27 Haziran 2012 Çarşamba

Hükümsüz Tanrı

Buenos Dias Los Moranos,
Aşağıdaki yazı kendini yazma konusunda geliştiren ve elitlik yolunda doğru adımlar atan GOD rumuzlu yazardan!


Eski bir söz vardır. Tanrılar ve koyunlar, doğaya ve ahmaklığa yönelmiş aynı türün iki yüzüdür. Söz der ki; ‘’ Koyunların içinde sıkışmış bir tanrı, solan bir çiçektir. Adillik sözden ibarettir, tanrılar adil doğmazlar. Durumlar karşısında kimisi koyun olmak ve ölmek arasında seçime zorlanırlar.’’ Söz burada son bulur, her zaman bu söz de hoşlanmadığım bir şey vardı. Sıkışmış bir tanrı için hiç kurtulma yolu göstermeyişiydi. Doğarken yenik (ezik) olanlar kendi yollarını çizmekten başka bir seçeneğe sahipmiş gibi görünmüyor.


Sosyal ve ekonomik anlamda sıradan orta halli bir ailede doğdum. Sıradan bir hayat sürdüm, dışarıdan boktan, basit bir hayat olabilir. Belki de doğrudur. Kendi hayatım olduğu için bana özel geliyor olabilir mi? Sürekli arayıştaydım, bir yandan doktrinler, öteki yanda farklı düşünceler silsilesi içindeydim. Başkaları ile iletişime geçmek zor, öyle ya da böyle onlarında belirli bir yaşamışlığı var. Benim için değerli olan ve üzerinde durulması gerekli görülen şeyler başkalarının çöpü olacak değerde olmayabiliyor. Kimsenin de bir şey merak ettiğini sanmıyorum.


Kırılmazlığı kesin olan bir sistem de yaşadığımızı söyleyenler var, buna doğa diyorlar. Sistem hakkında herkesin bir fikri var, kimisi küçük, kimisi büyük sistemler hakkında. Kapsayıcı bir sistem var mıdır acaba? Bu aynı zamanda her şeyi bilme yolunu açan bir anahtar vazifesi görürdü hiç şüphesiz.


Bu güne kadar gördüğüm insanlar iki yöne hareket eden ortadan ayrılmış ok gibiler. Bu ok ne zaman ikiye bölündü, yoksa hiç bir olmadı mı? Bana kalırsa gördüklerim içinde bana en mantıklı gelen; bir yerden sonra bazı insanlar zekasal olarak evrimleşti. Sonuçta varlık dediğimiz şey evrimseldir. Doğa denen sistemin bir kaçınılmazı olarak güç farkı demek hüküm farkı demektir, hüküm insanlar arasında dengesizleşti –aslında yeni bir denge kuruldu-. Zeki olanlar hükmü kendinden yana kullanmak için bir sistemler zinciri geliştirdiler. Eriştikleri bilinç ve farkındalıkla hükmü korumak için yaşadılar, aksi takdirde güçsüzlerin eline düşen hüküm dengeyi bozacak ve bu herkesin felaketine yol açacaktı. Bu hoşunuza gitmeyebilir, fakat doğa ağlayan bir erişkine tek bir şey verir. Biraz toprak…


Şuan ki ben dediğim zihinsel farkındalığıma sorulmadan kendimi sistem de buldum. Sudan çıkmış balık gibi çırpındım, buraya gelmemden sorumlu olan iki kişi tarafından tekrar suya konuldum. Bu suda neler yoktu ki, kim olduğum, neden burada olduğum, ne olmam gerektiği, yok yoktu bu suyun içinde. Benim hiçbir söz hakkım varmış gibi gözükmüyordu, çoktan projesi çizilmiş bir yapıydım. Geriye kalan tek şey, bu yapıyı uygun biçimde inşa etmekti. Biraz daha gelişim gösterdikten sonra daha büyük bir cam fanusa alındım. Buna toplum dendiğini öğrendim, Toplumdaki diğer insanlar ile uyum içinde olmam ve belirli ölçüde benzerlik göstermem aksi takdirde beni kabullenmeyeceklerini öğrendim. ‘’Hah! Çokta sikimde sanki!’’ dedim. Lakin yaşamaya devam etmem için belirli gereksinimlerimi karşılamam lazımdı. Nedense ulaşabildiğim her yerin, her şeyin bir sahibi vardı, onları sahip yapan neydi bilmiyordum. Güç mü? Hayır, bir kağıt parçası. Peki, onlara kağıt parçasını verenler güçlü müydü? Evet, hem de çok, bu öyle bir güçtü ki bazı insanlar her şeye karar veriyordu. Toplum denen şeyin nasıl şekilleneceğini birkaç lavuk belirliyor ha! Bu hiç kuşkusuz hükmü elinde bulundurduklarına bir işaretti. Hüküm sahipleri devlet vb. birçok oluşum ile sistemler dayatmasını uyguluyordu, karşı gelme özgürlüğünüz vardı elbette. Tabi karşılaşacağınız yaptırım küçük bir detay sadece.


Hiç görmediğim bir hüküm belirleyici vardı ki en sevmediğim de buydu. Ona tanrı deniyordu, bu öyle biriydi ki olan her şeyi bu ne idiğü belirsiz yapıyordu. Böyle düşünmelerini sağlayan neydi bu insanların? Sorularımla geldiğim de bana zarar vermek isteyenler, mantığımın almadığı fikirlerle savunanlar, aksini ispatlamaya çalışıp bir o kadar mantıksız şeyler söyleyenler… Çeşit çeşit insanlarla konuştum. Ayrıca insanlar her durumun bu tanrının denetimi altında gerçekleştiğini, buna da kader dediklerini gördüm. İnsanlar sadece oluşan durumlara isim vermeye ve olandan fazlasını görmeye meraklılar. İleride bunlarında hükmü verenleri sistemlerinin bir parçası olarak yarattıkları şeyler olduğunu öğrendim. Koyunlarda gördüğüm tek şey kabullenişti, çok fazla hoşlanmadıkları şey vardı ancak tepkileri içinde bulundukları durum ile pek denk değildi.


Böylesi sömürü düzenin nasıl işlediği hakkında yürütülen fikirler daha çok nedensellik üzerineydi, nasılı soran insan azdı. Olanlarda genellikle zor kullanarak yaptıklarını söylüyordu. Deli misiniz siz? Nasıl olurda o kadar insanı bir avuç insan zor kullanarak sömürür? Tek yaptıkları mükemmel planlar ile koyunları farkında bile olmadan ayakta düzmekti. Üstelik hiçbirinde zorlama yoktu, siz aç gözlülükle, ahmakça her şeye atladınız. Ups? Böyle söyleyince biraz gururunuz kırılmış olabilir :(


Hayatta kalmak için gözleme ve o an için gerekli olan eylemlere devam ettim. Bunlar pek kolay olmadığı gibi istediğim hareket alanına da bir türlü sahip olamıyordum. Zaman denen şey nedense benim tasarrufumda değildi, hükmü verenler zamanım konusunda ne de müsrifler. Bir süre sonra ilerleyemedim, aynı yolları farklı gökyüzüne bakarak dolaşmaya başladım. İmkanlar hep kısıtlıydı, bir yerden genişletsem başka yerden kısıtlama geliyordu. Sanki ibnelerden oluşan bir grup sürekli benimle uğraşıyordu. Bana hususi bir garezi varmış gibi… Bu konu hakkında söylenen başka insanlar ile konuştum, bana bazı ilginç şeyler anlattılar, pek duymaya alışık olmadığım şeyler. İlk başta heyecanlansam da bu pek uzun sürmedi. Diğerleri de zaten hükümlerden oluşan bir kafes de sik gibi yaşıyordu. Gözlemlerim sonucu insanlar belirli bir yerde tıkanıyordu, açıklama getirecek ne gücü ne de zamanı olmuyordu. Ayrıca sürekli maruz kaldıkları zırvalardan haşat olmuş bir zihnin kullanılabilirliği de muamma. Başkalarını suçlamaktan başka bir halt yapmayan veya beyni ilk gruba göre daha da haşat olmuş zombilerden başka insan yoktu önümde.


"Demek buraya kadar?" dedim. Hükmü belirleyenler ve insanlığın evrimleşen tarafı hakkında doğru düzgün bir fikrim yoktu. Kolay kolay olacak gibi gözükmüyordu. Hüküm buysa bende aşarım, bunu da onu anlamakla yapacağım. Şimdilik bildiğim en büyük sistem doğanın el verdiği ölçüde gücü olan bu insanlar da belirli bir sınıra sahipler. Onlara kızan çok insan gördüm, bunun haksızlık olduğunu, kendi çıkarları uğruna başkalarını sömürdüğünü, hepsinin aşağılık olduğunu söylüyorlardı. Bunlar öznel ve kendisini bağlayan görüşler, en azından onlar mantıkları olan ve takip ettikleri bilinen en kapsayıcı sistemin hizmetkarları, ya sen? Sadece evrilmeye önem vermeyip doğanın kanunlarından üstün olduğunu düşündün. Seçimi yapan sensin! Aslında kırılmaz hükmün karşısında bir hiç olduğunu anladığında çok mu geç oldu? Kaybettin ve ağlıyorsun, hakkın olduğunu iddaa ettiğin şeyleri talep ediyor ve ne alırsan al asla yeterli bulmuyorsun. Hiç alternatif bir şeyler denedin mi? Kör gözlerle her adımında batarsın. Böyle insanlara uyuz oluyorum, aslında her şeyin kendi yorumlamasının bir ürünü olduğunu göremiyorlar.

Durumsallık ve Zihinsel Yorumlama:

Evrende oluşan her değişim doğası ne ise değişimsel olasılıklar dahilinde onu gerçekleştirir. Her şeyi anlamlandıran ve bağlantılar bütünü olarak algılayan insan zihni ise bu değişimlere dayalı yorumsal reaksiyonlara girişir. Bunun yanı sıra insanlar yorumlarında ‘’değer’’ denen kıstaslama metoduna sahiptir. Bu ‘’değer’’ hiçten en kutsala kadar yüksebilir, eylemlerini bu değeri göz önüne alarak yapar. Örneğin koruma denen eylem bu kıstas temelli çalışır, eğer ki herhangi bir şey için kişiye göre zarar/kaybetme durumunu işaret ediyorsa, kişi değer biçtiği şeyi koruma eylemine girer. Paralel olarak işaret sayısı artarsa kişi değersel eleme yoluna gider –oysa elemeye tabi tutalanlar arasında durumsal açıdan fark yok-. (içgüdüsel korumaya değinirsek sonuçta neyin korunacağını belirlemiyor sadece koruma eylemini tetikliyor)

Özünde her şey ne ise o olduğu halde insan var olmayan bir yakınlık kurar ve etkileşimlerine göre oluşan yeni durumları çeşitli olarak yorumlar; iyi, kötü, yararlı, zararlı vb.


Örneğin ölüm tehlikesi ile yüzyüzesiniz, ya kardeşinizi yada kendinizi çok kısa bir zaman aralığında kurtaracaksınız. İç güdüsel olarak kendinizi kurtarmanız gerekir. Yada değer biçtiğiniz kardeşinizi.

Durumsal açıdan bunun hiçbir farkı yok! Birinin ölmesi sadece değişimsel durum çarkının bir dişlisinin hareket etmesinden ibaret. Günlük hayatta yaşadığınız bütün tepkiler/duygusal değişimler sizin yorumlamanızdan ibaret. Sadece var olan değişime ilgi gösterip yeni bir oluş yaratıyorsunuz. Yaşadığınız hayatı belirleyen sizsiniz yani yorumlamanız. En ahmakça yorumlamalarda şüphesiz doğaya aykırı olanlar. Bunu yapanlarda durumların etkisinden mutlaka zararlı çıkarlar.


Sadece pozitif düşünerek yaşadığınız hayatı değiştiremezsiniz. Eğer doğaya aykırı yaşıyorsanız istediğiniz gibi yorumlayın yine de zararlı çıkacaksınız. Burada yapılması gereken, durumların ve yorumlamanın bağımsız olduğunu bilmek, durumların realite etkilerini göz önüne alarak size yararlı (bu doğamızda var zaten, özünde yararlı olanı biliyorsunuz) yeni durumları tetikleyecek eylemleri gerçekleştirmek.


Elbette sınırsızlık içinde bu ahmaklardan başkaları ile de iletişime geçme fırsatım oldu. Her gözlemi ve durumu kusursuz bir mantıksal bağ içinde işleyen ve bende saygı uyandıran insanlar… Belki de kimileri hükmü verenlerdi, belki de hükmü aşanlardı. Kim oldukları umurumda değil ya neyse. Ne kadar iletişimimiz belli sınırları barındırsa da başkası ile etkileşime geçmek gerçekten iyi hissettiriyor. Mantıklı durumsal ağlarım genişledikçe amacımı keskinleştiriyor. Evet, bir amaç! Çok da zor bir şey değil canım, gözlemlemek, öğrenmek, tecrübe edinmek, kısacası yaşamım boyunca evrilmek.


Önümde iki yol var, ya koyun ol –artık geri dönemem- ya da tanrı olmaya devam et. Koyun, tanrı, ne olursan ol hiçbir yol kolay olmayacak. Hayat bir anda gözüne bok çukuru ve yaşamaya değmez, bazense bu rüya keşke hiç bitmese diyeceksin. Bunlar olağan, olması lüzumlu şeyler. Yaşamı yaşanılır kılan bu gelgitlerdir. İkilik, zıtlık!


Doğanın yolunu takip etmek kolay değil. Üstelik bu yolun bir sonu yok. Tanrı olacağım diye kendimizi paralamamız gerekmez, farklı bir bilince ulaştık diye her şey bir anda değişmeyecek. Hayatta kal ve öğrenmeye devam et. Hepsi bu!


Her zaman tanrıların hükmetmesi gereken koyunlar olacak. Bazı tanrılarda hükmün altında koyunlarla aynı durumu yaşayacak. Bazısı ise kendini tanrı-koyun etkileşiminden uzak tutup kendi doğa yolundan gidecek.

Tanrı ya da koyun, durumları yaratacak olan sensin. Karar senin!

----------------
God, eğer koyunluktan kurtulma ve elitlik yolunda ilerliyorsan ilk iş olarak onlara karşı sempati beslercesine düşünmekten vazgeç. Buna uğraşıyorsun ancak yinede üstünden geçen doktrinasyondan dolayı zorlanıyorsun. Bunu anlıyorum, çünkü bende aynı yoldan geçtim.

İnsanlar ya koyun yada tanrı olarak doğar, bunun sonradan bir değişme ihtimali yok - insanlar değişmez! Tanrıların koyunlar üzerinde belkide dikkat etmediğiniz bir hakimiyetleri vardır: konuşma, duruş ve bakışlar! Bir tanrı olarak karşınızdaki koyunun duruşu ve size karşı olan davranışında onun size itaat etme isteğini okursunuz. Para lafını ettiğiniz andaki esas duruşlarından kime yada neye taptıklarını anlarsınız. Koyunlara ne güvenebilirsin nede sır verebilirsin. Bu yüzden bir elit olabilmek için sırlarınla ölmeyi bilmen gerekir. 

Hatırlarsan blogları koyunların arasında boğulan elitlere yalnız olmadıklarını ve düşündüklerinde haklı olduklarını hatırlatmk için yazmıştım. Koyunların inançları gibi absürd konular hakkında açıklıklar sunarak "elitlerin" onlarla aralarında olan farkları görmeleri ve gerçek düşmanlarını tanımaları için yazdım. Sonuç olarak inanç sistemi sayesinde elitlerde dostu düşmandan ayırmayı bildiler. Çünkü bir elit hayalperest bir salağa güvenmez, onu sadece kullanır. Bunu anlamanın yoluda karşıdaki insana bir öneride bulunmaktır! Hayali bir babaya ve onun hediyelerine inanıp hizmet edip öldükten sonra ödüllendirilmeyi beklemek yada şimdi ve burada hayatı zorda olsa yaşamak ve eldeki tüm kaynakları kullanarak iyi bir yaşam sürmek. Tabi buradaki kaynağa koyunlarda dahil! Yani hayalperest kalmayı tercih ederek koyun, realist kalarakta bir elit olarak koyunları sömüren olmayı seçiyorsun. Tanrı olmayı seçen, tanrı hastası hayalperestleri onların ona sağladığı güçle beraber kontrol ederek hayatını istediği gibi yaşıyor ve diğer sığırlar ise bu seçimlerini ömür boyu sadece şikayette bulunarak ve pişmanlıklarını tanrılarını suçlayarak geçiriyorlar. 

Sana bir sır vereyim.... Koyunların vicdanı yoktur!!! Ancak sorumluluk sahibi olan bir insan vicdana sahiptir ve onun yükü ile yaşamayı seçer. Vicdanı olanların sürekli yaptığı şey ise ister istemez umursamaktır. Sırf bu yüzden elitlerin hayata dair filantrofik bir bakış açısı vardır ve buda onları yaratıcı yapar. Yaratıcı olmayan biri ancak yiyici yani bir koyun olabilir, çünkü daima bir tanrının yani yaratıcının ona yemek istediği şeyleri sunmasını bekler ve bunun için ona yalvarır. Kenisini affedemeyen koyunlar bunun daima bir başka üst otorite tarafından yapılmasını isterler çünkü kendilerini daima "aşağılık" görmeye alışmış ve bunu benimsemişlerdir. Kendini aşağı olarak kabullenen birine ne güvenebilir nede saygı duyabilirsin! Onları ancak kendilerini kabullendikleri şekilde aşağılık birer sorumsuz mahluk olarak sömürebilirsin - çünkü bu onların kararı ve seçimi!

Önemli olan başkaları için değil kendin için tanrı olmaktır, kendin  için yaratmak ve kendin için yaşamak! Sakın zamanını koyunları aydınlatmak gibi zaman kaybı şeyler için boşa harcama. Ancak yazmayıda elden bırakma! Bence kinini kusacak şekilde yaz, içinden geldiği gibi. ;)

Başarılar