18 Şubat 2018 Pazar

KURBAN GELENEĞİNİN BAŞLANGICI

Merhaba sevgili moronoalegoriler,

Bugün sizlere yeni bir masal anlatacağım. Bu masalı üzün süredir yazmayı istiyordum ve sonunda mümkün oldu. Oldukça eski olan bu masalın orijinali bugün hayırsever bir ailenin kasasında saklanıyor. Saklanan ise 48x40cm ebadında ve 6cm kalınlığında bir koyu kırmızı mermer taş. Bu mermeri özel kılan şey ise ilk olarak rengini gerçek kandan almış olmasıdır. Mermer kurban kanlarının taşlaşmış halinden tablet haline getirilmiş. Örnek vermek gerekirse, renk ve görüntü olarak aşağıdaki mermer oldukça yakın.


Üzerindeki yazılar ise günümüzde kayıt edilmemiş bir lisanda yazılmış. Bu lisanı bahsi geçen ailenin sadece 3 ferdi okuyabiliyor (geleneksel olarak daima 2 erkek ve 1 kadın) ve hepside bu lisanı bir sonraki nesle öğretiyor. Harflerin ebadı ise 4-5mm kadar ve eğimli kabartmalar olarak yazılmışlar. Bu yazıların körler tarafındanda okunabilecek şekilde olduklarını belirttiler, ancak nasıl olacağını anlatmadılar. Yazılarda bir hece yada kelime aralığı yoktu. Ancak bu tableti çok özel yapan birşey vardı! Yazı 9 açıdan okunuyor ve buda 9 tabletlik bir yazıyı tek tablete sığdırıyordu. Bunun için sadece yaklaşık 20 cm lik bir mum kullanılıyor ve mum tabletin kenar ortasına 4 parmak mesafede yada köşelerin 2 parmak mesafe ucuna koyulduğunda ortaya çıkan gölge formasyonu yeni bir yazıyı açığa çıkarıyordu. Bunada "görünmeyeni okuma" sanatı diyorlardı. Kabartmaların neden engebeli olduğuda bu gölge sisteminin işleyişinde anlaşılıyordu. Her açıda ortaya farklı bir harf sembolü çıkıyordu. 

Tablet  10 cm derinliğinde, dış yüzeyi Keltlerinkine (Celtic) benzeyen, kabartmalı ince işlemelerle kaplı küvete benzer metalik bir kutunun içinde, kadifemsi kaplamalı yumuşak haznede barındırılıyor. Kutunun üzeri ise 2 cm kalınlığında kurşun geçirmez cam ile kapatılıp, köşe uçlarda ve kenar ortasında bulunan deliklerden geçirilen "Г" şeklindeki metal çubuklar yerlerine oturtulup sola 45 derece döndürüldükten sonra alt kısımda asma kilitlerle kilitleniyorlar. Her bir kilit ise kendine özgü ve diğerlerinden farklı. Kilitlerin açılabilmesi için aile fertlerinin en az dördünün orada bulunması gerekiyor. Aslında kilitlerden öte, tabletin kasasından alınabilmesi için 4 kişi gerekiyor. 

Tabletin bulunduğu kasanın bir kapısı yok, sadece oval bir açıklığı var ve tablet kasanın içinde sanki yer çekiminden etkilenmiyormuşçasına öylece 45 derece açıyla karşınızda havada süzülür şekilde duruyor. Kasa sanki tek bir beyaz mermerden oyulmuş gibi görünen yaklaşık 10 metre çapındaki bir mahzenin ortasında tavana ve tabana ince bir hat ile bağlantılı bir koza gibi duruyor. Kasanın oraya sonradan koyulduğu belli oluyor. Kasanın ilginç tarafı ise öndeki açıklıktan elinizi içeri soksanızda nedense tablete ulaşamamanız. Ayrıca kasanın içi siyah ötesi karanlık, sanki bir kara delik gibi - hiçbir ışık yansıması yok, buna bağlı olarakta hiçbir şekilde içine 10 saniyeden uzun süre bakamıyorsunuz - oldukça rahatsız edici bir bulantı hissi oluşuyor. Tableti almak için ne kadar ileri uzanırsanız uzanın sanki tablet elinizden hep 5 cm ileride kalıyor. Kasanın içinde ikende vücudunuz sanki kollarınızı algılamıyor. Beyniniz vasıtasıyla verdiğiniz hareket sinyalleri kollarınıza 4-5 saniye sonra ulaşıyor sanki. Bunun nedenini bana burada zannettiğim şeyin aslında burada olmamasına bağladılar. Kozanın başka bir yeri yansıtan bir aracı cihaz olduğunu söylediler (Beynin gönderdiği elektrik sinyallerinin ışık hızında hareket ettiklerini varsayarak, mesafenin 1.2-1.5 milyon km uzakta olduğunu düşünebiliriz). Ancak oradan nasıl 4 kişi vasıtası ile aldıklarını göstermediler.

Tabletin ana baskısının, yani mum ile bakılmadan görünen yüzeyin temel tarihlerinin başlangıcını anlattığını söylediler. Mum ile bakılan açıların geçmiş-şimdi-gelecek hakkında bilgi verdiğini, diğer 5 açınında öğütler içerdiğini söylediler (öğüt kısmını söylerken bununla sadece "bunu sana söylemeyeceğiz ama en azından kafanda soru işareti olmasın" demek istediklerini anlamak zor olmadı). Dediklerine göre senede belirli bir gün tableti inceliyorlar, çünkü tabletteki organik kalıntı sayesinde kabartmalarda sürekli gelişmeye devam ediyorlar ve buda gölgelerde yeni yazıların ortaya çıkmasına neden oluyormuş. Okuduklarının ise evrenin hareketlerinin izdüşümleri olduğunu söylediler ve başka bir açıklama yapmadılar..... o andan itibarende daha fazla soru sormamam gerektiğini anladım. Artık (her ne konu olursa olsun) onların bana anlatmasını bekleyecektim....

Tableti onun için özel olarak yapılmış bir tekerlekli sehpanın üzerine koyup kasa odasında çıktık ve yaklaşık 20 metrelik bir tünelin sonundaki odaya girdik. Tünelin yapısı ne doğal yol ile oluşmuş bir yapıyı nede oyulmuş olduğu fikrini veriyordu. Gördüğüm şey bana sanki organik bir şeyin taşlaşmış haline baktığımı söylüyordu. Girdiğimiz oda dikdörtgen şeklinde, yine tek bir beyaz mermerden oyulmuş gibi bir görünümde idi. İçeride sadece 8 tane tek kişilik koltuk ve bir tanede taht koltuğu vardı. Koltuklar taht koltuğunun önünde yay biçiminde yerleştirilmişlerdi. Girişin solundaki duvarda bir tane içecek dolabı ve üzerindede porselen bir çaydanlık ve çay fincanları bulunmaktaydı. Tablet sehpasını tahtın önüne getirdiler ve orada tableti incelemeye ve aralarında bakışmaya başladılar. Aradan 5 dakika geçmişti ve bir an çaydanlığın ucundan buhar çıkmaya başladığını fark ettim.... şaşırmıştım, çünkü odaya girdiğimizde çaydanlıktan buhar çıkmıyordu. Tamda o anda "leziz bir çaya ne dersiniz?" ne dersiniz diye sordular ve bende "memnuniyelte" diyerek karşılık verdikten sonra odaya bir bayan girip çay servisi yapmak için hazırlık yapmaya başladı. O anda da diğerleri koltuklarda yerlerini almaya başladılar ve sürekli olarak birbirlerine tebessümle bakıp inceden selamlaşır gibi başlarını salladılar. 

Hizmetçi "servis etmemi arzu edermisiniz?" diye sorduğu anda içeri bir kişi daha girdi ve doğrudan tahta gidip oturdu. Herkese tebessümle bakıp onları başını sallayarak selamladı.... Sonrada bana bakmaya başladı.... beni bayağı bir süzdü. Ancak bakışlarında sanki benim ben zannettiğim şeyin haricinde birşeye bakıyormuş gibi hissettim. Sanki bana bakmıyor, beni okuyordu. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı ve koltuğuna yaslandı. Hizmetçiye "lütfen çayları servis edin" diye seslendi. Herkes fincanını elini alıp birer yudum aldı ve yine aralarında bakışıp tebessümle başlarını sallamaya başladılar. Bir an bu yaptıklarının bir jest yada işaret olmadığını, onların aslında telepat olduğunu anladım. Tüm o sessizlik süreci boyunca aslında sürekli olarak iletişim halinde idiler ve bu nedenle her birisi hiç çağırılmamış olduğu halde tamda olması gerektiği anda, sanki bir start düdüğü verilmiş gibi, orada oluveriyordu. Bir an tableti almak için o kasaya uzanmayı istemeden ona uzanmış olduğumu idrak ettim. Bunu bana onlar yaptırmıştı..... Artık oradaydım, onlarla aynı odada ve bunun onlar için bir amaç teşkil ettiği belliydi. Bu yüzden beklemeye başladım ve tamda o anda (yine) tahtta oturan bana doğru dönüp "Enki, senin bugün aramızda olmandan dolayı çok memnunuz ve bize bugün burada katılmayı tercih ettiğin için sana bilmek istediğin bir sorunun cevabını verebilmeyi umuyorum" dedi. "Biliyorum bilmek istediklerinin bir sonu yok, ancak bir başlangıcın hikayesinin ileriyi aydınlatacak güçte olabileceğini sanırım sende kabul edersin. O zaman ailemizin başlangıcı ile başlamama ne dersin"....... diye sordu ve bende "memnuniyetle" diye cevapladıktan sonra bir an için sanki odanın ışığı hafif karardı..... sanki sinema salonundaki perde açılmış ve ışıklar söndürülmüş gibi bir histi bu. Tahtta oturan artık benim sinema perdem idi ve anlatmaya başladı.
*******
Bundan 282328 yıl önce yaratıcılarımız bizleri 10 erkek ve 10 kadın olarak yaratıp, her bir erkeği bir diğer kadınla birleştirerek bu yüzeye yerleştirdi. Her çifte 10 hektar araziyi pay biçtiler. Yaratıcılar bizimle kalıp bize ev yapmayı, hayvan bakmayı ve balık tutmayı öğrettiler. Yolumuzu bulalım diye bizlere gündüz ve gece yön bulmayı öğrettiler. Bizleri kendi başımıza bırakmadan evvel yaratıcıların bilgeliğinin ışığında yürümemiz için bizlere ateş yakmayı öğrettiler ve uymamız gereken temel kuralları ve bunlara uyulmamasının getireceği sonuçları sıraladılar.

  • Her çift en fazla iki çocuk sahibi olacak.
  • Her 1 çocuk 1 ebeveynin yerini alacak.
  • Her 1 erkek kendine diğer ailenin 1 kızını eş alacak.
  • Her 1 kız kendine diğer ailenin 1 oğlunu eş bilecek.
  • Her aile en fazla 8 kişiden oluşacak.
  • Her aile aynı evde barınacak.
  • Her aile en fazla 10 büyük hayvan besleyecek.
  • Her aile en fazla 20 küçük hayvan besleyecek.
  • Her aile bildiklerini diğer ailelerle paylaşacak.
  • Her aile öğrendiklerini diğer ailelerle paylaşacak.
  • Her aile doğanın dengesine uyumlu yaşayacak.
  • Eğer aile 7. günün ardından 8 kişinin üzerine çıkarsa toprak hakkını diğer ailelere devreder ve o toprakta yapabileceği herşey için diğer ailelere talep ettiklerini karşılık olarak öder. 
  • Eğer aile kendine 2. bir barınak yaparsa bunun için diğer ailelere talep ettiklerini karşılık olarak öder.
  • Eğer aile 7. günün ardından 10 büyük hayvanın üzerine çıkarsa hayvanların hakkını diğer ailelere devreder ve her bir hayvan için diğer ailelere talep ettiklerini karşılık olarak öder.
  • Eğer aile 7. günün ardından 20 küçük hayvanın üzerine çıkarsa hayvanların hakkını diğer ailelere devreder ve her bir hayvan için diğer ailelere talep ettiklerini karşılık olarak öder.
  • Eğer aile diğer ailelerden bir şeyi gizli tutarsa herşeyi diğer ailelere paylaşılır ve oradan sürülür yada onların malı olur.
  • Eğer aile diğer ailelere öğrendiklerini paylaşmazsa herşeyi diğer ailelere paylaşılır ve oradan sürülür yada onların malı olur.
İlk yıllarda hayvancılığı geliştirdik, onların bakımını, korunmasını ve yemlenmelerini kolaylaştırdık. Hayvanların derisinden elbise yapmayı ve etlerini saklamayı öğrendik. Balıklarıda çiftlik gibi havzalara çekerek orada beslemeye başladık. Tohumla ekmeyi öğrendik. Bu sayede bizden çok uzaktaki bitkileri yakınımızda yetiştirmeye başladık. Sanki herşey kontrolümüzün altında idi. Ne kadar istersek o kadar üretebilirdik. Bunu başardıkta.... felaket sonuçlarla!

Nehirdeki balıkların neredeyse hepsini koca bir havzaya topladık ve buda balıklardan beslenen ayıları aç bıraktı. Ormandaki geyik ve domuzları çiftliklerimizde toplayınca bu ormandaki kurtları aç bıraktı. Uzakta duran bitkileri yakınımıza getirince buda onlardan beslenen kemirgenleri bize çekti. Açlıktan gözü dönmüş kurtlar 1 ailenin çiftliğine saldırdı ve tüm hayvanlarını öldürdüler. Ertesi gün aç ayılar balık havzasına giremedikleri için balığın kokusunu takip edip 1 ailenin erzak deposunu yerle bir ettiler. Ardından kemirgenler, sinekler ve sürüngenler gelmeye başladılar. Her yerimizi sarmışlardı sanki, yaratıcılara bize yardım etmeleri için yalvardık ama kimse yardıma gelmedi ve işte ilk o anda tanrıların koyduğu kuralların sonundaki "Her aile doğanın dengesine uyumlu yaşayacak" kuralının cezasının şuanda yaşamakta olduğumuz şeyler olduğunu anladık...... tam o an diğer tüm kurallar en alttakinin kendini bu yolla idrak ettirmesi ile anlaşılmıştı. Dengeyi bozmuştuk ve karşılaştığımız şeyde bunun sonucu idi. İlk defa dengenin ne olduğunu anladık. Bu bize ölüm ve yaşam arasındaki çizginin işte bu dengeye bağlı olduğunu göstermişti. 

Balıkların sadece gereken miktarı havzada tutulup kalanı nehre bırakıldı. Geyik ve domuzların sadece ihtiyaç olan miktarı çiftliklerde tutuldu gerisi ise ormana salındı. İhtiyaç fazlası bitkiler söküldü. Ertesi gün şaşırtıcı birşey oldu... serbest bırakılan geyik ve domuzlar geri dönmüştü. Onları serbest bırakmıştık ve sanki yine çitin arkasına geçmek için onlara yardım etmemizi istiyorlardı. O anda anladık ki eğer bir canlıyı doğal ortamından alıp beslemeye başlarsanız, size bağımlı kalırlar. Onlar güvenlik ve yiyecek karşılığında bize hayatlarını, etlerini ve derilerini hediye etmişlerdi. Bunu - yaptıklarımızın doğru olduğuna bir işaret olarak yaratıcıların bir lütfü zannetmiştik. Zamanla birçok hayvanın biz onları beslemeye başladıktan sonra bizi besleme yerinde beklediklerini gördük. Onları çitlerin arkasına almıyorduk, hepsi özgürdü ama yinede bize gelmeyi tercih ediyorlardı. Anladıkki bunun yaratıcılarla bir bağlantısı yoktu, hayvanlar tercih yapıyordu: kolay yaşam ve zor yaşam tercihi. Zor yaşamda kendi başlarının çaresine bakmak zorundalar ve buda onları bağımsız yani vahşi yapıyordu. Kolay yaşamda ise başlarının çaresine bakılıyordu ancak hayati kararları onlar için bu kolaylığı sağlayan bizler veriyorduk. 

Kurtları yada ayıları uzak tutmak için bu beslediklerimizden bir kaçını öldürüp onlara bırakıyorduk. Onlar kokumuzdan bu hediyeleri kimlerin onlara bıraktığını anlayıp bize saldırmayı bırakıyordu. Bu sayede kendi hayvanlarımızın ve kış stoğumuzun güvenliğini sağlıyorduk. Vahşilere 6 gün yem bırakıyor ve 7. günde bir tanesini yakalayıp diğerlerine bırakıyorduk. Hayvanlar bu döngüyü bilmelerine rağmen yinede yeme geliyorlardı ancak o gün aralarından hangisinin yakalanacağı belli olmuyordu. Buda onlara yeme yaklaşmak için cesaret veriyordu. Bir gün kurtlar çiftliğe saldırdı ve 4 hayvanı öldürdüler. Anlaşmayı bozmuşlardı! Tüm aileler toplanıp peşlerinden gittik ve 20 tanesini öldürdük. Alfa kurdu yakaladık ve tüm kurtların bizi çevrelemesini bekledik.... hepsinin bize doğru baktığı anda Alfanın kafasını kestik ve bizden öldürdükleri bir geyiğin başı ile yan yana yere koyup oradan uzaklaştık. O günden sonra, biz yemleme geleneğimize devam ettik ve kurtlarda bir daha bize saldırmadı. 
...................

Aileler artık 8er kişi idi ve en büyük sınavımız ile karşı karşıya idik. 5 ailenin kızları hamile kaldılar. Kurallar belli idi. İlk bebek doğdu ve 4. günde babalar toplandı. Aileye tercih yapmaları için son 3 günleri olduğunu ve tercihlerinin kendi kaderlerini belirleyeceklerini söylediler. Baba - torun kızını, yeni oğlunu ve  doğan bebeği çok seviyordu. 3 gün boyunca evinin çatısında oturup güneşi seyretti. 8. günün sabah idi ve tüm aile babaları gün doğumu öncesi evlerinin önüne geldiler....... baba çatıdan aşağı indi ve güneş doğarken dizleri üzerine çöküp kollarını omuz hizasına kaldırıp avuçlarını toprağa döndürdü. Böylece toprak hakkını diğer ailelere devretmiş oldu. Artık kestikleri her büyük hayvanın sadece 9da 1i onlara kalacaktı. Artık 1 yumurta alabilmek için 9 yumurta vereceklerdi. 

Aradan 16 gün geçti ve 2. ailenin kızı doğum yaptı.... 4. günde 8 baba onların yanına gitti ve babaya tercihini sordular. Ona yaratıcıların kurallarını ve bir önceki babanın durumunu hatırlattılar. Baba tereddüt etmeden dizleri üstüne çöktü toprak hakkını diğer ailelere devretti. Artık kestiği her büyük hayvanın 8de 1ini alacaktı. Artık 1 yumurta alabilmek için 8 yumurta verecekti.... Diğer 2 babada aynı kararı verip toprak haklarını diğer ailelere devrettiler. Haklarını devreden aileler artık kestikleri her büyük hayvanın 6da 1ini alacak ve 1 yumurta için 6 yumurta vereceklerdi.

5. bebek doğdu..... 5 baba 4. günde onların yanına gitti ve babaya yaratıcıların kurallarını ve önceki babaların durumlarını hatırlatıp ona tercihini sordular. Baba 8. günün gün doğumunda karar vereceğini söyledi ve babalar evlerine döndü. Baba 6. günde tüm ailelerin görebildiği bir tepeye çıktı ve oraya taşlardan bir masa yaptı. Baba 7. günde ilk oğlunu tepeye götürdü ve tüm gün orada onunla oturdu ve uzunca anlattı. Akşam olduğunda evlerinde şarkılar söylemeye başladılar, neşeleri çoktu, ağlama yoktu. 8. günde güneş doğmadan evvel 5 baba evlerine geldi ve baba onları kapıda karşıladı. Babalar ona tercihini sordu..... baba onlara tepenin yolunu gösterdi ve ilk oğlu ile beraber oraya gittiler. Baba kendi yaptığı masaya oturup bağdaş kurdu, oğlundan kabı getirmesini istedi ve oğlu kabı iki bacağının üzerine koydu. O anda oğluna sarıldı, alınlarını birleştirdiler ve tebessüm ettikten sonra ona "hadi" işaretini verdi. Oğlu geri çekildi ve sırtı güneşe dönük olarak babasının önünde oturdu, güneş doğarken baba kendi kollarına 2şer kesik attı ve kanının kaba akmasını izledi.... oğluda onu izledi. Güneş tam doğduğunda baba ölmüştü. Oğlu kabı alıp kanın yarısını toprağa serpti, kalan yarısını ise diğer 5 babaya sundu.... babalar kana el sürmeden oğula kabıyla evine gitmesi için yolu gösterdiler. Artık oğul ailenin babası idi. Ailesi haklarından mahrum değildi. Aile yas tutmadı, kimse ağlamadı. Oğul babasının mezarını güneşin doğduğunda ışığının ilk vurduğu tepeye yaptı ve baş ucuna dik bir taş koydu. Bununla babasının zayıflık göstermeden sergilediği dik duruşunu, ailesinin bağımsızlığı, refahı ve özgürlüğü için verdiği bedeli sembolize etti.

Aradan 3 sene geçti, 2 ailenin kızları hamile kaldı. Kızlardan biri doğum yaptı, bebek kör doğdu. Baba 3 gün bebeğin başında bekledi. Bebek durmadan ağlıyordu, sütte almıyordu.... Baba kızına baktı ve ona sarıldı. Tüm aile onlara sarıldı. Hepsi bebeğin başında oturup ona şarkılar söylediler ve bebeği geyik sütü ile yıkadılar. Bebek ilk defa ağlamayı kesti ve yüzünde bir anlık tebessüm oldu. Baba son bir kez bebeğin gözlerine baktı ve bir daha ve bir daha.... başını öne eğdi ve dışarı çıktı. 4. günün sabahı idi..... 4 baba ona geldi ve onlara sağ avucunu kaldırıp "biliyorum" ifadesi yaptı. Beklemelerini istedi ve evine girip oğluna diğer babanın evine gidip kabını getirmesini söyledi. Oğul kabı getirdi ve baba bebek ile beraber tepeye çıktı. Kabı masaya koydu ve bebeği kollarında tutarken alnından öptü, sonrada oğlu bebeği alnından öptü. Oğlu güneşi arkasına aldı ve baba bebeğin şah damarını kesti.... kanını o kaba akıttı. Bebeğin ağlaması kesildi ve kanı durdu. Oğul kaptaki kanın yarısını toprağa serpti ve kalanını diğer 4 babaya uzattı. Babalar ona evinin yolunu gösterdi. Anne babaya geyik sütü dolu bir kap getirdi ve baba bebeği geyik sütünde yıkadı. Baba bebeği önceki babanın mezarının yanına koyup baş ucuna yuvarlak bir taş koydu. Bununla saf ve bozulmamış bir ruhun ailesi için ödediği bedeli sembolize etti.

Hamile kızların ikincisi doğum yaptı. Bebek sağlıklı idi ama aile mutlu değildi. 3. günün sabahında ilk kızları babaya geldi, büyük oğlunu gösterip onun kendi yerini aldığını ve artık ailesine son bir hediye vermek istediğini söyledi. Baba onu kollarından tutup silkeledi ve gözlerine baktı.... Kızı kararını vermişti ve babasına sarılıp alnından öptü. Akşam evde şarkılar söylediler ve kızlarına beyaz çiçeklerden örülü bir hırka yaptılar. Baba kızının ayaklarını geyik sütü ile yıkadı ve herkes sırayla kızın ayaklarını öptü ve o andan itibaren baba ona yere basmamasını söyledi.... baba onu yatağına taşıdı ve başında uyudu. 4. günün sabahında gün doğmadan evvel 4 baba ona geldi ve baba onları dik ama gözü yaşlı karşılayıp oğluna diğer babanın evinden kabı almasını söyledi. Oğul kabı getirdi ve baba beyaz çiçekten hırkasını giydirdiği kızını kucağına alıp beraber tepeye çıktılar. Baba kızını masaya yatırmak istedi ama kızı masaya oturdu. Babasından bıçağı istercesine elini ona uzattı ve babası bıçağı verdiğinde kabı göbeğinin üzerinde bacakları ile tuttu. Babası güneşi arkasına almıştı ve kızını sol omzundan tuttu. Kızı babasına baktı ve alnını babasının alnına koyarken sol şah damarını kesti. Kan göğüslerinin ve çiçek hırkasının arasından kaba boşalmaya başladı. Güneş doğduğunda kız ölmüştü. Baba kızını yavaşça masaya yatırdı ve kaptaki kanın yarısını toprağa serpti ve kalanını 4 babaya uzattı. Babalar ona evinin yolunu gösterdi. Aile çiçek sepetleri ile geldi. Baba kızını su ile yıkadı ve öncekilerin mezarlarının yanına yerleştirip üzerini çiçeklerle kapladılar. Baş ucuna kırmızı bir gül diktiler ve bununla ailenin refahı için güzel kızlarının ödediği bedeli sembolize ettiler.
...............................

Sadece 3 aile yaratıcıların koyduğu bu kurallara uydu ve diğerlerinin haklarına ve mallarına sahip oldular. Mallarına sahip olmaklada kalmayıp onlarada sahip oldular. Bu üç aile verdikleri kurbanlar ile bağımsızlığa, özgürlüğe ve güce sahip olmuşlardı. Artık diğer aileler onlar için çalışıyor ve onların ihtiyaçlarını karşılıyordu. Ancak bu uğurda her ne kadar katı kurallara uymaya çabalasalarda kurban vermekten kaçınamadılar. Bazen ayağı kırılıp yanlış kaynadığından dolayı topal kalan çocuklar, bazende hastalanıp öksürenler aile için yerlerini daha öncelikli olanlara bıraktılar. Aile tek bir bireyden daha önemliydi! O kapta kalan kanlarda zamanla taşlaşarak bugün gördüğünüz tablet halini aldı. 

Enki, umuyoruzki şunu anlayabiliyorsundur..... doğa senden bir kurban vermeni talep etmiyor! Buna verdiğin kararlar neden oluyor. Doğa hepimize yetecek kadar vermiyor, sadece kullanmasını bilecek olanların hayatta kalabileceği kadar veriyor..... ne az nede çok - fakat dengeli. Bugün insanların gerçekleştirdiği hayvan kurbanları tamamen sorumsuz davranışlarının bedelini başkalarına ödetmelerinden ibarettir. İnsanların, günahlarının bedeli için bir koyunun kanını akıtmalarıda bu sorumsuzluğun sembolüdür. Bu nedenle bizler bu insanlara tenezzül etmeyiz ve hayati sorumluluklarını başkalarına yüklemeye çalıştıklarından dolayı yaşıyor olup olmamalarıda bizlerin umurunda olmaz. Onlar sadece bir tercih yapıyor tıpkı diğer 7 aile gibi. Bizler kurbanlarımızı birine yada bir tanrıya değil, ailemize adıyorduk. Başkasının toprağı yada evladı için değil, sadece kendi ailemiz için. Kurban vermek zorunda kalmamak içinde kurallara uymaya özen gösteriyorduk. Gerektiğindede cezamızı kendimiz çekiyorduk ve bunun için başkalarını kullanmıyorduk. Bu dünde böyle idi bugünde. 

Yaratıcılar çekeceğimiz cezaları söylediler ama nasıl çekeceğimizi söylemediler, çünkü kurala uymadıktan sonra cezanın nasılıda bize kalmaktaydı. Önemli olan cezanın uygulanmış olmasıydı. Başaksının malı olmanın ne olduğunu bize anlatmadılar, biz zamanla bunu kendimiz anladık. Yaratıcılar asla bizden çocuklarımızı kurban etmemizi yada kan dökmemizi istemedi. Bizler daima ektiğimizi biçtik.

İbrahim tanrıdan bir işaret almadı yada tanrı ondan çocuğunu kurban etmesini istemedi. Bu tamamen bizden esinlenip tahrif edilmiş bir geleneğin uydurma hikayesinden ibaret. Yaratıcılarımız ve bizler aslında aynıydık. Tek farkımız onların bizden daha üstün bilgilere sahip olmaları ve buna bağlı olarak ileri teknolojilerinin olmasıydı. Bugün o yaratıcıların sahip oldukları tüm teknolojilere sahibiz. Eğer o gün onları tanrı saymış olsaydık, bugünde biz kendimizi tanrı ilan etmeliydik. Yaratıcılarımız bizden ayrıldıktan sonra bir daha asla geri gelmediler. Fakat aralarından bir tanesi, en yaşlı olanları, ayrılmadan evvel hepimizi alnımızdan öpmüştü ve aralarında bir tek o hüzünlüydü. Sonradan anladık ki o bizim ulu babamızdı. 

Sanırım bu konular hakkında sormak istediğiniz çok şey var. Lütfen bize akşam yemeğinde katılın, size olabildiğince çok cevaplar vermeye çalışırım. 
*********
Tabiki yukarıda aktardıklarım dinlediğim konuların çok küçük bir kısmı idi. Fakat bir masal olarak hayli etkileyiciydiler. 4 gün misafirleri olarak kaldım ve giderken bana bir gün yine davet edeceklerini söylediler. Oldukça fantastik masalların etkisinde orayı terk ettim ve bir sonraki davetlerini halen beklemekteyim.

Heil Satan......

37 yorum:

  1. Merhabalar üstadım. Bu gibi bizzat yaşadığınız öğelerden bahsetmeniz akıllı insanlar için yol gösterici olacaktır. Birçok bilgiye internet ve kitaplar aracılığıyla erişilebiliyor, İngilizce, Rusça... İnternet ortamında bulunamayacak olanlar ise bu yazılardan alınan ışıkla erişilebilecek şeyler olacaktır büyük oranda. Erişilemeyecek olanlar için ise geriye tecrübe kalıyor. To make a long story short, diğer yazılarınızla birlikte tecrübelerinizi de yazmanız zihin açıcı olacaktır üstadım. Belki yüzün üzerinde yazınızı okumuş olduktan sonra böylesi tecrübesel bir yazı beni şaşırttı.

    Ek olarak, bu aileyle yollarınızın nasıl kesiştiğiyle ilgili bilgi verecek misiniz? Veya bu konuda sadece Arayana Verilir şeklinde mi düşünmek gerekir?

    Selamlar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu bilgileri yazıya dökmenin zorluğunu bilmeni isterdim. Ben onları dinlerken sadece kelimeleri duymuyor sanki o anları görüyordum ve neler hissettiklerini aynı şekilde hissedebiliyordum..... O babaların hissettiklerini hissetmek ve buna rağmen dinlemeye devam etmek sanki korların üzerinde yürümek gibiydi. Bu aile ile yurt dışında vermiş olduğum bir arkeoloji ve petroglif seminarında tanıştım. Bulduğum bazı şeyler onların ailesine aitti, tabi ben bunu onlar bana anlatana kadar bilmiyordum. Benden, onlardan edineceğim bilgi karşılığında bazı bulduğum eserleri ailelerine iade etmemi rica ettiler. Aslında onlara el koydurarak benden almalarıda mümkündü ancak prensipleri gereği bunu yapmadılar. Dost olabilecekken neden düşman olmalıydık ki!

      Bu insanlar çok farklılar. Çok güçlü iradeleri var ve muazzam bir bilgeliğe sahipler. Dediklerine göre Lao Tse (Tao Te Ching) onların ailesinin bir mensubu idi. Dönemler boyunca medeniyetlerin oluşumunda rol almışlar ama asla ön planda bulunmamışlar ve ne isimlerini nede nereden geldiklerini açıklamışlar. Medeniyetlerin sadece temelinin atılmasına yardımcı oluyorlar, gerisine karışmıyorlar.

      İnsanların çektikleri acılardan etkilenmiyorlar yada bununla bir empati kurmuyorlar. Karşılarında 100 kişi kurşuna dizilse, bunu tepkisizce izleyebiliyorlar ve sanki tiyatro bitince kalkar gibi çekip gidebiliyorlar.

      Katil balinalara karşı ilginç bir saygı ve ilgi duyuyorlar. Evlerinde birçok Orca heykeli, tablosu yada denizde beraber yüzerken çekilmiş resimleri mevcuttu. Orca belgesellerine dayanarak onları kendilerine (yada tam tersi) oldukça benzettiklerini düşünüyorum. Duygularını dışa vurmuyorlar, çünkü anladığım kadarıyla bunu telepatik olarak paylaşıyorlar. Yakınlarında durduğunuzda onların enerjisini hissediyorsunuz. Size doğru baktıklarında ise sanki o an bir radyo dalgası gibi bir impulse alıyorsunuz. Bizlerden daha üstün bir ırkla aynı odada oturduğumu düşünmek aslında çok ürperticiydi ve onlarda bunun farkındaydı. Hiçbirşeylerini öngöremiyorsunuz! Bu nedenle aralarından bir bayan gelip yanıma oturup sağ elimi iki avucunun arasına aldı ve o an sanki bütün vücuduma bir enerji dağıldı. İnanılmaz bir rahatlık hissiydi ve üzerimdeki tüm stres bir anda yok oldu.

      Yapacağım 4 arkeolojik kazı daha var ve sanırım bunlardan bir tanesinde yine onlara ait birşey bulacağım ve onlarda bunu biliyor. Beni tekrar davet edecek olmalarının nedenide zaten herhalde bu olacak.

      Sil
    2. Enki anlatığın insanların özellikleri aklıma rh negatif insanların özeliiklerini getirdi. Bir hafta önce onlarla ilgili yazı okumuştum. Rh negatif insanların yüksek zekası sezgileri ve psişik yetenekli var. Ayrıça toplumun az kısmını oluşturuyor. Bu aklıma elitleri getirdi. Acaba rh faktörü ya da kan gruplarının bilinmeyen bir amacı olabilir mi? Bununla ilgili bir yazı planın var mı?

      Sil
    3. Enki ben bu blogtaki bütün yazılarıni severek ve isteyerek okudum ve okumaya da devam ediyorum.Ama yorumlardan anladığım kadarıyla bunlar hiç bir şey degil.Daha önce yazdıklarına nasıl ulaşabilirim. ?

      Sil
    4. https://www.scribd.com/doc/103140500/Matrixte-Kung-Fu
      bununla başlayabilirsin. önceki bloglardan derlediğim kitap

      Sil
  2. "doğa senden bir kurban vermeni talep etmiyor! Buna verdiğin kararlar neden oluyor. Doğa hepimize yetecek kadar vermiyor, sadece kullanmasını bilecek olanların hayatta kalabileceği kadar veriyor..... ne az nede çok - fakat dengeli" bundan daha net bir açıklama olabilir mi. Koyunlar sonsuz açgözlülükleri ve sonsuz sorumsuzlukları için herzaman daha çok kurban verecekler. Kimse onları hiçbirşey için zorlamıyor kendi tercihleri onları bu noktaya getiriyor.

    Böyle açıklayıcı bir yazı için teşekkürler ENKİ...

    YanıtlaSil
  3. Dünya üzerine bilgi radyo frekansı gibi mi dağılıyor enki.mesela aynı icadı 2 farklı bilim insanı ard arda bulduğu olaylar var.bu bilginin de madde gibi sınırlı olduğuna bir kanıt olabilir mi?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bilginin esas barındığı medyum sudur! Düşünceler birer enerji dalgası olarak çevreye yayınlanır ve diğer zihinler tarafından algılanıp çözümlenirler. Bu nedenle fikirler zihinlerde oluşup yayılırken, ortaya çıkan bilgi suda depolanır.

      Sil
    2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    3. O zaman evrenin varoluşundan beri oluşan bilgi surekli depolanmakta ve yeni zihinler zarafindan çözülmeyi mi beklemekte?

      Sil
    4. Konspetin yanlış!

      Su sadece bir reaktördür yani etki etmez, sadece etkiye karşı tepki verir. Su karar vermez, ancak bizler veririz. Verilen kararın etkisine görede su tepki verir. Burada bilginin ne olduğunu sadece kitaplarda yazılan şeyler gibi zannetmen seni çok yanıltır. İngilizcede bu bilgi IN-FORMATION (knowledge değil) kelimesi olarak kullanılır, yani DÜZEN İÇİNDE olan manasını taşır. Derinlemesine açıklamak isterdim ancak bunun için sanırım 2 gün boyunca durmadan yazmam gerekirdi ve sonuçta yine kafan daha çok karışırdı.

      Sil
    5. Deniz kıyısında veya su kenarında yaşayan insanların iç kısımda yaşayanlara göre daha yaratıcı olması bu durumla alakalı mıdır acaba?

      Sil
    6. Saygılar Enki.bilginin suda depolanmasından bahsettiniz.bu simatik deneylerinde suyun her frekansta farklı bir desen oluşturması gibimidir?.yani titreşimler ile suya has desenlerle kodlanan bir tür alfabe ilemi bilgiler suya depolanır? Ayrıca belki saçma düşünüyor olabilirim ama yıldızları farklı su frekans desenlerine benzetiyorum .her bir yıldızın kendine has farklı desenleri acaba bilgi içeriyor olabilirmi?

      Sil
    7. "Deniz kıyısında veya su kenarında yaşayan insanların iç kısımda yaşayanlara göre daha yaratıcı olması bu durumla alakalı mıdır acaba?"

      Daha sağlıklı ve daha enerjik olabilirler ancak daha yaratıcı olmaları suya uzaklık yada yakınlıkla alakalı değil.

      Sil
    8. @Emre Sezgin
      Herşey bilgidir! Yıldızların ne olduklarını sonoluminescence metodunda görebilirsin. Harfler insan icadı bir iletişim aracıdır, bahsettiğin gibi bir yazılım söz konusu değil. PC deki HDD yi örnek al.... bilgiyi nasıl depoluyor? Disklere birşey yazılmıyor, sadece disklerdeki alanlar manyetize/demanyetize edilerek 1-0 bilgisi kodlanıyor. Kodlanan 1-0 bilgilerinin sıralamasıda ortaya bir ifade çıkarıyor. Ancak ortada yazılan yada basılan birşey yok - hepsi frekanslarda barınıyor. Suda benzer fakat daha karmaşık bir şekilde bilgiyi barındırıyor ancak henüz içeriğini tümüyle okuyabilecek bir teknoloji yok. Şimdilik sudan geçmişi incelemek mümkün, çünkü o herşeyi görüyor.

      Aynı bardaktan alınan su damlalarının her kullanıcıya göre farklı reaksiyon gösterdiğini ve su moleküllerinin kullanıcı titreşimine (frekans) göre yapısal değişikliğe uğradığını hatırlarsak.... oldukça karmaşık bir şifreleme sistemi ile karşı karşıya olduğumuzu görürüz. Bu nedenle sudaki bilginin sadece belirli uygun frekanslarda ayrıştırılabileceği ortaya çıkar. Bir sonraki problem ise "bu çözümlenen bilgilerin ne ifade ettiğini ve onlarla ne yapılabileceğini çözmek". Anlayacağın henüz hiçkimse herşeyi biliyor değil.

      Sil
    9. ENKI bu anlattığın duruma göre su en yakın tabirle bir nevi HDD vazifesi görüyor. Bilgi hangi frekans ile suda depolanmışsa ancak o frekansın çözülmesi ile okunabilir. Yani en basit tabirle açıklaması bu şekilde mi oluyor?

      Sil
    10. Suyun hafıza metodunu pc-hdd ile karşılaştırmak (aynı şey olmamalarına rağmen) aslında sadece bir örnekti ancak en yakın açıklamada şimdilik ancak bu olabilir.

      Sil
    11. Aklıma takılan bir konu daha var saygıdeğer enki.Konuğu olduğunuz o insanların telepatik yeteneklerinin kaynağı nedir.yani sadece onlara has bir özellikmi yoksa Hayırseverler (bazıları) böyle insanüstü yetenekleremi sahipler. Veya bu psişik özellikler herkesç kazanılabilir geliştirilebilir özelliklermidir?

      Sil
    12. Gerçekten bilmediğim şeyler hakkında fikir yürütmemeye özen gösteririm. O yüzden kısa cevabım sadece "bilmiyorum". Bilmem gerekse idi bunu bana zaten söylerlerdi. Belliki henüz bunu bilmemin bir önemi yoktu.

      Sil
    13. Psişik konularda bazı düşüncelerim oluştu saygıdeğer enki.Òzellikle eski yazılarınızdan "Nasıl hipnoz ediliyorsunuz ve neden?big bang ve sen!" i okuyunca .Orada herşey in insanların yani bizim istediğimiz için var olduğunu aslında bulunduğumuz ortamın zihnin eseri olduğundan ve bütün bilgiye aslında farkında olmadan sahip olduğumuzu vs. anlatmıştınız.ve aslında insanların gerçekte kim olduklarının farkìna varmaması amacıyla bütün düzenin elitler tarafından oluşturulduğu ve hipnoz edildiğimizi. Latin alfabesinin ,tanrı inancının,aciz bedenimizdeki fani yaşamın da bizlerin aciz yaratıklar olduğunu daima hatırlatması için olduklarından güzelce bahsetmiştiniz.
      Bu basit psişik deneylerde (örneğin cam fanusun içinde dokunmadan çevrilen kağìt gibi) bunların nasıl yapılabildiği hep aklımı karıştırırdı.Bazılarını bende yeterli konsantrasyon a sahip olduğumda yapabiliyorum (defterin sayfasını dokunmadan çevirmek gibi).ve bunların üst versiyonlarıda özellikle rusyada deneyleri yapılıyor sanırım(telepatik, paranormal araştırmaları).
      Sizin konuğu olduğunuz ailenin bu özelliklerinin kaynağının muhtemelen bir çeşit öz farkındalık olduğunu düşünüyorum. insanların belkide o yazıda bahsettiğiniz gibi tanrısal özellikleri gerçeklik üstü zihinsel özellikleri olabilir.muhtemelen o özellikler her insanda potansiyel olarak var ve şartlandırılmış acziyet nedeniyle farkına varılmıyor.

      Sil
    14. Eğer çocuk iken bu özelliklerinizin var olduğuna inanırsanız (daha doğrusu inandırılırsanız, çünkü gerçek olduklarını görmeniz gerekir) bu onları aktive eder. Tek sorun ebeveynlerin kendi çocuklarını kendileri gibi köreltmeye programlanmış olmaları. Bu nedenle tüm koyunlar deaktive (çöp dna olarak adlandırılıyorlar) genlerle yaşarlar.

      Sil
    15. Şu yeni kitabınızı tahmini olarak ne zaman yayınlatırsınız acaba enki.Sabırsızlıkla beklediğim için acaba bu senemi olur yoksa sonraki seneleremi kalır bilmek isterim.

      Sil
    16. Enki, bu 'inanırsan yapabilirsin' olayının sınırı nedir? Bu bahsedilen şey iman gücü denilenle aynı şey mi? Seyit onbaşının kaldıramayacağı top mermisini kaldırması mesela. Bu konuda telekinezi ve telepatiden ziyade merak ettiğim bir şey var. 'Split' filmini izledin mi bilmiyorum. İzlememiş olma ihtimaline karşı özet geçeyim. Filmde 23 ayrı kişiliği olan bir çoklu kişilik hastası var ve bu adam kendine 24. bir kişilik geliştiriyor. Daha doğrusu bu 24. kişiliğin var olduğuna(olabileceğine) inanıyor. Bu 24. kişiliğin adı Beast ve insanüstü güçleri var. Zaten adam bu kişiliğin insan olduğuna inanmıyor, gergedan derisi gibi sağlam bir derisi olan, ayı kadar güçlü, kertengele gibi duvarlardaki küçük çıkıntıları kullanarak tırmanabilen bir yaratık olduğunu düşünüyor. Filmin sonunda dediklerinin gerçek olduğu ortaya çıkıyor, düz duvara tırmanan, demir parmaklıkları çıplak elle bükebilen, pompalı tüfekle vurulunca sadece derisinde ölümcül olmayan yaralarla kurtulabilen bir kişilik çıkıyor ortaya. Bütün bunlar sadece adamın kişiliklerinden 3'ü böyle bir şeyin mümkün olduğunda inandığı için oluyor. İman gücü yani. Filmde bahsedilen başka bir olaysa, kör bir kadının çoklu kişilik rahatsızlığı nedeniyle, kişiliklerinden bazılarının kör olmadığına inanıp gözlerinin görmeye başlaması. Kadın orijinal kişiliğine dönünce tekrar kör oluyor. Yani sadece kör olmadığına, tamamen sağlıklı başka bir insan olduğuna inandığında gözleri görebiliyor. Bu kadının hikayesi gerçek mi diye internette araştırdım, ingilizce bir sitede benzer bir vaka buldum. Adresi şu:

      http://www.dailymail.co.uk/health/article-3333615/The-blind-woman-suddenly-37-year-old-multiple-personalities-finds-vision-changes-depending-character-is.html

      Doğruluğundan emin değilim o yüzden de senin fikrini almak istedim. Körlüğün, sağırlığın ya da kanserin safi zihin gücüyle iyileştirilip normale döndürülebileceğine inanıyorum. Birebir benim başıma gelmedi ama yakın bir tanıdığımın kanseri bu şekilde yendiğine tanık oldum. Ayrıntıya girmeyeceğim fakat doktorlar fazla ümitli değildi ve maddi durumu da iyi olmadığı için ancak temel tedavileri karşılayabiliyorlardı. Yine de moralini yüksek tutarak hastalığı atlattı. Benim asıl merak ettiğim hastalıkları ya da bedensel bozuklukları iyileştirmekten ziyade, olması imkansız olarak düşünülen şeylerin gerçekleştirilip gerçekleştirilemeyeceği. Anlattığım filmdeki adamınki gibi sırf inanarak olağanın üstüne çıkmak gibi şeyler yani. Tabi ki gerçek hayatta canlı örnekleri yok ve seyit onbaşı olayınında abartıldığını düşünüyorum.

      Sil
    17. @ Emre
      Kitabı bu sene çıkaracağım, sadece tarihini vermem henüz mümkün değil.

      @ Taurus
      Tek bir kişiliğe sahip olan insan yok! Herkes en az 3 kişiliğe sahip. Her biri duruma göre aktif oluyor. Psikoloji bunu bir arıza olarak görüyor ancak aslında bu tamamen doğal bir gelişim. Bahsettiğin iman gücü insanların büyüdüğü sosyal ortama göre şekil alır. Çoğunlukla bu ortamlar "sınırlar" içerdiğinden bireyleride inançları konusunda kendilerini sınırlarlar ve gelişemezler. Bazı insanlar hiç hastalanmazlar çünkü mental olarak hasta olma olgusunu ret ederler ve buda o düşük frekansa inmeyi durdurur. Bu güç imandan çok irade ile alakalı. Koyunlar çevrenin kendilerine yaptıkları etkilerden yakınır, güçlü iradeliler ise kendilerinin çevreye uyguladıkları etkilere odaklanırlar.

      Sil
  4. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  5. Enki tanıştığın ailedeki insanlar elitlerle koyunların farkının sadece mecazi değil cidden farklı olduğunu ispatlıyor. Ben bloğu okumaya başladığımda koyunlarla insan arasındaki farkın sadece bir benzetmeden ibaret sanardım. Fakat değilmiş.
    Hatırlarsan eski blogda uzaylı türleriyle ilgili yazı yazmıştın. Bu türlerde dikkatimi çeken şet o türlerin bir kendi öz ırkı ve onun hizmetçi ırkı vardı. 1.tip 2.tip veya daha fazla. Bu durumun insanlar için de olduğunu düşünüyorum. Star Wars da Kaminoluların yaptığı klonlardan beyne ait olan düşünme geni deaktif edilmişti. Yani böylece düşünmeyen ve sorgulamayan bir insan ortaya çıkıyordu. Acaba koyunlar da böyle bir işlemden geçmiş özel üretim insanlar olabilir mi?

    YanıtlaSil
  6. ENKI bu ailenin telepat olduğundan bahsettin acaba bu özelliklerinden dolayı orcaları kendilerine yakın hissedip onlar ile zihinsel olarak iletişim kuruyor olabilirler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Orcalar için diyar kahinleri diyorlar ve onları su altı ve su üstü medeniyetleri arası elçi olarak kullanıyorlar.

      Sil
    2. Bu sualtı medeniyetleri insan formunda olan canlılar mı yoksa başka türler varmı?

      Sil
    3. Bioplazmoid canlılar. Şeffaflar ve su altında iken yapıları itibarı ile neredeyse görünmezler. Işık vücutlarında yansıma yapmıyor ancak diğer kafadan bacaklılar gibi ışıldayabiliyorlar. Karşılarındaki canlının şeklinde (şeffaf ama ışıldayan - az ışık veren lamba gibi) görünür oluyorlar ama gerçek formlarını kimse bilmiyor. İnsanlar ve kara onları ilgilendirmiyor - yeterki deniz dibinde hidrojen bombası patlatılmasın.... bu onları oldukça kızdırıyor ve bir süre gemilere hasar veriyorlar. Yırtıcı bir tür yada insan avcısı değiller.

      Sil
    4. Tıpkı hayalet gibiler ozaman karşısındaki canlılara görünümleri. Peki teknolojik olarak bizim medeniyetimize göre daha mı ilerdeler?

      Sil
    5. Kimse teknolojilerini anlayamıyor. Bir nevi su moleküllerini manipule etme üzerine ancak ne ile nasıl yaptıkları bilinmiyor. Su altı gemileri su içinde iken sudan bağımsız şeffaf bir obje gibi ve gemiyi terk ettiklerinde ise sanki gemi su ile karışıp yok oluyor. Kullanacakları zaman ise gemi yeniden beliriyor. anladığımız kadarı ile ortada gemi falan yok, sadece suyu gemi şekline getirecek bir yetenekleri var. Suyu kesinlikle terk etmiyorlar, mutlaka en azından bileklerine kadar suda olmaları gerekiyor. Gemi yassı bir kurşunu andırıyor.

      Sil
    6. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    7. Bu arada anlatılan canlılar 'Abyss' filmindeki uzaylı sanılan canlılara çok benziyor. Suyu kontrol edebilen, saydam, ışıldayabilen canlılar. Filmi uzun zaman önce izledim o yüzden daha detaylı hatırlamıyorum ama bu konuyla ilgilenenlerin, özellikle silinmiş sahneleri ile birlikte izlemesini tavsiye ederim.

      Sil
    8. Su altı canlıları ve gemileri duyunca benim de aklıma bu film gelmişti. Her şey gözümüzün önünde önemli olan kurcalayıp bakmak. Mesela 2010 yılında 12 yaşındayken Sihirbazın Çırağı filmindeki Tesla bobinleri kelimesini yanlış duymam Tesla diye birini bilmememe sebep olmuştu. Okullar sağolsun bahsetmiyorlar. Kim bilir belki bu sayede düz dünyayı daha erken çözerdim.

      Enki Tesladan konu açılmışken HAARPla ilgili bir sorum olacak. Herhalde 18 Nisan 2012 İstanbul fırtınasını hatırlıyorsun. Bu işte Haarpın parmağı olduğu düşünülüyor ve ben de düşünüyorum. Acaba o tarihlerden itibaren zihin kontrolü de arttırılmış olabilir mi? Çünkü o sıralar gözlerimde baskı vücudumda ve beynimde uyuşma ve hissizleşme yaşıyordum. Enki sende bu tarih sıralarında buna benzer şeyler yaşadın mı? Paylaşabilirsen sevinirim çünkü bu belirtiler başka bir şey yüzünden de olabilir. O sıralarda tablet alınmıştı belki onun sinyalleri yüzünden olabilir.

      Sil
  7. Blog ve kitapta anlattıklarınızın önemini vurgulayan bir masal. Teşekkürler Enki. Yeni yazdığınız yazılarda deneyimlerinize deneyim kattığınızı görmek benim için güzel bir örnek, motive edici bir etken.

    Her kurban verme sırasında güneşi arkalarına almaları... çoğu yerde gördüğümüz arkada görünen doğan güneş sembolünü de kurban geleneği ile ilişkilendirebilir miyiz? Batan güneşin ardından yenisi doğar gibi

    Telepati körelen bir özelliğimiz olmalı. Tesadüf olarak adlandırıp unutsa da birçok insan yaşıyor. Yalnız her seferinde bilinçsizce gerçekleştirilmiş ve anlık, o anın sürprizi gibi. Kim bilir, bir zamanlar iletişimde en büyük rolü oynuyordu belki de. Şimdi ise telepatiyi de geçelim, hisleri ortalama üstü biri en fazla "zaten şundan iyi elektrik almamıştım." diyebiliyor. Düşününce bu enerji akışına tam anlamıyla ulaşabilmek gerçek bilgiler gibi altından kalkamayacak olanları yıkıma götürebilirdi.

    Bunun bir başka versiyonu da prekognisyon olayı. Tıpkı telepati gibi, kontrol etmek imkansız. İnsanların bir çoğu rüya vasıtasıyla görüyor ve her zaman açıklamaları "tesadüf", gerçek hayatta böyle şeyler olmaz. Bunun bir tür koruma, uyarı mekanizması olduğunu düşünüyorum. Şuana kadar deneyimlediklerimden benim çıkarımım bu oldu.
    Bilginin suda depolanması aklıma su fallarını getirdi. Bu durumda fal bakan bazı insanlar (atıp tutanlar dışındakiler) bilgiyi çekip anlayabiliyor ve sizin atladığınız detaylardan yaşamınızdaki bilmediğiniz bağlantılara kadar yakalayabiliyor olmalılar. Tüm bunlar birleşince detaylarını bildiğimiz bir şey hakkında öngörüde bulunur gibi olası geleceği yorumluyorlar. Olay tamamen kaçırılan detaylara ve hayatımızdaki diğer insanların bilmediğimiz paylaşımlarına ulaşmaktan ibaret gibi. Hepimizin bir olması, depolanan bilgi de ortak. Bu prekognisyon olayını da açıklıyor. Görüde tanımadığın biriyle bir olay hakkında konuştuğunu görüyorsun, hakkında konuştuğun olayın gerçekleşeceğini daha önce bilenler vardı ve bu bilgiye ulaşıyorsun, bilgiye senin gibi ortak olan bir başkasıyla etkileşime geçiyorsun. Her şey bağlantılı. Bilgileri paylaşırken eterik ortamda yayılmış olmalarına dikkat ettiğinizi söylediniz, yayılmayan bilgiler nelerdir?

    Umarım yazmaya devam edersiniz Enki..

    YanıtlaSil