9 Şubat 2018 Cuma

ORTAÇAĞDA ELEKTRİK VE PLAZMA SİLAHLARI

Merhaba sevgili moronoiyonlar,

Bugün size yeni bir "fantezi" yazmaya karar verdim. Bu sayede yine, çevrenize baktığınız zaman görmedikleriniz size gösterecek bir fantezi hemde...... Bugünkü teknolojilerle üretilen silahlara bakınca sanki silahların ulaşabileceği son noktaya ulaşmışız gibi bir hisse sahip oluyorsunuzdur. Seri atışlı taarruz tüfekleri, saniyede yüzlerce mermi boşaltan silahlar yada patladıklarında çevrelerini cehenneme çeviren türden ne kadarda korkutucular değil mi? Bunların haricinde üretilen lazer yada mazer silahlar, hatta mikrodalga silahlarda mevcut, ancak bu tip üst teknoloji silahların savaş ortamında kullanılmasına "aşırı yıkıcı ve canice" oldukları gerekçesi ile BM yada NATO tarafından izin verilmiyor. Bazıları ancak savunma maksatlı kullanılabiliyor (roketlere karşı lazer topu gibi), fakat asla taarruz yapılmasına müsaade edilmiyor. Çoğu enerji tabanlı silahın ise temel bir problemi var: Yüksek elektrik ihtiyacı. Elektromanyetik ray topu mesela.... kullanımı için yaklaşık 20.000 evin ihtiyacına eşit elektrik gerekiyor. Yani silahlar ne kadar güçlenirse ihtiyaçları olan enerji miktarıda buna orantılı artıyor ve bu enerjiyi karşılayacak akü, pil yada jeneratöründe ebatıda bir o kadar irileşiyor.

Günümüzdeki lazer silahlar işte bu kadar kullanışlı. Hepsi büyük bir araca inşa edilmek zorundalar ve ortada açık hedef gibi durmaktalar. Hantallar ve çok pahalılar. Kısacası teknoloji daha ufak ve kullanışlı silahlar üretmektense daha büyük, daha karmaşık ve daha pahalı silahlar üretmekten öteye gitmiyor.


Almanların 2. Dünya Savaşında kullandığı Gustav Topu. 1344 ton ağırlığında, 6 metre genişliğinde ve 43 metre uzunluğunda, gülle ağırlığı 7500kg, menzil 50km. Yani aradan 80 sene geçmiş olmasına rağmen güçlü silah üretiminde pek bir gelişme yaşanmış gibi görünmüyor. Çünkü geliştirilmesi istenmiyor! Askeri endüstri için küçük ve etkili silahlar zarar etmek demektir. Büyük silahların ARGE bütçeleri ve üretim maliyetleri askeri endüstrinin işine gelen metottur.

Ya peki tüfekler ne durumda. Asırlardır kullanılan tüfekler nasıl gelişti?



Yapabildiklerinin en iyisi bunlar. 400 sene önceki silahlara göre günümüzde aslında çoktan bambaşka bir teknoloji ile işleyen silahların üretilmiş olması gerekmezmiydi? Tüfeklerde nedense küçüleceğine, üzerlerine yapılan eklemelerle git gide büyüyor ve hantallaşıyor. Olsun onada bir çözüm buldular:
Askeri dış iskeletler. Askerlerin taşıdığı ağırlığı hafifletip onları daha mobil ve hızlı yapmak için. Ancak 1 hafta operasyonda kalacak askerlerin pil şarjını her 6-8 saatte bir nasıl yapabileceklerini kimse pek sormuyor gibi. Endüstri askerleri bu ağırlıklardan kurtarmaktansa, onlara daha çoğunu yığmaya devam ediyor, çünkü diğer türlü üretim ve bakıma bağlı bir simbiyotik finansal ilişki olmayacak.

Vladimir Gavreau tarafından üretilen infrasound (ses-altı) silah. Bu silah insanlar tarafından duyulamayan ses dalgalarının oluşturduğu titreşimi kullanarak iç organların iflas etmesini ve resmen patlamalarını sağlıyor. Farklı titreşim frekanslarında ise binaları çökertebiliyor. Tek kaynağı ise ses! Lazer yada ısıya dayanan bir sistem değil ve maliyeti bir o kadar ucuz. Sınırların korunması için aslında en uygun olanı. Bu silah sayesinde sınırda bir ölüm koridoru oluşturmanız ve içine giren herşeyin yok olmasını sağlamanız mümkün. Bu silahla bir orduyu bir kaç dakika içinde komple yok etmeniz mümkün, yani savaşı kazanmak çantada keklik. Fakat kurşun yada top atılmayan ve endüstriyi çalıştırmayan bir silahın bulunduğu savaşın getirisi nedir ki? Bu tip silah buluşları aslında çok. Efektif, ölümcül ve ucuz silahların üretilmesi ne yazıkki bu dünyada yasak! En azından yaşadığımız bu endüstriyel dönemde.....

Bugün kullanılmakta olan tüfekler aslında asırlar önce kullanılan soğuk silahların birer kopyasında ibaret. Askerlik yaptıysanız, eğitim sırasında mutlaka süngü tak ve düşmanı süngüle metodunu size göstermişlerdir. TSK da kullanılan G3 tüfeğindede süngü kullanılmaktadır. Bunun nedeni bu tüfeklerin esas kullanım amacının ateş etmekten çok askerlerin karşı karşıya kalıp bu süngülerle birbirlerini tıpkı eski zamanlarda olduğu gibi karşılıklı deşmeleridir. Bu nedenle taarruz tüfeklerinin atış kapasitesi düşüktür. Yani belirli bir sayıda yapılan atıştan sonra bakım yapılmadan yada temizlenmeden kullanılamazlar. Savaş alanındada taarruz esnasında böyle bir imkanınız olmayacağından süngüyü takıp saldırıya karşılık vermek zorunda kalırsınız. Bu yüzdende bu tüfeklerin esas kullanım şekli ateşli silah değil, soğuk silahtır.





Her savaş stratejisinde önce uzaktan taarruz sonrasındada yakından taarruz planı yapılır. Bunun nedeni askerlerin günümüz tabiri ile "göğüs göğüse" çarpışmansının gerekliliğidir. Tıpkı 1000 sene hatta daha öncekisi gibi. Tüm bu geleneksel savaşma taktikleri ve silahlara rağmen, halen "modern" bir orduya sahip olduğumuz kanısı ise beni sadece güldürür. Çünkü aslında asırlardır kadim silahların kopyaları ile savaşılıyor olduğu kimsenin aklına gelmiyor. Evet yanlış okumuyorsunuz.... bugünkü tüfekler aslında geçmişte kullanılan silahların birer kötü kopyasından ibaret. Asırlardır aynı tüfek sadece modernize ediliyor ama aslında değişmiyor. Halen 14.yy dan kalma barut ve kurşun metodu ile işliyor. Yani 7 asırdır kullanılan silah aslında aynı şey. Bugünkü konumuz sadece tüfekler, o yüzden diğer antik silahlara başka bir sefer değineceğim. Öncelikle antik savaş meydanı kılıçlarıyla tanışalım. 
  


Tüm bu kılıçlar ve benzerleri kısa, hafif ve ergonomik olmalarından dolayı düşmana karşı çevik bir saldırıyı ve hızlıca öldürme imkanını sağlamaktaydı. Bundan 1000 sene evvelki insanlarında günümüzden daha güçlü yada uzun olmadıklarını biliyoruz, çünkü kemik yapısı neredeyse hiç değişmedi, buna bağlı olarakta kemik kas ve kuvvet orantısı. Bugün bu  - yaklaşık 60cm lik kılıcı nasıl kolayca sallayabiliyorsanız, insanlar geçmiştede aynı şekilde fazla enerji tüketmeden sallayabiliyorlardı. Yakın plan dövüşte 120 cmlik (hatta daha uzun) bir kılıcı sallayana kadar çoktan geberirdiniz. Bu nedenle yakın plan çarpışmalarda ancak çevik silahlar kullanılırdı. Bunu anladınız sanırım!! O zaman gelin şu ortaçağ kılıçlarına bir bakalım.....


Bu kılıçlar 140-180cm civarındadır ve şövalyelerin kullandıklarındandır. Yılanımsı yada tırtıklı yapılarından dolayı onlara "Flamberge" ismini koymuşlardır. Flamberge ateş kılıcı demektir ve bu isim eski mitolojik hikayelere atfen verilmiştir. Bu kılıçlar tek yada çift ele uygun kabzalar ile üretilmişlerdir. Ancak bu kılıçları ilginç yapan şey bunların esasen düello yada çarpışma için dizayn edilmemiş olmalarıdır. Bulunan antik modellerde herhangi bir çarpışma izine rastlanılmış olunmaması bir yana bu kılıçlar kördür yani hiç bileyleme işlemi görmemişlerdir. Böyle bir kılıç keskin olmadıktan sonra çarpışmada ne işe yararki? Ayrıca bu kılıçla karşılıklı vuruşmada kılıcın kırılması büyük bir ihtimal. Belkide bu kılıç çarpışma amaçlı üretilmedi ve farklı bir işlevi mevcuttur.....



  


Yukarıdaki kılıca Rapier deniyor. Amacı kesmek değil, doğruca hamle ile delmek. Ancak bu modeller tutuş şekildende anlayacağınız gibi, ileri doğru yapılcak bir saldırıda omuzdan gelen gücü kılıca iletmek için hiçde uygun değil. Bu kılıçla bunu deneyenler çoğunlukla kendilerini yaraladılar. Ya bileğiniz incinecek yada parmaklarınız, çünkü bahsedilen şekildeki saldırıyı yapabilmeniz için gücün bilekten kabzaya aktarılması gerekir, bunun içinde kabzayı elinizle sıkıca kavrayabileceğiniz bir modele sahip olmalısınızdır. Mesela....

Bu rapier modelleri tam olarak dizayn edildikleri şey içindir: öne doğru hızlı bir hamle ile delmek!

Fakat bu modellerde oldukça dikkat çekici birşey var.... kabzadaki ince işlemeli ve özenle yerleştirilmiş olan koruyucu iskelet. Tüm modellerinde nedense kabza başı ile ona neredeyse değecek olan metal, sanki bir amaç için öyle yapılmış - tıpkı bir tetik mekanizması yada kondüktör gibi. 
Bu ebattaki bir kılıcı savaş meydanında sallamak içinmi yaptılar sanıyorsunuz? O zaman neden askerler hem bu büyük kılıcı hemde küçük olanı (bastard sword) taşıyorlardı? Küçük kılıç 50-60cm civarında ve o bir bıçak değil - kılıç! Birisi yakın plan kapışmak için, peki öteki büyük olan ne için? Neden bu ortaçağ köylüleri savaşta adam öldürme konusunda oldukça hantal ve bir o kadar gereksiz görünen bir kılıcı yapmış olsunlar? 

1650 yılında fransadaki bir festival etkinliğinin resmi. Çizim tarihide 1650, yani karşınızda tarihi bir belge duruyor. Gelin şuna yakından dikkatlice bakalım!

En alt ortadaki adamın kılıcını görebiliyorsanız, onun bir Flamberge olduğunu ve bu ismin bu kılıca neden verilmiş olduğunu herhalde şimdi daha kolay anlarsınız. Adamlar elektrik ile şov yapıyorlar ve elektriği kablosuz olarak elde ediyorlar. Ortadaki heykelin çevresinde duran şeylerde heykelin altındaki vericiler vasıtasıyla etkileşen bir plazma ateşi.

Aynı plazma ateşleri şatonun tepesindeki tesla yongası benzeri antenler vasıtası ile enerjilerini elde ediyor gibiler. Şatonun önündede kocaman bir yansıtıcı çanak duruyor sanki. Havai fişeklerin hareketleri ile elektriğin hareketi nasılda dikkatle çizilmiş değil mi?

 İnsanlar şovu güvenli mesafeden seyrediyor, çünkü ortadaki plazma şovu belkide sihir gibi birşey!


Elektrik yerde hareket ediyor sanki. Belkide savaş öncesinde askerlerin kılıçlarını yere sokup dua etmeleri aslında kılıçlarının şarj olması için geçen süreyi günümüzde farklı bir şekilde yansıtarak işin gerçeğini örtbas etmek içindir! Havai fişeklerin dahi plazma vasıtasıyla üretilen bir şov olması mümkün. 



Bize anlatılanlara göre reformasyon dönemine kadar insanlar mal gibi yaşayıp koyun güdüyordu. Yel değirmenlerinin aslında bugünkü elektrik jeneratörleri olduğundan haberleri yoktu ve gökteki plazma toplarını UFO sanıyorlardı. Reformasyon döneminden sonra nedense herşey birden unutuldu ve tüm teknolojiler hasır altı edildi. Bir düşünün o zamanlar insanlar elektriği kablosuz olarak doğrudan topraktan elde edebiliyorlardı, tıpkı Teslanın dediği gibi hemde. 



O devasa kılıçların aslında kör oldukları ve gerektiğinde kabzaları ile dövüşülebildiğini sergileyen bu eski antrenman sayfaları, bu kılıçların tıpkı günümüz silahları gibi iki maksatlı kullanıldıklarının belgesidir. Ateşli silah olarak kullanılabilen soğuk silahlar. Yoksa elinize daha etkili olan bir çekiç yada sopa alır, bu kadarda zahmete girmeden düşmana bodoslama dalarsınız. Karşınızdaki rakibin zırhlı olması bu tip kılıçları tamamen gereksiz kılar, çünkü yapacağınız hiçbir darbe ölümcül olmayacaktır. Anlayacağınız gibi konu savaş ve ölüm kalım meselesi olduğunda silah olarak en fiyakalı olanı değil, en kullanışlı, ölümcül ve etkili olanını tercih edersiniz! Mesela....
Bu çekiçler gibi.... Konserve açar gibi her zırhı delebilir ve rakibe tek vuruşta ölümcül bir darbe yapabilirsiniz. Yada zırhın sağına soluna keskin dahi olmayan bir kılıçla vurarak boş yere zamanınızı, enerjinizi ve hatta hayatınızı kaybedersiniz!
Bu tip kılıçları görünce aklınıza ilk gelen şey tabiki bunu eline alan adamın bir dev olması gerektiği. Çünkü ebatı normal bir insanın boyundan daha uzun, daha ağır ve kabzasından tutup rakibe doğru yerel paralel olarak tutmanıza imkan bile yok. Demekki ortaçağda dev insanlar yaşıyordu.... gerçekten mi? Yani kralların kendilerine özel birer dev ordusu vardı onlar savaşlarda bu tip kılıçlarla savaşmaktaydılar. Aklınıza gelebilen tek fikir bumuydu? Pek bu fikir nereden geliyor? Tabiki hayırseverlerin sunduğu dizi ve filmlerden. Çünkü şimdiye kadar size başka bir fikir sunulmadı ve buda bu konu ile alakalı size gösterilen tüm verileri bir nevi doğruladı! Değil mi?


Ne diye koskoca metal bir plakadan arma ve bayrağınızı yaptırıp kalenin önüne asarsınız? Ki üzerinde ne olduğunu görebilmeniz için oldukça yaklaşmanız gerekir. Eğer maksat duvara kartvizitinizi asıp mekanın kime ait olduğunu sergilemekse, bunu renkli bir kumaşla ile yaparsınız ve bu sayede oldukça uzaktanda görünür olur! Ancak eğer görmekte olduğunuz şey verici görevi yapan bir anten ise durum tabiki değişir. Şövalyelerin şatodan fazla uzaklaşmamalarının nedeni bu antenin yayın alanının dışına çıkmamaktı, çünkü dışına çıkmaları bir nevi şarjörü boş silahla çatışmaya dalmaya benzerdi. Görebildiğiniz gibi bu dev kılıçlar savaşma amaçlı üretilmediler. Yani ortada savaşan devler ve öcüler yoktu.



Üzerinizde zırh var ve halen bir kalkanamı ihtiyaç duyuyorsunuz? Madem kalkan kullancaksınız, o zaman zırh ne için? Madem bu şeyler birer kalkan, o zaman neden üzerlerinde hiç çarpışma izi yok? Birkaç balta veya çekiç darbesinden sonra üzerlerinde çizik, göçük yada eğiklikler olması gerekmezmiydi? Yoksa bunların kullanım amacı başkamıydı? Baş parmağın üzerinde duran kol ile üstte duran deliği açıp kapatıyorsunuz ve orada bir gaz lambası fenerine bezeyen bir şişe duruyor.... istenilen anda bu deliği açmak içinde el mandalını kullanıyorsunuz. Bunun amacı karşıdakinin gözünü alıp dikkat dağıtması diye düşüneceksiniz elbette..... ya o hazne bir kapasitör ise? Kalkanın üzerinde düzenli olarak açılmış kesikler ve çizgiler görüyorsunuz, bunlar oraya birşeyleri monte etmek için. Yani görmekte olduğunuz kalkan aslında orijinalin bütünü değil. Aşağıdaki örnekte sağ altta 5 tane delik görüyorsunuz ve bunlar öylesine koyulmuş değiller.

Birde böyle bir model mevcut.....


Elde balta, sol yanda çarpışma kılıcı ve sol kol üzerinde önünüzü görmenize yardımcı olacak bir vizör deliği, ucundada bir başka kılıç. Herhalde kolunuzu doğruca tutup düşmanın arasına bodoslama dalıp düşmanı şişlemek için dizayn edilmiş. Sağdan geçenleride elinizdeki baltayla haklayıp yolunuza devam ediyorsunuz. Görünüşe göre aklınıza gelen fikir tabiki bu.... aslında görmek olduğunuz şey aşağıdaki modelin geçmişten uyarlanmış hali, sadece günümüzdeki roket kullanırken eskisi plazma kullanıyordu. Madem plazma kullanıyorlardı o zaman balta ne için? Çünkü kullanılan plazmanın gücü sadece sersemletici yada geri püskürtücü idi ama ölümcül değildi, çünkü elde edebildikleri enerjinin miktarı ile ancak bu kadar kuvvet uygulanabiliyordu. Yoksa bugün bir tane ahşap şato kapısı bulamazdınız, hepsi plazma enerjisi ile yakılabilirdi.
  

Hatırlarsanız size kargo kültüründen bahsediyordum, yani örnek vermem gerekirse şundan....


Tanrıların silahlarını ve güçlerini gördükten sonra onların benzerlerini yapmaya çabalamak insanların sürekli gerçekleştirdikleri fakat sonradanda orijinini unutmaya meyilli oldukları bir fenomen. Tıpkı askeriyenin kullandığı sarmallı süslemeler ve apoletler gibi. Geçmişin izleri her yerde ama artık mana verilebilecek bir bağlantıları yok.

İnsanlar ne olduklarını bilmedikleri şeyi ya işlerine geldiği gibi yada zannettikleri gibi kullanmaya başlarlar.
Silahşörler neden bu tarz eldivenler kullanırlardı? Adam öldürmek için modaya uygun kıyafetlerin giyilmesinin zorunluğu olduğu bir dönem duydunuzmu hiç? Sakın elektrik akıntısı tarafından çarpılmamak için olmasınlar?


  

Bu kılıçlardaki bu ayrıntılar ne için? Tek parça yapsalar olmazmıydı? Neden farklı metaller, aksamlar, işlemeler ve bağlantılar kullanılıyor? Ayrıca kabzalar neden hiç kullanışlı değil? Yoksa bunlar göğüs göğüse çarpışmada kullanılmak için tasarlanmadılar mı? En alttaki kabzanın dip kısmındaki çıkıntı ne için? Bir kondüktör mü yoksa?

Kabloların günümüzde nasıl izole edildiğini görüyorsunuz değil mi?


Tüm bu pagan ilkbahar bayramı sembolizaysonun bobin sarmallarını yada tesla bobinini temsil ettiğini neden daha önce size kimse söylemedi? Bu gelenek nereden geliyor? Bu sarmal hareketler, sarmal kaplamalar yada sarmal süslemeler nereden geliyor? Doğanın neresinde bunu anımsatan birşey görüyorsunuz? Bu "Maypole" (Mayıs direği) denilen direkler eskiden kalan bir kargo kültüründen başka birşey değil. Tabiki bu geleneğin orijini artık bilinmiyor ancak size bugün birazını açıklayacağım.....

Eskiden elektriğin kullanımı için güneş ışığının bugünkü bazı tapınak olarak kullanılan yapılara belirli bir açı ile vurması gerekiyordu. Bu sayede bu tesla bobinlerine elektrik iletimi sağlanıp çevreye enerji (nasıl?) iletilebilmekteydi. Bu süreç özelliklede ilkbahar ayında başlardı ve buna bağlı olarakta halklar enerjinin tekrar kullanılabilmesini sevinçle karşılarlardı. Bu "enerjinin geri gelme" olayına ingiliz, irlanda yada methodist hristiyanlar bugün "Whitsun" festivali olarak kutluyorlar. Hristiyanlarda buna pentecost yani Hamsin Yortusu denir. Bu günün İsa'nın ölüp tekrar dirilerek göğe yükselişinden sonra Kutsal Ruh'un 12 Havarinin üzerine çöktüğü gün olduğuna inanılır. İsa nın göğe yükseliş zamanı 25 aralıktır (gündüzlerin uzamaya başladığı tarih) ve nedense kutsal ruhun aşağı inmesi ilkbahara kadar bayağı bir zaman alıyor, sizce garip değilmi? Sakın bu kutsal ruh aslında 12 sarmaldan oluşan bir elektrik düzeneğinin üzerine yansıyan bir enerji akımı olmasın? Nedense bu sistemler düzeni bir kaç tanesi hariç bugün tapınak olarak kullanılıyor ve kimse içlerindeki rölyef, kabartma yada camların aslında ne için orada olduklarını bilmiyor. Kusura bakmayın sevgili kınalı kuzular.... bu oldukça hassas bir konu, bu nedenle daha fazla bilgi veremiyorum, ancak en azından artık bazı dini zırvaların temelini anlamış oldunuz. Tüm bu güneş takibi ve takvimler..... hepsi enerjinin ve yaşamın gidiş geliş (gel-git) sürecini hesaplamak içindi!

İlkbahar festivallerinin özellikle kuzey avrupada kutlanıyor olmalarının nedeni ise kışın donmuş akarsuların tekrar eriyerek akmaya başlamaları idi. Peki bu neden bu kadar önemli? İnsanlar kışın sumu bulamıyorlardı? Heryer buz halinde su ile dolu iken tek yapmanız gereken onu eritmekti. Yani sorun suyun eksikliği değil, onun akışkan halde olmaması idi. Eğer su ile elektrik iletmek isterseniz, bu suyun akışkan halde olmasını gerektirir. Buzda elektrik iletemezsiniz! Bu nedenle bu mayıs festivallerinde "Maypole" haricinde birde kutsal kuyuların yeniden canlanması kutlanır ve bu kuyuların çevresindede ayinler yapılırdı. Çünkü bu kutsal kuyular aslında günümüzde kullanılan yeraltı kablo ağının doğal hali idi, yani köyler ve kasabalar bu kuyular vasıtası ile elektrik elde ederlerdi. Bunun içinde suyun akışkan halde olması zorunlu idi. İngilizcede kutsal kelimesi "Holy" dir, delik kelimesi ise "Hole" dur. Tüm bu kuyularda yenilenme ve gençlik arayışının tek nedeni sudaki elektrik akıntısının hücreleri iyonlarla yüklemesinden ibarettir.
Sadece bir kuyu değil, bir kondansatör!

Tüm bu sistem çalışır halde iken yukarıda belirttiğim kılıçlar ile öne doğru işaret ederek plazma topları atabiliyordunuz. Flamberge tarzı kılıçlar ise bu plazma etkisi altında iken mavimsi bir ışıltıya sahip oluyordu. Kılıçlar arasındaki düelloda ise ortaya çıkan kıvılcımlar aslında elektrikten kaynaklanan efektlerdi. Bugün bu efekti sağlamak için iki kör kılıcı çarpıştırmanız gerekir, ki buda sadece eskinin kötü bir taklidi olur. 
Elf değil - Plazma kılıcı!

Plazma ile başka ne yapılabiliyordu peki? Tüm o antik yapılardaki kayaların, granitlerin yada duvarların düzlükleri sizi çok düşündürmüştü değil mi? Bunada kısa bir örnek vereceğim....
Burada plazma ile metal yada grantinin nasıl kesildiğini görüyorsunuz. Bıraktığı ize ve kesim açısına dikkat ettiniz değilmi?


Bu granit kayalar Kahiredeki tarih müzesinde duruyorlar. Kesik izlerine iyi bakın, dik şekildeler, yani hızar gibi bir cihazla yapılmış olsaydı yuvarlak hatlar görürdünüz. Plazma ile her türlü kayayı kesebilir ve ona bir şekil verebilirsiniz.

Eğer antik teknolojileri bugün gerçekten görebilseydiniz, büyük ihtimalle kendinizi sihir dünyasında zannederdiniz. Eski sihirbazların ne ile sihir yaptıklarını hatırlayın..... "Sihirli Çubukla"! Çubuğa sahip olan sihiri yapabilirdi ancak. Çubuk yoksa enerji akımıda yok.


Sihirmi elektrik mi?


Genel prensip olarak biliyorsunuzki yoktan birşey var olamaz, sadece var olan şey manipule edilebilir. Tüm bu sihirli değnekler, çubuklar yada kılıçlarda aynı şekilde etraftaki serbest enerji akımını bir anten gibi çekip onu konsantre edilmiş olarak yönlendirmek için kullanılırlardı. Bunun için bu "sihirbazlar" yere değen özel elbiseler kullanırlardı......
Elektrik - üzerinizden akıma devam eder ve giyene zarar vermez. Bu sayede bu eski savaş zırhınında aslında ne olduğunu anladınız sanırım. Bu zırh aynı zamanda size atılan plazma toplarınıda nötralize eder!

Biraz karmaşık gibi yazmak zorundayım, çünkü bu bilgileri internette açıklamanın ve bunların fazla dikkat çekmemesini sağlamanın tek yolu ne yazıkki bu. Sorusu olanlar yorum bölümüne yazsınlar, mümkün olan cevapları vermeye çalışırım. 

Heil Satan......

32 yorum:

  1. Enki güzel bir yazı.Tek bir sorum var.Elektrik akımının doğası akıp gitmektir.O resimlerde gösterdigin aslında kılıç olmayan şeyler elektriği depolayamazlar.Bu yüzden onlarla plazma yada elektrik topları atbilmen imkansızdır. Durum bu ise yerden kuyudan yada antenlerden aldığı enerjiyi sürekli olarak iletmeli bu silahlar fakat o zamanda kullanımı imkansız olurdu.Demekki o kazalarda tetik değil, akımı kesecek bir şey var.akımı başlatacak şey degil.?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kabzanın, yani el ile tutulan bölgenin sarmal yapısına dikkat ettinmi peki? Kılıç kendi başına bir cihaz değil, vücuda bağlı. Sadece el ile tutulurken kullanımı mümkün. Dediğin gibi olsaydı tüm o müzedeki kılıçlar, yılın belirli günleri durup dururken parlamaya başlarlardı.

      Kullanım şeklini canlı bir şekilde göstermeyi çok isterdim ancak ne yazıkki buna müsaadem yok. Flamberge tarzı kılıçları 2 elle tutmanın sebebi devreyi kapatmandır! Aynı şey rapierlerdede geçerli, sadece tutma metodu farklı. Kabzanın arkasındaki yuvarlak "şey" sana hiçbirşey ifade etmiyor mu?

      Sil
  2. Selam enki bu yazıyı okuyunca doksanlı yılların sonunda o zamanki gelecek hayallerimizde bugunkü yaşadığımız yıllara kadar herhalde uçan arabaları falan yaparlar diye düşünüyorduk. Ama gördüğüm teknolojinin sürekli gelişmesi bir yana kullandığımız tüm araç gereçlerin sadece şekil değiştirmesiydi. Tek fark vardı yeni çıkan herşey ne kadar janjanli olsada eski versiyonundan daha çürüktü.Muhtemelen bundan bir otuz sene sonrasinda yine benzer arabalar, benzer elektronik aletler olacaktir sadece sekli değisecektir. Herneyse konuyu dağıttım kadim atalarımız yanlış anlamadıysam eğer elektriği günümüze nazaran daha basit ve daha ucuz yolla üretip, dolaşımını sağlıyor bugünkü gibi zor ve pahalı yolu seçmeden. Burda kafama takılan soru bize teknoloji diye anlatılan geçmişin kötü bir kopyasından başka bir şey değil.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Koyunlara işe yarar bir teknoloji vermek asla esas amaç değildi. Çünkü bunu haketmiyorlar. Eğer adrenalin tutkunu bir extrem sprocuyu yaptığı kazadan sonra tekrar eski haline sokabilecek teknolojiyi sunsaydın, bu ona aynı şeyi bir daha yapmamasını mı öğretirdi yoksa tekrarlaması için cesaretlendirir miydi? İşte bu nedenle koyunlar gelişime uygun canlılar kategorisinde olmadıklarından, elde ettikleride buna uygun teknolojilerdir..... kendilerine daha fazla zarar vermelerini engellemek için.

      Sil
  3. Sarmal yapı doğanın her yerinde mevcut. Hayvanların kabuklarında, gezegen hareketlerinde, güneşin düşürdüğü izlerdeki druidlerin zaman hesaplamalarında... ouroborus ve sarmal sembolizmin benzerlikleri nelerdir ? Ikisi de başlayış ve çöküşü mü temsil ederler ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Doğada hiçbirşeyin sabit olmadığını ve herşeyin hareket halinde olduğunu buna bağlı olarak zamanla yok olacaklarını sanırım kendin görebiliyorsun. Doğum ve ölüm.... ve bunun sonsuz tekrarı doğanın kaçınılmaz sarmalıdır.

      Sil
  4. http://www.ancient-origins.net/sites/default/files/field/image/Seven-Branched-Sword.jpg
    bu kılıçta koreden büyük ihtimal aynı etki için kullanılıyordu

    dediğin gibi yaptım üstad kafamdaki ''ben'' ile dışarda olanın birbirleriyle hiç alakası yok bunun farkındaydım daha da farkında oldum kendi kendimi kandırıp onümdeki gerçekten kaçınıyorum
    ben akıllı koyun sınıfına giriyorum zaten
    ben 2012 de gece 5 gibi kalkmıştım birisi kafamın içinden konuşuyordu deney başarılı oldu bişeyler daha diyorlardı anlayamadım bu nedir
    birde meditasyon yapıp uyumuştum gece yarısı kalkarken etraftaki çevre geometrik şekillere büründü gözüm kapalı bir şekilde geometrik şekiller görüyordum korktum dedim delireceğm diye sonra vazgeçtim geri uyudum bu halusinasyon muydu
    eski gnostiklerin arkhonlar dedikleri şey çakralarmı
    biz şimdi ruhsal anlamda gelişmezsek direkt olarak yemek olacağız gelişirsek yemek olma süremiz uzayacakmı
    şuan birşeyler yapabilmek için olan döngüyü kaçırdık mı yoksa hala birşeyler yapılabilirmi

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gönderdiğin kılıcın kabzası özellikle demonte vaziyettedir! Bu sayede onu bir sembol çubuğu gibi sergilerler ve esas kullanım şekli gizli kalır.

      Sana ne olduğunu kısaca anlatayım. İnternette seyrettiğin videoların etkisinde kalmışsın - hepsi bu. Fazla abuk subuk ancak "ya gerçek olsaydı" hissi veren videoları seyrediyorsun çünkü önündeki realiten seni kesmiyor.... istiyorsunki daha ötelere gidebilesin yada göğe yükselebilesin ve bunu sana vaat edenlerin videolarınıda ısrarla seyretmektesin.

      Arkonlar astrobiyolojik simgelerdir ve çakra değillerdir. Ruhsal anlamda gelişme dediğin şey nedir? Onu bir izah et lütfen, ondan sonra sana yazayım.... çünkü sanırım neyden bahsettiğini bile bilmiyorsun.

      Sil
    2. ruhsal gelişme dediğim şey bilinci yükseltmektir ben çocukken durup dururken gözümün önü karardı gibi oldu çevreyi farklı bir bilinç haliyle görmeye başladım aslında sanki hiç görmediğimi hissettim sanki gerçekten bakmıyordum sonra bu keşfettiğim bilinç halini sürekli uygulamaya başladım.kafamın içinde düşünceler bir bir yağıyordu düşünceleri durduramıyordum düşüncelerime odaklandım onları hergün düzenli kontrol ettim düşünce akışı azaldı belli bir yerden sonra .gerçekten yapmaya çalıştım gerçekten görmeye uğraştım gerçekten gördüğümde çevremin renklerini görebiliyordum belli bir konsantrasyona ulaştıktan sonra vizyon bile görebiliyorum gözümü kapatıp duygulardan uzaklaşırsam (ama gördüklerim rastgele oluyor) görebiliyordum. sürekli bu duyma görme yürüme egzersizlerini yaptım sonra kendimin aslında ben olmadığını farketmeye başladım ben ben değildim çoğu hareketim mekanize gerçekleşiyordu.çevremin iki boyutlu olduğunu bizzat hissetmeye başladım gördüğüm görüntü sanki kağıda çizilmiş bir küp gibi.
      şimdi ruhsal anlamda gelişme dediğim şey gerçekten ben olmaktır yani yalandan bir ben değil çünkü gerçekten olduğum zaman elektrokinezi bile yaptım.
      bunlar dışında farklı egzersizlerde yapıyorum hermesçi bilimlere giriş diye bir kitap var franz bardonun yazdığı onun içindeki egzersizleri ilerletiyorum.mesela yaşam enerjisini imajine edip elime ayağıma iç organlara doldurdum bilincim sanki hep ensemde gibiydi bilincimi beynimin ön lobuna kaydırmaya çalıştım(ajna yoga) nefes takibi nefes egzersizleriyle uğraştım(ateş nefesi gibi).bedenimi belli pozisyonlarda zorladım irade sahibi olmak için(herhangi bir eziyet verici duruşta 1 saat durdum mesela).bunlar dışında birsürü şeylerle uğraştım genel hatlar böyle

      Sil
    3. önümdeki gerçeklikten kaçmaktan ziyade kısa bir hayatım var ve ne olduğunu nasıl olduğunu çözmek zorunda hissediyorum yoksa normal bir hayat bana daha rahat geliyor

      Sil
    4. Sana en başından beri ne yapman gerektiğini en gerçekçi şekli ile yazdım ancak anladığım kadarıyla sen metafizik alana ve onun mistik yanlarına fazla ilgi gösteriyorsun. Bunun esas nedeni buradaki hayatı yeterince ilgi çekici bulamıyor olman olmasın? Yada bu hayattan beklediklerinin öyle şıp diye gerçekleşmemiş olması? Tüm bu ruhsal yada bilinçsel gelişim antremanları ile aslında kendini aldatmaya ve kandırmaya çalıştığını neden görmek istemiyorsun?

      Kim sana bilincinin beyninin bir bölgesinde olduğunu söyledi? Kitabını yada öğretisini satmaya çalışan bir bilim adamı yada guru değil mi? Sende kulağa hoş geldiği ve mistik bir çağrışım yaptığı için tıpkı diğer gerçeklik ötesi var olmaya çabalayan koyunlar gibi bu kervana takıldın. Bilinci şuradan itip buraya getiriyorlarmış demek! Peki bu itilip kakılan şeyin bilinç olduğunu nereden biliyorlar? Bahsedilen bilincin vücudun orasında yada burasında olmanın bu hayatında sana faydası nedir? Dağları yerindenmi oynatacaksın? Metalimi eğeceksin? NE olacak?

      Tüm o eziyet verici egzersizler ve getirisi olmayan meditatif deneylerin aslında sadece birer zırva olabileceği fikri aklına gelmedimi hiç?

      Bilinç yada ruh dediğin şey vücudunun içinde değilki sen onları fiziksel egzersiz ve eziyetlerle manipule edebilesin!!! Vücudun ve onun bileşenleri (örn. amigdala) sadece bir arayüzden ibaret. Ruhsal gelişim dediğin şey senin kendini geliştirmen değilde nedir? Kendini geliştirmenin yoluda birşeyler yapmaktan geçer..... meditasyonla mantralar sayarak aslında sadece eski bir teknolojiyi taklit etmektesin bunun farkında bile değilsin, çünkü sana mantraların oluşturduğu titreşimlerin ruhu yükselttiğini ve geliştirdiğini söylediler yada sen bunu böyle okudun.

      Eğer sana bir lamborghini verilse ve sadece içinde oturup motoru çalıştırman ve motorun titreşimleri ile hareket etmeyi denemen söylense bunu deneyecekmisin? Hayır mı!? Fakat sen aslında kendinle tam olarak bunu yapmıyor musun? O fantastik arabanın içindesin, 420lik ibreye bakıyorsun, motorun gürültüsü seni heyecanlandırıyor, müziği gümbür gümbür açıyorsun ve gaza basmak için bir şeyin olmasını bekliyorsun! Beklerken yanından bir sürü araç geçiyor ve hepside sana "manyak mıdır nedir" diye bakıyor. Bazı araçları görüyorsun... boyaları dökülmüş, hafif paslı, yandan darbe almış, önden darbe almış, dikiz aynası kopmuş, bir tekerinin havası gitmiş......

      Ve sen bunların benzerinin başına gelmesinden korkutuğun için yerinde kalmayı, hareket etmemeyi tercih ediyor ve kendini avutmak içinde saçmalamayı mistik bir çözüm sanıyorsun.

      Eğer burada ve şimdi birşeyler yapmazsan, seni ne bir diploma nede bir promosyon bekliyor olacak. 16 sene evinde hareketsizce oturan birine diploma verildiğini gördün yada duydun mu? Hayır?! Sence neden? İnsanlar yükselişi ve arınmayı yaptıkları şeyler vasıtasıyla elde ederler.... meditasyon, egzersizler ve mantralarla değil.... bunları hobi olarak uygulayabilirsin ancak hayatının odağı olamazlar.

      Bizler bilinç yada ruh olarak vücutların içinde değiliz, onu çevreliyor ve kullanıyoruz..... hepsi bu. Yapmakta olduğun tüm o egzersizler bu yüzden manasız şeylerden ibaretler.

      Sil
    5. Enerjik yapımız vucudumuzu çevriliyor ve bu bağlantıyı sağlayan bileşenlerimiz/organlarımız vasıtası ile mi kontrol ediyor? Böylece bu beden eskidimi baska bir bedene enkarne olarak devam ediyor?

      Sil
    6. Bir sorum daha olacak ENKİ; bu avatar tarzı veya zihin aktarımı projeleri ile yapılmak istenen enerjik yapımızın teknolojik olarak başka bir bedene veya makineye aktarım çalışması mı?

      Sil
    7. Doğrudan eterik enerji pili olarak kullanılmanız için. Robot düzeneği sadece bir konserve görevi görüyor.

      Sil
    8. Yanlış anlamadıysam şarz edilmeden çalışan daha doğrusu bir kullanıcıya ihtiyaç duymayan robotlar yapabilme amacımı oluyor?

      Sil
    9. "Enerjik yapımız vucudumuzu çevriliyor ve bu bağlantıyı sağlayan bileşenlerimiz/organlarımız vasıtası ile mi kontrol ediyor? Böylece bu beden eskidimi baska bir bedene enkarne olarak devam ediyor?"

      Bizler vücuda enerjiyi çakralar aracılığı ile aktardığımız sürece çalışmaya devam ediyor. Vücudun işlevi bitincede yeni bir vücuda geçiyoruz. Buna bir nevi simbiyotik ilişkide diyebiliriz. Ne biz vücut olmadan nede vücut biz olmadan işe yarar. Tek fark bizim sonsuz, vücudun ise sonlu olması.

      Sil
    10. "Yanlış anlamadıysam şarz edilmeden çalışan daha doğrusu bir kullanıcıya ihtiyaç duymayan robotlar yapabilme amacımı oluyor?"

      Oldukça açık ve net yazdığımı düşünüyorum.
      https://images-na.ssl-images-amazon.com/images/G/01/electronics/detail-page2/ni-mh_battery_lrg.jpg

      Koyunların eterik enerjisi o robotların içinde başka bir şey için enerji kaynağı olarak kullanılacaklar. Robot kapsülünün amacı koyunları içinde hapsedebilmek.

      Sil
    11. Teşekkür ederim açıklama için ENKİ. Biz olmadan vücudlarımızın konserve kutusundan bir farkı yok ozaman. Peki bu düzen evrende varolan tüm organizmalar içinde geçerli olmakta. Benim merak ettiğim evren okulunda bizler her organizma olabiliyormuyuz yoksa her organizmanın eterik enerjisi farklı mı?

      Sil
    12. "Koyunların eterik enerjisi o robotların içinde başka bir şey için enerji kaynağı olarak kullanılacaklar. Robot kapsülünün amacı koyunları içinde hapsedebilmek"

      Böylece koyunların tekrar vücut bulması engellenmiş mi olacak onlara sonsuz yaşam vaadi ile?

      Sil
    13. Bizler herşeyiz, herşeyde biz.... bunu anladığın zaman kafanda tüm bu tarz soruların cevabını bulmuş olursun. Senin sorduğun sorular daima birbirinden ayrı şeylerin aralarındaki bağlantıları üzerine, ki buda seni "farklı" olduğunu zannetmeye itiyor. Şunu unutma, herşeyi bilmiyoruz ve bilemeyeceğizde.... önemli olan sadece şimdi yaşadıklarımız, yaptıklarımız ve bunlara bağlı elde ettiğimiz tecrübeler - hepsi bu! Bir bütünün boyutlar ve katmanlar arasındaki subjektif dağılımından ibaretiz.

      Sil
    14. "Böylece koyunların tekrar vücut bulması engellenmiş mi olacak onlara sonsuz yaşam vaadi ile?"

      Bu yolla artık doğum yani üreme tamamen koyunları hapsedenlerin elinde olur ve nüfus enerji ihtiyacına göre yapay olarak düzenlenir. Bu konuyu daha fazla genişletmek istemiyorum.... bu son cevabım olsun.

      Sil
    15. Enkinin önceki yazıları ve kendi mantığıma göre her enerji kendine ait bir beden buluyor. Yani bedenlerimiz enerjisel yapının fiziksel dışa vurumu.

      Sil
    16. Son cevap için bir kez daha teşekkür ederim ENKİ. Önemli olan "mevcut hayatımıza" odaklanmamız. Bu konu hakkında daha soru sormayacağım.

      Sil
    17. @Ali
      Evet... ne ekerseniz onu biçeceksiniz.

      Sil
    18. Enki, Ali'ye verdiğin cevaptan anladığım kadarıyla bu hayatımızda yaptıklarımızın sonuçlarını bir sonraki hayatımızda yaşayacağız. Yani eğer cesur bir elit gibi sorumluluk alır ve tehlikeli görünen hayata atılırsak bir sonrakinde güçlü bir ailenin içinde haklı olarak yüksek imkanlarla doğacağız. Fakat diğer koyunlar gibi yaşayıp kolayı seçersek de bir sonraki hayata daha ezik ve silik olarak doğacağız. Doğru anlamış mıyım?

      Şimdi burada kafamı karıştıran bir şey var. Mevlana'nın şöyle bir sözü var:

      "Ben de cansız varlıkken öldüm, yetişip gelişen bitki oldum; bitkiyken öldüm, hayvan biçiminde tezahür ettim. Hayvanlıktan geçip öldüm, insan oldum; öyleyse ölmekten korkmak niye? Hiç daha kötüye dönüştüğüm, alçaldığım görüldü mü?

      Buna ve reenkarnasyon hakkında okuduklarıma göre ise ruhun(ya da her neyse onun) geriye doğru gitmesi söz konusu değil. Sonuçta ne kadar berbat bir hayat yaşasak da hiç yoktan bir şeyler deneyimliyoruz. Mesela erkekler kadınlardan her konuda üstün olduğuna göre, bir erkeğin bedeni öldüğünde bir kadın olarak ya da belki bir hayvan olarak tekrar doğması mümkün değil. Yoksa mümkün mü?

      Sil
    19. İnsanın hayvana ve ya başka calıya dönüşmesi inkansız diye düşünüyorum. Çünkü insanın genetik yapısıyla hayvanın genetik yapısı aynı değil. Eğer enerjik yapı insan genetiğiyle uyumluysa başka bir şeye dönüemez diye düşünüyorum.

      Sil
    20. Hepiniz ben "Biz herşeyiz ve herşey biziz" derken ne dediğimi anlamaya çabalamak yerine reenkarnasyonda upgrade olup olmayacağınız üzerine kafa yoruyorsunuz. Bizler bir bütünün parçasıyız, ondan kopuk kendi başına bir vücut arayan enerji oluşumları değiliz..... Bu basit sonucu idrak ettiğiniz zaman ilerlemeye başlarsınız..... bir sonraki reenkarnasyonda hangi kişi, şahıs yada cinsiyet olacağınızı hayal ederek değil.

      Sil
    21. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    22. Burada Enkinin bahsettiği herşey biziz cümlesi hepimiz aynı özün farklı parçalarıyız anlamına geliyor. Durumu bilgisyar kodları gibi düşünürsek tüm bilgiler 0 ve 1 den oluşuyor ama farklı birleşimler farklı oluşumları oluşturuyor. Yani bir elitle bir koyun yada bir hayvan tabiki aynı olamaz ama bu aynı öze sahip olduğu gerçeğini değiştirmez.

      Sil
    23. Ali, dediğini anladım. Fakat anlatmaya çalıştığım şu. Bir eli ve parmakları düşünelim. Başparmak, yüzük parmağından bağımsız bir varlık değildir. Ele ve dolayısıyla elin sahibi olan insana aittirler. Şimdi başparmağın yüzük parmağını manipüle edip kendi işlerini de ona yaptırdığını farzedelim. Başparmak kral gibi yaşarken yüzük parmağı eşek gibi çalışıyor. Fakat sonuçta iki parmak da insana ait ve bir parmağı rahat rahat dinlenirken bir diğeri gereğinden fazla çalışıp iki kat yoruluyor. Şimdi burada kim kârda kim zararda? Bir parmak gereğinden fazla çalıştığı için vücuda zarar veriyor, fakat onun fazla çalışmasına sebep olan diğer parmak da aynı vücuda bağlı olduğu için aslında bu zarardan kendi de etkileniyor. Karma felsefesinden benim anladığım bu. 'Ne ekersen onu biçersin' sözünün bana ifade ettiği şey bu. Yani demek istediğim bence Enki bize bu oyunu nasıl daha iyi oynayacağımızı öğretiyor fakat nasıl oynarsan oyna bir önemi yok çünkü oyunun bir amacı da yok. İster risk al heyecanın doruklarına var(elit), istemezsen de uslu bir çocuk ol diğerleri napıyorsa onu yap ve sıkıcı bir şekilde oyna(koyun). Ra bilgilerini okuyup benimsediğimde de aynı boşluğa düşmüştüm. Kitapta 7 boyut olduğundan, 1 den 7 ye kadar hepsini tek tek geçmeye çalışıp başarılı olabilirsen diğer gerçekliğe(evrene) geçip bu yeni ve değişik evrende tekrar 1. boyuttan başlayıp 7. ye doğru ilerlemeye çalıştığımızdan, bütün bunlarınsa sonsuza kadar tekrar tekrar devam ettiğinden bahsediliyordu. Yani bütün bu curcuna aslında bizim yalnızlıktan sıkılıp(tanrının yalnızlığı), kendimizi farklı bedenlere yerleştirip, sanki birbirinden farklı ve ayrı kişilermiş gibi davranmamızdan kaynaklanıyor. Bütün bu gizem, öğrenilmek üzere bekleyen sonsuz bilgi, yaratıcılarımızın sırları, dünyanın-evrenin sırları... Bunların özünde bir anlamı yok ve beni rahatsız eden de bu. Ancak ne anlamı ve amacı olabilirdi ki zaten? Sanırım yapılması gereken tek şey şu: Deneyimle, ders çıkar, kendini geliştir, yüceliği hisset, dibine kadar yaşa ve gerisini boşver.

      Sil
    24. Bir düşün.... sen herşeyi bilen, herşeyi gören ve tüm güce sahip olan bir tanrısın. Tüm bu sahip olduklarınla yapabileceğin tek şey ancak şuan yapıyor olduğun şey olurdu: en başından başlamak!

      Burası şuan senin "sürpriz oyun" odan. Bu yüzden hatırlamıyorsun, bilmiyorsun ve henüz anlamıyorsun. Hayatın kendi başına bir amacı yoktur - onu sen yaratırsın! Var oluşun ise tek bir amacı vardır: onu yok etmek (tüketmek)! Ra bilgilerinden edindiklerin senin gibi birçok insana aynı şeyi yapıyor: hayattan soğutuyor ve herşeyi anlamsız kıldırıyor. O bilgilerde Tanrı ile senin arandaki farkın ne olduğunu yazmadığı dikkat çektimi peki? Tanrı sadece var oluşun kendisidir, ne ise o dur, dingin, hazır, orada..... ancak sen o var oluşu bütünüyle yaşayıp deneyimleyecek olansın..... bu açıdan ne kadarda kıskanılacak halde olduğunu tabiki henüz anlayabiliyor değilsin..... ama anlayacaksın.

      Sil