşey ararmışcasına yada orada olandan eser bırakmama uğruna boyun bölgesinde kocaman oyuklar açılmış. Sadece yukarıdaki tek örnek unutulmuş gibi.


Kendini isimsiz ve cisimsiz yaparak dikkatleri çekmeden var olmak ve yönetmek.... bundan daha zekice bir plan olabilir mi? Tabiki her zamanki gibi tüm bu yazdıklarım birer fanteziden ibaretti. Şimdi derin bir nefes alabilirsiniz. Bundan sonrada bakarken incelemeyi ve aklınızı çalıştırmayı unutmayın! Bir dahaki sefere ortaçağ silahları hakkında yeni bir fantezi daha yazacağım, ona göre patlamış mısırları hazır tutun.


Heil Satan.....

17 yorum:

  1. Ailemizde nesilden nesile aktarılan bilgiye göre dünya üzerinde 5 milyar insan ve geriye kalan kısımın ise genetik deneyler sonucu insan sıfatı verildiği anlatılırdı. Şuan ülkemizde varolan Kapadokya sürüngen insanların şehri olduğu söylenirdi.mavi kan ve sürüngen insanlar konusunda dedem çok bilgiler vermişti. Genetik deneyler hep vardı örnek apis boğası...
    Daha fazla bilgi verirdim lakin malum durumum nedeniyle sıkıntı yaşıyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mavi kan ve sürüngen insanlar ne yazikki uyuşmuyorlar. Güneşin UV ışınlarının zararları yüzünden yüzeye çıkamama sorunundan dolayı mağara ve yeraltını seçmek daha mantıklı olurdu. Ancak bu yinede sürüngen olmanı gerektirmez.

      Sil
    2. Hımm bu mavi kan olayında david icke tarzi saçmaliklara hedef saptirma yapiliyor ozaman. Anatomik orak mavi kan sürüngenlere has değil omurgasiz varliklara ait. Akıllıca :))

      Sil
    3. https://onedio.com/haber/ahtapotlar-hakkinda-muhtemelen-ilk-kez-duyacaginiz-15-enteresan-bilgi-715746

      Sil
    4. Ayrıca dış iskelete sahip olan canlıların iç iskelete sahip olan canlılara göre bazı avantajları var. Bir karınca kendi vucudunun 5 kati bir ağirliği rahat bir şekilde kaldirirken bu iç iskelete sahip olan canlilar için imkansiz bir durum. Ayni zamanda kas gucumuz iskelet yapimiza bağli olduğu için kas kutlemizi artirmamiz anlik gucumuzu artiracak dayanikliliğimizi değil oda iskelet yapimizin imkan verdiği oranda. Basit bir örnek olarak bir sprinter ile bir maraton koşucusu ayni branşda oldukları halde kas kutleleri farklidir. Dayaniklilik için kas kutlesinden fedakarlik. Bu durum dış iskelete sahip olan canlilar için geçerli değil.

      Sil
  2. Selamlar ENKİ.bu cam harmonikası ile ortaçağ avrupasındaki gizemli dans hastalığı arasında bir bağ olabilir mi sorusu aklıma takıldı öncelikle. Şövalye zırhlarının insanlar için olamayacağı gerçekten çok barizdi (tabi süs dekor amaçlı yapılmadılarsa).Ve şövalye zırhının içindekiler gerçektende yumuşakça veya salyangoz benzeri canlılarsa :) çevresinde hizmet edenler ve adamları bunun farkında değillermiydi ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Farkına varma konusunda getirilen sıkı kural işe yarıyordu: anında ölüm! Bu yüzden kimse kimlik araştırmaya girecek cesareti bulamıyordu.

      Sil
  3. Şovalyaler hakkındaki bu açıklamalar benim sorumada cevap niteliğinde olmuş bu konuda teşekkür ederim. Bu veya benzeri bilgiler ışığında dünya üzerinde veya evrende acaba tek zeki tür bizmiyiz tekrar düşünümek gerekiyor. Herşey o kadar açık ve netki sadece görebilmek lazım.

    YanıtlaSil
  4. Enki bu şimdiye kadarki en ilginç yazı. Zeki dev ahtapotlar. Neden olmasın. Bu ahtapotların kralın dibinde bulunma sebebi acaba onları yavaş yavaş zehirlemek olabilir mi? Özellikle gece kral uyurken.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kontrol edebildiğin kişileri neden öldüresin?!

      Sil
    2. Enki zehirlemek derken zayıflatmayı kast etmiştim. Benim merak ettiğim bir şey var. Askerler yetiştirildikten sonra herkes görevine çekildikten sonra sayı kontrolü yapılmıyor muydu?

      Sil
    3. Soruyu anlamadım. Biraz detaylı yaz lütfen. İçtima gibi birşeyden mi bahsediyorsun? Şatonun bir garnizon olmadığını ve içeride 50 den fazla askerin olmadığını hatırlatayım.

      Sil
    4. İçtimadan bahsediyordum. Ama sarayda içtimaya gerek duyulmadığını fark ettim. Krallar bu şövalyelerin kim olduğunu araştırabilir miydi? Yoksa yasak onlar içinde mi geçerliydi. Yoksa kral bunların kim olduğunu biliyor halktan mı saklıyordu?

      Sil
  5. Ustad bir sey sorcam mantrali meditasyon ise yararmi ham vam yam gibi yada haum maum
    Bu meditasyon hakkinda dogru bilgileri nerelerden bulabilirim bilincli dusunmeyi yillarca yaptim ziihnimin sesi kesildi fakat duzgun bir irade gelistiremedim karavana calistigim icin
    Bir bilene sorayim dedim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mantralı meditasyon zırvası guruların para kazanmak için uydurduğu bir tekniktir. Aynı gurular karmayı açan, çözen yada temizleyen mantralarıda piyasaya sürüp ünvan kazanıp mürit toplamaya çalışmıştır. Bugünkü mantraların çoğu bu guruların eseridir. Tıpkı bizim muska yazan hocalar gibi, para karşılığında hava alırsın.

      İradeni geliştiremiyorsun çünkü hayattan korkuyor ve onunla iç içe yaşamaktan kaçınıyorsun. Bu kaçış girişimin içinde mantralı meditasyon gibi zırvalara başvuruyorsun. Meditasyonun işe yaraması için hayatla bağlantılı olman gerekir. Eğer hayatla ve gerçeklerle başa çıkamıyorsan sana kaçış yolu zannettiğin meditasyon yardımcı olmaktansa köstek olur.

      Bir kağıt kalem al, üzerine kim olduğunu yaz, aklına geldiği kadar yada hatırlayabildiğin kadarını.... nasıl biri olduğun ve neleri sevdiğini yada nelerden nefret ettiğini yaz. Sonra kağıdı kenara bırak, bırak zihnin yazdıklarını hazmetsin. Hazır olduğunda yazdıklarını aç oku ve yazdıklarında kendine karşı ne kadar samimi olduğuna bak!

      Kendini tanımıyorsan, sana hiçbir şey yardımcı olmaz! Çünkü sonuç olarak daima kendini kandırıyor olacaksın. Ya dediğimi yap yada omlayıp zomlayarak kendini uyuşturmaya devam et.

      Sil
    2. Enki ben de şöyle bir mantra buldum kadimler de bunları asırlarca kullanmış.
      https://youtu.be/pTKRkDDzqqM?t=46s


      Sil
  6. Evet bunların hepsi bir derin fanteziden ibaret ne yani dünyada bizden üstün bir ırk mi olacaktı:)
    Rahatlayabilirsiniz...

    YanıtlaSil