22 Mart 2018 Perşembe

TAPINAKLAR VE GERÇEK İŞLEVLERİ

Merhaba sevgili moronlar,

Artık her köşede bir caminiz var canınız ne zaman isterse oraya gidip tanrılara tapınma egzersizleri yaparak ne kadar hayırlı birer varlık olduğunuzu etrafınıza gösterebilirsiniz. Koyunların yapmakta oldukları bu günlük beyin özürlü olduklarını ispatlama çabalarının arkasında tabiki sadece inançları yatmıyor..... öteki tarafta elde edecekleri hediyeler..... kıçlarına yiyecekleri "ne kötü çocuktun sen" şaplakları yada cinsel fantezilerin ötesine geçen orgilerde yatmıyor.... orada olan ve gerçekleşen şey hayallerinizinde ötesinde birşey. Neden koyunlar evlerinde, avm nin ortasında, otobüs durağında, havaalnındaki bekleme salonunda, tren garında yada sahilde güneşlenen bikinili bayanların arasında secdelerini yere koyup yaptıkları ibadet gösterişlerinden camiye girdiklerindeki kadar haz alamıyorlar? Nedir bu koyunları o yapıların içine çeken şey? Sadece kutsal tanımlı kitaplarındaki farz, sünnet yada diğer manasız kelimelerin çağrıştırdığı bir korku yada bonus sevap toplama hevesi mi?

Yıllardır bu tapınak tanımlı yapıların içine girip çıktınız, etrafında gezdiniz, avlusunda dolandınız, mimarilerine bakıp "vay be" dediniz..... fakat bir gün olsun durupta bu yapıların gerçektende birer tapınak olup olmadıkları konusunda aklınıza tek bir soru dahi gelmedi. Tüm olay içeri girip birbirlerinin ensesine bakıp öndekilerin kıçlarının kokusunu almamak için başlarını aşağı eğik tutmak yada otururken bir ayağı kıçın arasına sokup osurmayı önlemeye çalışmaktan ibaret iken bunca karmaşık mimaride ne için diye o dijital koyun kılları ile dolu aklınızda hiçmi bir soru belirmedi? Ne zamandan beri tapınakların şekli ile ibadet tarzı özdeşleştirildi? Yada böyle birşey hiç varmıydı? Günümüzdeki inançların kullandıkları tapınaklar yapısal olarak neredeyse aynı iken bu inanç koyunlarının kendilerine has gördükleri ibadet dehlizleri neden bu kadar önemli kılındı? İmamlar yada papazlar koyunların paralarını duygusal ve tanrısal sömürü ile daha kolay iç etsinler diyemi? Sarkılabilecek çocukları yada gençleri daha kolay seçebilmek için mi? Hiç bu din adamlarının cinsellik ve finans konularında dinsel tarih bilgilerine nazaran daha bilgili oldukları dikkatinizi çekmedimi? Bir imam oral, anal, vajinal ilişkiler, cinsel ilişki için uygun yaş yada cinsiyet konusunda size saatlerce vaaz verip ertesi gün kıçına sokup geri çıkaramadığı kola şişesi ile yada çaktırmadan bir köpeğe arkadan dayamaya çalışırken yakalanabilir..... Bunlar mesleklerini doğru uygulamak için yaptıkları denemelerdir, yani vaazı verirken neyden bahsettiklerinin tecrübesine sahip olmalıdırlar - değil mi? Neyse.... konuyu dağıtmayayım...

Din adamlarının hiç birisi - evet o gözlerinizdeki yavşamış bakışı bir kenara bırakın ve tekrar okuyun - HİÇBİRİSİ tapınak olarak adlandırdığı ticarethanesinin mimari amacını bilmez. Amaç konusunda ancak abuk subuk hikayeler, efsaneler yada söylemlerden bahsederler ve hepside uydurmadır - evet hepsi! Sanat güzelliği, estetiğin önemi, ibadethanenin çekiciliği yada tanrıya yakın olacağınız yerin güzel olması gerektiği gibi bir ton şey zırvalarlar, çünkü kıçlarından uydurabilecekleri yegane ve koyunlar tarafından anlaşılabilecek ve koyunları başlarından savabilecek en etkili metod budur - yalanlar..... hemde süper abartı yalanlar..... öyleki dinlerken kimi koyunların dizlerinin bağı çözülürken, kimileri transa geçiverir. Koyunların iki şey nedeniyle bu ibadethanelere gittikleri zannedilir..... mental tecavüze karşı koyamamaları, ki bundan hoşlanıyorlarda ve vaazcılardan masallar dinleyerek hayatın gerçeklerinden uzaklaşabilmeleri......

Fakat o mekanlarda tarif edilemeyen birşey olduğunu hissetniz mi? Onu göremiyorsunuz.... ona dokunamıyorsunuz.... onu duyamıyorsunuz..... fakat birşeyin orada olduğunu biliyorsunuz - sadece bunu tarif edemiyorsunuz. İşte bu tarif edilemeyen hisse koyunlar ilahi huşu yada öfori diyorlar, yani orada iken tanrıyı hissetiklerine inanıyorlar, fakat sadece içinde iken! Evde iken yada tapınağın avlusunda gezinen kadınların kıçlarını izlerken değil, sadece içeride iken! Hepiniz neyden bahsettiğimi biliyorsunuz sadece bunu ifade edemiyorsunuz. Etrafınızdaki sığırlarda sizinle aynı fikirde, fakat hiçbiri ne olduğunu bilmiyor ve açıklayamıyor....... Bugüne kadar!

 Sultan Ahmet Camii - İstanbul

Hiç böyle bir yapının karşısında durup tüm o görkeminin, mimari detayının yada böyle bir yapının neye hizmet edebileceğini düşünmeyi denemedinizmi? Bu kadar irili ufaklı kubbe, farklı boyda minare ve farklı sayıdaki minare şerefeleri ne için yapılmış diye merak etmediniz mi hiç..... - HİÇ Mİ? Bir camide sadece bir imam ezan okur... bunu eski usulde yaparsak, bir adet minare ve bir adet şerefe yeterli olacaktır - DEĞİL Mİ? Ne yani imam her köşeden şerefeye çıkıp şehrin 4 köşesine 4 defa arka arkaya ezanımı bağıracaktı. Tek seferde 1 ezan okunur! Peki o zaman diğer minareler ve farklı yükseklikte şerefeler ne diye varlar? Çünkü bu yapılar ibadethane maksatlı inşa edilmiş yapılar değiller! 


Nasıl yani, ömrüm boyunca bayram namazı yada cuma namazında ön sırada yer kapmak için koşturduğum o ünlü dev camiler aslında ibadet için değil mi? Hadi ordan be..... olurmu öyle şey..... o camiler...... yav tamam bi siktir git.


Bunlara "Alem" denir ve kubbe ile minarelerin iskeletlerinde kullanılan metal çubukların toplandıkları yerdir. Estetik bir görünümleri olabilir ancak esas görevleri tüm bu çubukların ana bağlantı noktası olmalarıdır. Tabiki günümüzde kullanılan yeni inşa tekniklerinde bu çubuklar eskiden kullanıldıkları tarzda döşenmiyorlar ve buna bağlı olarakta tepeye dikilen alemlerde herhangi bir işleve sahip olmuyorlar..... sadece sempatikler. Çünkü günümüz koyun mimarlar eski mimaride kullanılan tekniklerin hangi işleve hizmet ettiğini bilmeden sadece "dizayn" yapıyorlar. Ortaya çıkardıkları eserde buna göre cansız yani "ölü" oluyor.
İşlevsiz ve cansız bir yapı... sadece estetiği mevcut.... hepsi bu.

Kubbe ve minarelerin tepesine (aleme monte) bu paratonerlerden koyuyorlar ve nedense bir tane sığır çıkıpta bunlarla kubbe alemlerinin aslında aynı şey olduklarını bir türlü çözemiyor. Antik bir paratonere modern bir paratoner monte ediyorlar ve yinede aradaki benzerlik o sığırsal beyinlerinde bir şimşek çaktırıp "bu camiler eskiden yıldırımlardan nasıl korunuyordu peki?" diye düşündürtmüyor bile. Son bir kaç yüzyılda inşa edilen camiler eski usule ve zekaya göre dizayn edilmediklerinden yıldırımların gazabına uğramaya başladılar. Son model camilerde ise alem yerine doğrudan paratoner monte ediliyor fakat yinede eskiye benzemiyor. Çünkü paratoner sadece bir amaç için monte ediliyor: elektriği toprağa iletmek. Ancak eski usul cami dediğimiz yapıların esas amacı elektriği yakalayıp barındırmaktı..... Evet yanlış okumuyorsunuz. Cami olarak baktığınız o devasa yapılar havadaki statik elektriği elde edip depolamak için kullanılan kapasitörlerdi. Şerefeler ne için peki?
Parafudr


Parafudr, ani aşırı gerilim darbelerine karşı elektriksel sistemleri koruyan, normalde pasif olan, sisteme paralel bağlanan koruma elemanlarına denir. Bu ani aşırı gerilim darbeleri- yıldırım veya iç aşırı gerilimler olabilir ve bu gerilimler mikrosaniye seviyesindedir.

Ne muazzam bir geometrik tasarım değilmi? Koyunlar bunun altında toplaşıp kurtarılma, yardım eline ulaşma yada affedilme uğruna debeleşsinler diye bunca zahmete girmeye ne gerek var? Neden sadece tek bir kubbe yada sadece bir çatı değilde bunca farklı ebatlı kubbelere ve yarım dairelere gerek var. Helezonal bir hareketin dalgalanma hızını arttırıp bundan kaynaklanan enerji seviyesini yükseltmek yada onu dengelemek için olabilir mi? Statik voltaj regülatörü gibi mesela.....

Koyunların ibadet etmesi için gerekli tek mekan mescitler idi, ancak mescitlerde camilerdeki statik bir atmosfer bulunmuyor - buda koyunların her ne yapıyorlarsa sanki boşuna yaptıklarını zannetmesine neden oluyordu. Bu durum camilerdeki o "huşu" hissinin keşfi ile son buldu. Artık koyunlar tüm o egzersizlerinin mükafatını alabileceklerdi ve bunun sebebinide ilahi bir şeye bağlayacaklardı. 
 Aynı kadim teknolojinin türkiye ve burmadaki (myanmar) görünümü. Aşağıda asyadaki diğer benzer örnekleri görüyorsunuz.





Bunların hepsi günümüzde inançlı koyunlar tarafından mekanların sahibi olduklarını iddia eden kurnaz rahipler öyle söylediklerinden dolayı birer tapınak olarak kullanılmakta. Bu yapıların hiçbirisi ne tapınak, ne depo nede mezar olarak inşa edilmişti. 
Sultan Ahmet camii ve Tac Mahal sarayı. Benzer mimari fakat aynı işlev. Tac mahal avlusundaki bağlantılar yüzeyde bahçe yolu olarak görünmekteler. Sultan Ahmette ise avlunun altından geçmekteler. Her ikisindede avlunun ortasında bir su havuzu ve uç kısımlarda minareler bulunuyor. Bu yapılar devasa birer statik elektrik kapasitörüdür. Her birini diğerleri ile bağdaştıran çok önemli bir faktör mevcut: su kaynaklarına olan yakınlıkları. Peki bu elektrik toplama ve depolama işleminden nasıl bu kadar eminiz? Çok basit!
İlk ilkel kondansatör olan Leyden Kavanozu, veya diğer adıyla Leyden şişesi, 1745 yılında, Hollandalı fizikçi Pieter van Musschenbroek'in (1700–1748), Leyden Üniversitesi'ndeyken yaptığı elektrik depolayan cihazın adıdır. Elektriğin sürtünme yoluyla elde edilebildiği bilinen bir olguydu. 1700'lü yılların başında bu konuda çalışan bilim insanları elektrik elde etmenin yanı sıra depolamanın da yollarını arıyorlardı. Yalıtkan ipekten iplerle asılmış, içi su dolu ve tıpasının içinden suya daldırılmış pirinç bir tel geçen, dışı ve içi metal folyo kaplı cam bir kavanoz ile deney yapan Musschenbroek, suda oluşan elektrik yükünü, asistanı rastlantı sonucu tele dokununcaya kadar farkına varmamıştır. Araştırmacılar bir kaç yıl sonra kavanozda kullanılacak su ile ilgili denemeler yaparken aslında suya ihtiyaç dahi olmadığını ve kavanozunun iç ve dış yüzeyinin metal kaplı olmasının elektrostatik enerjiyi depolamak için yeterli olduğunu gördüler - böylece ilk kapasitör doğmuş oldu!

Geliştirilmiş bir Leyden kapasitörü.


Hiç tüm bu tapınak baş örtme, aslında saçları örtme geleneği neden çıktı diye merak etmedinzmi? Tanrının saçlarla olan bu problemi nedir diye hiçmi kafayı yormadınız? Böyle gelmiş böyle gider deyip yine görmemeyi seçtiniz demek..... çok şaşkınım şuan, bu gerçekten sürpriz oldu. Moronluğa yatay geçiş konusunda almanız gereken madalyalar için yorum kısmına adreslerinizi yazmayı ihmal etmeyin olurmu....




 Eğer girdiğiniz mekanda statik elektrik mevcut ise ne olacak?

Bir düşünün şimdi.... camidesiniz ve kadınlar baş örtüsü takmamışlar.... hepsinin saçları diklenmiş ve yan yana dururken birbirlerine her dokunduklarında ortaya ark kıvılcımları çıkıp çatapat gibi sesler oluşuyor. Her ne kadar eğlenceli gibide zannedilse aslında oldukça ölümcülde sonuçlanabilir.

Elektrik yükünün vücütlar arasında oluşturduğu ark. 

Elektriğin vücuda dengeli miktarda iletilmesinin yararları yokmu peki? Hemde nasıl var! Eğer topraklama yapmadan (yoksa anında cehennemdeki cayır cayır ateş gibi yanan porno kraliçelerinin kucağına balıklama bir dalış yapardınız) vücudunuza elektrik akımı verirseniz o an için enerji ile dolduğunuzdan dolayı bir öfori yaşarsınız ve kendinizi normalden çok daha güçlü hissedersiniz. Güç manyaklığının ne olduğunu o an daha iyi anlarsınız. Tapınaklardaki elektriğe bağlı manyetik alan etkisinin bir yararı daha mevcut: vücuttaki suyun alkali oranını yani pH değerini yükseltmesi. Yüksek pH temiz (asit oranı düşük) su demektir ve buda hastalıklara daha dirençli bir vücut anlamına gelir. Bu prensibe bağlı olarak bugün birçok hastalığın alternatif tedavisi elektromanyetik plakaların vücudun hastalıklı bölgelerinde gezdirilmesi ile sağlanır. 

Benzer teknoloji ile bugün telefonları kablosuz şarj edebiliyorsunuz!

Tüm bu kadim yapıların elektriği elde etme prensibi triboelektriğe dayalı, yani havadaki rüzgarın yada diğer mikro parçacıkların kubbelere sürtünmeleri yada şimşeklerin emilmesi vasıtası ile işlemekte(ydi)ler. Eski yapım cami, sinagog, katedral yada benzeri yapıların iskeletlerinin metal alaşımdan olduğunu ve hepsinin birbiri ile bağlantılı olduğunu görmeniz için tabiki bu yapıları yıkıp incelemeniz gerekir. Bu iskeletler normalde elektriksel iletkenlik haricinde yapıda kullanılan tuğla yada çimentoyu güçlendirmek gibi bir amacada pek hizmet etmezler. Tabiki artık hiçbirisi çalışmıyor ve bu yüzdende hepsi birer kapasitörden çok, başka ne işe yarayabileceği bilinmediğinden ihtişamları yüzünden koyunlara tanrılara tapınacakları birer mekan olarak sunulmuş durumdalar. Ve bu tanrıda temelde elektriğin ilk mucidi! 

Peki bu mekanın tanrıya tapınma maksatlı olarak uydurulmasının temeli nereden geliyor? Tabiki Musa ve onun kurduğu çöldeki "tapınma" çadırından (tabernacle)!
Tevrattaki izahata göre tasarlanmış bir modeli. Orta kısımda tıpkı diğer cami ve tac mahal tarzı yapılarda görünen havuz.

Levililer 10:
1 Harun’un oğulları Nadav’la Avihu buhurdanlarını alıp içlerine ateş, ateşin üstüne de buhur koydular. RAB’bin buyruklarına aykırı bir ateş sundular. 2 RAB bir ateş gönderdi. Ateş onları yakıp yok etti. RAB’bin huzurunda öldüler.
 6 Sonra Musa Harun’la oğulları Elazar’la İtamar’a, “Saçlarınızı dağıtmayın, giysilerinizi yırtmayın” dedi, “Yoksa ölürsünüz ve RAB bütün topluluğa öfkelenir. Ama kardeşleriniz, bütün İsrail halkı RAB’bin ateşle yok ettiği bu insanlar için yas tutsun. 7 Buluşma Çadırı’nın giriş bölümünden ayrılmayın, yoksa ölürsünüz. Çünkü RAB’bin mesh yağıyla kutsandınız.” Harun’la oğulları Musa’nın dediğine uydular.
 8 RAB Harun’a şöyle dedi: 9 “Sen ve oğulların Buluşma Çadırı’na şarap ya da herhangi bir içki içip girmeyin, yoksa ölürsünüz.
Çölde Sayım 16:
16 Sonra Korah’a, “Yarın sen ve bütün yandaşların –sen de, onlar da– RAB’bin önünde bulunmak için gelin” dedi, “Harun da gelsin. 17 Herkes kendi buhurdanını alıp içine buhur koysun. İki yüz elli kişi birer buhurdan alıp RAB’bin önüne getirsin. Harun’la sen de buhurdanlarınızı getirin.” 18 Böylece herkes buhurdanını alıp içine ateş, ateşin üstüne de buhur koydu. Sonra Musa ve Harun’la birlikte Buluşma Çadırı’nın giriş bölümünde durdular. 31 Musa konuşmasını bitirir bitirmez Korah, Datan ve Aviram’ın altındaki yer yarıldı. 32 Yer yarıldı, onları, ailelerini, Korah’ın adamlarıyla mallarını yuttu. 33 Sahip oldukları her şeyle birlikte diri diri ölüler diyarına indiler. Yer onların üzerine kapandı. Topluluğun arasından yok oldular. 34 Çığlıklarını duyan çevredeki İsrailliler, “Yer bizi de yutmasın!” diyerek kaçıştılar. 35 RAB’bin gönderdiği ateş buhur sunan iki yüz elli adamı yakıp yok etti.
Buhurdan

Yukarıdaki tevrat alıntılarında çadırda yapılacak tapınma işleminin pekde öyle günümüzdeki gibi banal birşey olmadığını anlayabiliyorsunuz sanırım. Eğer saçınız dağınık, alkol almış, buhurdanı yanlış tutuyor yada yanlış doldurduysanız ve birde bulunduğunuz yerden zamanı gelmeden ayrılıyorsanız bunun anlamı ateşle öleceksiniz demektir. Buradaki şey bir ritüel değil, kullanım kılavuzu! Peki neyin kullanım kılavuzu? İlahi zırvaları bir kenara bırakırsak tabiki elektriksel bir cihazın kullanım kılavuzu. Kullanım kılavuzunun dışında yapılan her hareketin tek bir sonucu var, çarpılmak ve yanarak ölmek. Hani o "allah çarpar" dedikleri şey başka ne olabilirdiki? Tokatlamı çarpacaktı? Uçan tekmemi atacaktı? Karate yaparak adam döveni kim tanrı olarak görebilir!? Peki koyunların kontrol edemedikleri ve anlayamadıkları ancak çok güçlü bir sihirin sahibine ne olarak bakılırdı? Neden şimşekler tanrısı deniyorda Şimşek Tanrı denmiyor? Şimşek kendi başına bir güç ve bunu (ve diğer benzerlerini) kontrol edebilende tabiki tanrı oluyor.


Bu elektrik kapasitörelerine bir başka örnek daha vermek mümkün.

 Burası rusyadaki Tobolsk yerleşm yerinin özellikle tepesine kurulmuş bir mekanizma. Bu mekanın bulunduğu tepeye Tatarca Altyk-Aginak deniyor.... manasıda "altın kıvılcım saçan tepe" demek.
Solda yine stupa ve etrafında kubbe çıkıntıları.
 Binanın arka tarafındaki su havzası ve havzanın duvarındaki metal boru serisi. Burası günümüzde boşaltılmış ve işlevini yitirmiş bir başka elektrik kapasitörüdür.

Buradaki mekanizmanın çalışma prensibi Kelvin damla jeneratörüne dayanıyor.
1878 de elektrik kullanımına bir örnek.
1883 yılında moskovada kullanılan aydınlatma.

Tarihe baktığımız zaman ilk elektrikli sokak aydınlatmasının 31 mart 1880 de ABD de gerçekleştiğini (İndiana Wabash kabası) okuyoruz. Peki bunun öncesindeki sarayların iç kısımları ne ile aydınlatılıyordu? Gaz lambasımı? Mum mu?..... Güzel bir teori ancak bunun oldukça zayıf bir ihtimal olduğunu anlamanın yolu çok kolay! Tüm o 18 yy ve sonrasında yapılan saray, köşk, şato yada devlet binalarının tavan ve duvar aydınlatma ekipmanlarına bir bakın. Bulundukları yerin tepesinde yani tavanda bir is izi görüyormusunuz? Belkide bir yanık? Hafif bir kararma yada sonradan üstüne boya geçilmesine rağmen seçilebilen bir renk farkı? Hayır?! Evet?! Elektrik kablolarının sonradan değil, inşaat sürecinde iken çekildiği bariz olan bu yapıların belirtilenden çok önce elektrik kullandığı ortada.




Bunca yüksek avizede mumlar yansa idi, her defasında onları yakmak ve söndürmek tam bir azap yada imkansız bir operasyon olmayacakmıydı? Elektrik hakkındaki bilgi 15-17. yüzyıllarındaki reformasyondan itibaren bir anda ortadan kalktı. Karanlık çağdan çıkışı insanlar reformasyonu takiben ancak mum ile bulabildi. Buna bağlı olarak yaşanan amnezi ile elektrik ve ona bağlı olan kadim yaşam tarzı bir anda aydınlıktan yerini karanlığa bıraktı. Bu dönem insanların koyunlaştırılmasındaki dönüm noktası idi, çünkü elektrik yeniden tanrıların olacaktı, insanların değil. Hayırseverler elektriği önce yok ettiler, sonrada tekrar yarattılar ve onu koyunlara sunarak tanrının bir lütfunu vermiş oldular. Böylece "verenler" olarak daima yüceltilecekler ve hükmetmeye devam edebileceklerdi. 

İngiliz Kraliyet ailesinin ünlü Windsor Sarayı! Ortadaki yuvarlak kuleyi görüyorsunuz tabiki. Ona bugün sadece "yuvarlak kule" deniyor ve ne için bu sarayın ortasına böyle alakasız bir kule dikilmiş diye sorduğunuzda size buranın depo ve arşiv amaçlı olarak kullanıldığını anlatacaklardır..... Çünkü saray 19.yy da ve öncesinde geçirdiği tadilatlar dolayısı ile orjinal işlevini yitiren bir başka kurbandı.
Bu sarayın 1658 yılına ait bir çizimi. Günümüzdeki hali ile pekde aynı görünmüyor, çünkü işlevine son verildikten sonra kullanım amacına bağlı olarak modifiye edildi. Ancak buradaki en ilginç şey aslında sarayın bu kulenin etrafına inşaa edilmiş olması! Gördüğünüz şey bunun bir kule olabileceğine işaret ediyormu? Yapısı ve altında bulunan kubbe ile sarayın herhangi bir yapısına benziyormu? 
Kubbenin altına doğru akan su ne için peki? Statik elektrik toplamak için olmasın sakın?

Bu örnekte eski hali ile York Kalesinin bir modelini görüyorsunuz. Kubbe kule (Clifford kulesi) bu sefer kalenin dışında ve ne tesadüfki suyun içinde. Günümüzde bu kulenin bulunduğu yer tamamen kurumuş durumda fakat kule halen yerinde. Kalede artık yok ancak yaklaşık 1000 senelik kule halen yerinde. İşte bu nedenle Windsor Sarayındaki aynı yapıda saraydan daha eski ve ondan daha önce orada idi. Eğer bu yapılar kullanılmaya devam edilecek olsalardı, bugün halen çalışıyor olurlardı. Tek ihtiyaçları bakım yapılması idi - çünkü yapıların kendisi tıpkı piramitler gibi zaman meydan okuyan sağlamlıkta bir teknolojik bilgi ile yapılmış.
İç kısmı boş ve yaşamak yada yerleşmek için tasarlanmamış. Orta kısımdaki sekizgen, yapının bütününe etki eden bir mimamirin temelini oluşturuyor. Ne diye taşları sekizgen bölmeler halinde döşeyip inşaatı dahada zorlaştırasınız? Demekki bunun bir amacı var.
Sekizgenin ortasında bulunan üçgen ise halen belirginliğini koruyor. Sekizgendeki taşlar sanki ergimiş kaya gibi birbirlerine kaynamış durumdalar. 
Clifford kulesinin bugün yeraltında bulunan merdiven düzeneği. Bu düzenek suyun altında bulunuyor ve inşaa edildiği sırada kazılan hendeğe su sonradan ekleniyor. Aynı su düzeneği windsor sarayındaki kuledede bulunuyor - tabiki o da günümüzde toprak altında kalmış durumda.
Cardiff Kalesi.... aynı tarz yapı.. yaklaşık 2000 yaşında.

Kulenin dışında yine bir şato. Bu tip kaleler, özelliklede Normandiyalılar tarafından "keyp" ismi verilen bu kuleler tüm avrupaya yayılmış bir şekilde bulunmaktalar. Tabiki günümüzde çoğu 1000 yaşın üzerinde olan bu yapılar artık birer harabe durumunda ve ya terk edilmiş vaziyetteler yada müze olarak kullanılmaktalar. Normandiyalıların ismilerinin Nord-man yani Kuzey-İnsanı'ndan geldiğini hatırlatayım.
Terk edilmiş Gaillard Şatosu - Fransa. Şatodan geriye birşey kalmamış ancak kule halen orada!

Castillo de Villarejo de Salvanés - Madrid. Kaleden geriye eser kalmamış ancak kule halen orada.

Tretower kalesi - İngiltere. Kaleden geriye bir şey kalmamış ancak tümsekteki kule halen ben burdayım diyor. 

Asyadan avrupaya heryerde aynı stupayı görüyorsunuz. Sadece kültürlere bağlı olarak yerel bir dizayn tarzı ile inşaa edilmişler, ancak hepsinin tek bir işlevi var: Elektrik elde etme, hemde tamamen doğal metodları kullanarak. Yakıtsız ve zorlamasız. Havanın ve suyun oluşturduğu statik elektriği toplayarak. Toplanan elektrik aydınlatma, hava savunması ve sert kesim işlerinde kullanılmaktaydı. Günümüzdeki gibi abuk subuk cihazlar için elektrik tüketimi mevcut değildi - ihtiyaçta yoktu. Bu nedenle esas ihtiyaçlar için gerekli enerji yeterli seviyede sağlanıp depolanabiliyordu. Ne çok fazla nede çok az! Avrupada bu kulelerin elitler tarafından abluka altına alınmasının en büyük nedenide bu enerji üretim tesislerinin kontrolünü sağlamak ve buna görede enerji vasıtasıyla hüküm sürebilmekti. Şatonuzun olması sizi önemli yapmıyordu - bir kudrete sahip olmalıydız! İşte bu kudrette elektrik idi. Elektriği sağlayan, onu barındıran ve sunan - diğerlerine, yani bu enerjiye ihtiyaç duyanlara hükmetmekteydi. Peki bu bugün farklı mı? Savaşlar "kaynaklar" üzerine neden yapılıyor? Enerjiye kontrol eden herşeyi kontrol eder! Bu 10.000 sene evvelde böyle idi bugünde böyle.

Göbekli tepe! Bu yapıda bir mabetten çok ortadaki iki büyük mıknatısın bir sarmal düzenek ile çevrelenmiş olduğunu bir tek benmi görüyorum? Duvarların arasındada su geçerek katman katman bir sonraki düzeneğe doğru akıyor. Eğer resimde betimlenen inşaatçılar beyaz kıyafetli druidler olsaydı, bu resime bakarken aslında neye bakıyor olduğunuzu fark etmeniz daha kolay olmayacakmıydı? İlkel insanlar resimlere eklenince baktığınız yapının yine "ilkel" olması gerekiyor değil mi? İşte büyük aldanışta hep bu şekilde gerçekleşiyor.... 
Tüm görülebilen çeşitli ebattaki taşların kombinasyonu gibide olsa, aslında oldukça gelişmiş bir teknolijinin harabelerine bakıyoruz. Tek sorun koyun olarak yetiştirilen arkeologların yine koyun gibi düşünüp koyun gibi fikir yürütmesinden kaynaklanıyor ve ortaya bu tip yapıları mabet zannettmek gibi insan zekasına hakaret olan sonuçlar çıkıyor. 10.000 sene evvel insanlar ne diye hiçbir getirisi olmayan bir yapıyı böyle özenle yapıp bunca zahmete girsinler? Belki ilkellerdi, (ilkel derken kastettiğim şey aslında minimalist) peki gerçekten günümüzdeki homo-sığırosauruslar kadarmı aptallardı? Ne yaptıklarını bilerek yaptıkları ortada.... birşey inşa ettiler - hemde işlerine çok yarayacak birşey! 
.
Bugün bu sarkıtılan zincirlerin altında duran koyunlara sizce ne oluyor? Tabiki iyonize oluyorlar. Buda ne olduğunu anlamadan onları iyi hissettiriyor ve bunu ilahi bir dokunuş, tanrının lütfu, duaların kabulu yada huzura ermek olarak algılıyorlar..... Aslında cevabı çok basit: Elektrik!
Mescidi Aksa. Sekizgen mimarisi ve tıpkı diğer "keyp" ler yada stupalar gibi tarzı ile tam bir ibadethane görünümünde değilmi?

Mescidi Aksanın kubbesinde kullanılan Alemler. Hey bir dakika.... bunlar hilal şeklinde değil! Güneşide temsil etmiyorlar... O zaman bunlar nedir? Bunlar Venüs sembolü. Çünkü mescidi aksa asla islami bir mekan değildi. 

Peki bu kiliselerin kubblerindeki alemler nedir öyle? Haç değiller, başka birşeyler. Yine antik bir anten ve statik elektrik toplama istasyonuna bakıyorsunuz. Bu yapılar heryerdeler. 

Elektriksel geçmişinize merhaba deyin.

Heil Satan.....