22 Mart 2018 Perşembe

TAPINAKLAR VE GERÇEK İŞLEVLERİ

Merhaba sevgili moronlar,

Artık her köşede bir caminiz var canınız ne zaman isterse oraya gidip tanrılara tapınma egzersizleri yaparak ne kadar hayırlı birer varlık olduğunuzu etrafınıza gösterebilirsiniz. Koyunların yapmakta oldukları bu günlük beyin özürlü olduklarını ispatlama çabalarının arkasında tabiki sadece inançları yatmıyor..... öteki tarafta elde edecekleri hediyeler..... kıçlarına yiyecekleri "ne kötü çocuktun sen" şaplakları yada cinsel fantezilerin ötesine geçen orgilerde yatmıyor.... orada olan ve gerçekleşen şey hayallerinizinde ötesinde birşey. Neden koyunlar evlerinde, avm nin ortasında, otobüs durağında, havaalnındaki bekleme salonunda, tren garında yada sahilde güneşlenen bikinili bayanların arasında secdelerini yere koyup yaptıkları ibadet gösterişlerinden camiye girdiklerindeki kadar haz alamıyorlar? Nedir bu koyunları o yapıların içine çeken şey? Sadece kutsal tanımlı kitaplarındaki farz, sünnet yada diğer manasız kelimelerin çağrıştırdığı bir korku yada bonus sevap toplama hevesi mi?

Yıllardır bu tapınak tanımlı yapıların içine girip çıktınız, etrafında gezdiniz, avlusunda dolandınız, mimarilerine bakıp "vay be" dediniz..... fakat bir gün olsun durupta bu yapıların gerçektende birer tapınak olup olmadıkları konusunda aklınıza tek bir soru dahi gelmedi. Tüm olay içeri girip birbirlerinin ensesine bakıp öndekilerin kıçlarının kokusunu almamak için başlarını aşağı eğik tutmak yada otururken bir ayağı kıçın arasına sokup osurmayı önlemeye çalışmaktan ibaret iken bunca karmaşık mimaride ne için diye o dijital koyun kılları ile dolu aklınızda hiçmi bir soru belirmedi? Ne zamandan beri tapınakların şekli ile ibadet tarzı özdeşleştirildi? Yada böyle birşey hiç varmıydı? Günümüzdeki inançların kullandıkları tapınaklar yapısal olarak neredeyse aynı iken bu inanç koyunlarının kendilerine has gördükleri ibadet dehlizleri neden bu kadar önemli kılındı? İmamlar yada papazlar koyunların paralarını duygusal ve tanrısal sömürü ile daha kolay iç etsinler diyemi? Sarkılabilecek çocukları yada gençleri daha kolay seçebilmek için mi? Hiç bu din adamlarının cinsellik ve finans konularında dinsel tarih bilgilerine nazaran daha bilgili oldukları dikkatinizi çekmedimi? Bir imam oral, anal, vajinal ilişkiler, cinsel ilişki için uygun yaş yada cinsiyet konusunda size saatlerce vaaz verip ertesi gün kıçına sokup geri çıkaramadığı kola şişesi ile yada çaktırmadan bir köpeğe arkadan dayamaya çalışırken yakalanabilir..... Bunlar mesleklerini doğru uygulamak için yaptıkları denemelerdir, yani vaazı verirken neyden bahsettiklerinin tecrübesine sahip olmalıdırlar - değil mi? Neyse.... konuyu dağıtmayayım...

Din adamlarının hiç birisi - evet o gözlerinizdeki yavşamış bakışı bir kenara bırakın ve tekrar okuyun - HİÇBİRİSİ tapınak olarak adlandırdığı ticarethanesinin mimari amacını bilmez. Amaç konusunda ancak abuk subuk hikayeler, efsaneler yada söylemlerden bahsederler ve hepside uydurmadır - evet hepsi! Sanat güzelliği, estetiğin önemi, ibadethanenin çekiciliği yada tanrıya yakın olacağınız yerin güzel olması gerektiği gibi bir ton şey zırvalarlar, çünkü kıçlarından uydurabilecekleri yegane ve koyunlar tarafından anlaşılabilecek ve koyunları başlarından savabilecek en etkili metod budur - yalanlar..... hemde süper abartı yalanlar..... öyleki dinlerken kimi koyunların dizlerinin bağı çözülürken, kimileri transa geçiverir. Koyunların iki şey nedeniyle bu ibadethanelere gittikleri zannedilir..... mental tecavüze karşı koyamamaları, ki bundan hoşlanıyorlarda ve vaazcılardan masallar dinleyerek hayatın gerçeklerinden uzaklaşabilmeleri......

Fakat o mekanlarda tarif edilemeyen birşey olduğunu hissetniz mi? Onu göremiyorsunuz.... ona dokunamıyorsunuz.... onu duyamıyorsunuz..... fakat birşeyin orada olduğunu biliyorsunuz - sadece bunu tarif edemiyorsunuz. İşte bu tarif edilemeyen hisse koyunlar ilahi huşu yada öfori diyorlar, yani orada iken tanrıyı hissetiklerine inanıyorlar, fakat sadece içinde iken! Evde iken yada tapınağın avlusunda gezinen kadınların kıçlarını izlerken değil, sadece içeride iken! Hepiniz neyden bahsettiğimi biliyorsunuz sadece bunu ifade edemiyorsunuz. Etrafınızdaki sığırlarda sizinle aynı fikirde, fakat hiçbiri ne olduğunu bilmiyor ve açıklayamıyor....... Bugüne kadar!

 Sultan Ahmet Camii - İstanbul

Hiç böyle bir yapının karşısında durup tüm o görkeminin, mimari detayının yada böyle bir yapının neye hizmet edebileceğini düşünmeyi denemedinizmi? Bu kadar irili ufaklı kubbe, farklı boyda minare ve farklı sayıdaki minare şerefeleri ne için yapılmış diye merak etmediniz mi hiç..... - HİÇ Mİ? Bir camide sadece bir imam ezan okur... bunu eski usulde yaparsak, bir adet minare ve bir adet şerefe yeterli olacaktır - DEĞİL Mİ? Ne yani imam her köşeden şerefeye çıkıp şehrin 4 köşesine 4 defa arka arkaya ezanımı bağıracaktı. Tek seferde 1 ezan okunur! Peki o zaman diğer minareler ve farklı yükseklikte şerefeler ne diye varlar? Çünkü bu yapılar ibadethane maksatlı inşa edilmiş yapılar değiller! 


Nasıl yani, ömrüm boyunca bayram namazı yada cuma namazında ön sırada yer kapmak için koşturduğum o ünlü dev camiler aslında ibadet için değil mi? Hadi ordan be..... olurmu öyle şey..... o camiler...... yav tamam bi siktir git.


Bunlara "Alem" denir ve kubbe ile minarelerin iskeletlerinde kullanılan metal çubukların toplandıkları yerdir. Estetik bir görünümleri olabilir ancak esas görevleri tüm bu çubukların ana bağlantı noktası olmalarıdır. Tabiki günümüzde kullanılan yeni inşa tekniklerinde bu çubuklar eskiden kullanıldıkları tarzda döşenmiyorlar ve buna bağlı olarakta tepeye dikilen alemlerde herhangi bir işleve sahip olmuyorlar..... sadece sempatikler. Çünkü günümüz koyun mimarlar eski mimaride kullanılan tekniklerin hangi işleve hizmet ettiğini bilmeden sadece "dizayn" yapıyorlar. Ortaya çıkardıkları eserde buna göre cansız yani "ölü" oluyor.
İşlevsiz ve cansız bir yapı... sadece estetiği mevcut.... hepsi bu.

Kubbe ve minarelerin tepesine (aleme monte) bu paratonerlerden koyuyorlar ve nedense bir tane sığır çıkıpta bunlarla kubbe alemlerinin aslında aynı şey olduklarını bir türlü çözemiyor. Antik bir paratonere modern bir paratoner monte ediyorlar ve yinede aradaki benzerlik o sığırsal beyinlerinde bir şimşek çaktırıp "bu camiler eskiden yıldırımlardan nasıl korunuyordu peki?" diye düşündürtmüyor bile. Son bir kaç yüzyılda inşa edilen camiler eski usule ve zekaya göre dizayn edilmediklerinden yıldırımların gazabına uğramaya başladılar. Son model camilerde ise alem yerine doğrudan paratoner monte ediliyor fakat yinede eskiye benzemiyor. Çünkü paratoner sadece bir amaç için monte ediliyor: elektriği toprağa iletmek. Ancak eski usul cami dediğimiz yapıların esas amacı elektriği yakalayıp barındırmaktı..... Evet yanlış okumuyorsunuz. Cami olarak baktığınız o devasa yapılar havadaki statik elektriği elde edip depolamak için kullanılan kapasitörlerdi. Şerefeler ne için peki?
Parafudr


Parafudr, ani aşırı gerilim darbelerine karşı elektriksel sistemleri koruyan, normalde pasif olan, sisteme paralel bağlanan koruma elemanlarına denir. Bu ani aşırı gerilim darbeleri- yıldırım veya iç aşırı gerilimler olabilir ve bu gerilimler mikrosaniye seviyesindedir.

Ne muazzam bir geometrik tasarım değilmi? Koyunlar bunun altında toplaşıp kurtarılma, yardım eline ulaşma yada affedilme uğruna debeleşsinler diye bunca zahmete girmeye ne gerek var? Neden sadece tek bir kubbe yada sadece bir çatı değilde bunca farklı ebatlı kubbelere ve yarım dairelere gerek var. Helezonal bir hareketin dalgalanma hızını arttırıp bundan kaynaklanan enerji seviyesini yükseltmek yada onu dengelemek için olabilir mi? Statik voltaj regülatörü gibi mesela.....

Koyunların ibadet etmesi için gerekli tek mekan mescitler idi, ancak mescitlerde camilerdeki statik bir atmosfer bulunmuyor - buda koyunların her ne yapıyorlarsa sanki boşuna yaptıklarını zannetmesine neden oluyordu. Bu durum camilerdeki o "huşu" hissinin keşfi ile son buldu. Artık koyunlar tüm o egzersizlerinin mükafatını alabileceklerdi ve bunun sebebinide ilahi bir şeye bağlayacaklardı. 
 Aynı kadim teknolojinin türkiye ve burmadaki (myanmar) görünümü. Aşağıda asyadaki diğer benzer örnekleri görüyorsunuz.





Bunların hepsi günümüzde inançlı koyunlar tarafından mekanların sahibi olduklarını iddia eden kurnaz rahipler öyle söylediklerinden dolayı birer tapınak olarak kullanılmakta. Bu yapıların hiçbirisi ne tapınak, ne depo nede mezar olarak inşa edilmişti. 
Sultan Ahmet camii ve Tac Mahal sarayı. Benzer mimari fakat aynı işlev. Tac mahal avlusundaki bağlantılar yüzeyde bahçe yolu olarak görünmekteler. Sultan Ahmette ise avlunun altından geçmekteler. Her ikisindede avlunun ortasında bir su havuzu ve uç kısımlarda minareler bulunuyor. Bu yapılar devasa birer statik elektrik kapasitörüdür. Her birini diğerleri ile bağdaştıran çok önemli bir faktör mevcut: su kaynaklarına olan yakınlıkları. Peki bu elektrik toplama ve depolama işleminden nasıl bu kadar eminiz? Çok basit!
İlk ilkel kondansatör olan Leyden Kavanozu, veya diğer adıyla Leyden şişesi, 1745 yılında, Hollandalı fizikçi Pieter van Musschenbroek'in (1700–1748), Leyden Üniversitesi'ndeyken yaptığı elektrik depolayan cihazın adıdır. Elektriğin sürtünme yoluyla elde edilebildiği bilinen bir olguydu. 1700'lü yılların başında bu konuda çalışan bilim insanları elektrik elde etmenin yanı sıra depolamanın da yollarını arıyorlardı. Yalıtkan ipekten iplerle asılmış, içi su dolu ve tıpasının içinden suya daldırılmış pirinç bir tel geçen, dışı ve içi metal folyo kaplı cam bir kavanoz ile deney yapan Musschenbroek, suda oluşan elektrik yükünü, asistanı rastlantı sonucu tele dokununcaya kadar farkına varmamıştır. Araştırmacılar bir kaç yıl sonra kavanozda kullanılacak su ile ilgili denemeler yaparken aslında suya ihtiyaç dahi olmadığını ve kavanozunun iç ve dış yüzeyinin metal kaplı olmasının elektrostatik enerjiyi depolamak için yeterli olduğunu gördüler - böylece ilk kapasitör doğmuş oldu!

Geliştirilmiş bir Leyden kapasitörü.


Hiç tüm bu tapınak baş örtme, aslında saçları örtme geleneği neden çıktı diye merak etmedinzmi? Tanrının saçlarla olan bu problemi nedir diye hiçmi kafayı yormadınız? Böyle gelmiş böyle gider deyip yine görmemeyi seçtiniz demek..... çok şaşkınım şuan, bu gerçekten sürpriz oldu. Moronluğa yatay geçiş konusunda almanız gereken madalyalar için yorum kısmına adreslerinizi yazmayı ihmal etmeyin olurmu....




 Eğer girdiğiniz mekanda statik elektrik mevcut ise ne olacak?

Bir düşünün şimdi.... camidesiniz ve kadınlar baş örtüsü takmamışlar.... hepsinin saçları diklenmiş ve yan yana dururken birbirlerine her dokunduklarında ortaya ark kıvılcımları çıkıp çatapat gibi sesler oluşuyor. Her ne kadar eğlenceli gibide zannedilse aslında oldukça ölümcülde sonuçlanabilir.

Elektrik yükünün vücütlar arasında oluşturduğu ark. 

Elektriğin vücuda dengeli miktarda iletilmesinin yararları yokmu peki? Hemde nasıl var! Eğer topraklama yapmadan (yoksa anında cehennemdeki cayır cayır ateş gibi yanan porno kraliçelerinin kucağına balıklama bir dalış yapardınız) vücudunuza elektrik akımı verirseniz o an için enerji ile dolduğunuzdan dolayı bir öfori yaşarsınız ve kendinizi normalden çok daha güçlü hissedersiniz. Güç manyaklığının ne olduğunu o an daha iyi anlarsınız. Tapınaklardaki elektriğe bağlı manyetik alan etkisinin bir yararı daha mevcut: vücuttaki suyun alkali oranını yani pH değerini yükseltmesi. Yüksek pH temiz (asit oranı düşük) su demektir ve buda hastalıklara daha dirençli bir vücut anlamına gelir. Bu prensibe bağlı olarak bugün birçok hastalığın alternatif tedavisi elektromanyetik plakaların vücudun hastalıklı bölgelerinde gezdirilmesi ile sağlanır. 

Benzer teknoloji ile bugün telefonları kablosuz şarj edebiliyorsunuz!

Tüm bu kadim yapıların elektriği elde etme prensibi triboelektriğe dayalı, yani havadaki rüzgarın yada diğer mikro parçacıkların kubbelere sürtünmeleri yada şimşeklerin emilmesi vasıtası ile işlemekte(ydi)ler. Eski yapım cami, sinagog, katedral yada benzeri yapıların iskeletlerinin metal alaşımdan olduğunu ve hepsinin birbiri ile bağlantılı olduğunu görmeniz için tabiki bu yapıları yıkıp incelemeniz gerekir. Bu iskeletler normalde elektriksel iletkenlik haricinde yapıda kullanılan tuğla yada çimentoyu güçlendirmek gibi bir amacada pek hizmet etmezler. Tabiki artık hiçbirisi çalışmıyor ve bu yüzdende hepsi birer kapasitörden çok, başka ne işe yarayabileceği bilinmediğinden ihtişamları yüzünden koyunlara tanrılara tapınacakları birer mekan olarak sunulmuş durumdalar. Ve bu tanrıda temelde elektriğin ilk mucidi! 

Peki bu mekanın tanrıya tapınma maksatlı olarak uydurulmasının temeli nereden geliyor? Tabiki Musa ve onun kurduğu çöldeki "tapınma" çadırından (tabernacle)!
Tevrattaki izahata göre tasarlanmış bir modeli. Orta kısımda tıpkı diğer cami ve tac mahal tarzı yapılarda görünen havuz.

Levililer 10:
1 Harun’un oğulları Nadav’la Avihu buhurdanlarını alıp içlerine ateş, ateşin üstüne de buhur koydular. RAB’bin buyruklarına aykırı bir ateş sundular. 2 RAB bir ateş gönderdi. Ateş onları yakıp yok etti. RAB’bin huzurunda öldüler.
 6 Sonra Musa Harun’la oğulları Elazar’la İtamar’a, “Saçlarınızı dağıtmayın, giysilerinizi yırtmayın” dedi, “Yoksa ölürsünüz ve RAB bütün topluluğa öfkelenir. Ama kardeşleriniz, bütün İsrail halkı RAB’bin ateşle yok ettiği bu insanlar için yas tutsun. 7 Buluşma Çadırı’nın giriş bölümünden ayrılmayın, yoksa ölürsünüz. Çünkü RAB’bin mesh yağıyla kutsandınız.” Harun’la oğulları Musa’nın dediğine uydular.
 8 RAB Harun’a şöyle dedi: 9 “Sen ve oğulların Buluşma Çadırı’na şarap ya da herhangi bir içki içip girmeyin, yoksa ölürsünüz.
Çölde Sayım 16:
16 Sonra Korah’a, “Yarın sen ve bütün yandaşların –sen de, onlar da– RAB’bin önünde bulunmak için gelin” dedi, “Harun da gelsin. 17 Herkes kendi buhurdanını alıp içine buhur koysun. İki yüz elli kişi birer buhurdan alıp RAB’bin önüne getirsin. Harun’la sen de buhurdanlarınızı getirin.” 18 Böylece herkes buhurdanını alıp içine ateş, ateşin üstüne de buhur koydu. Sonra Musa ve Harun’la birlikte Buluşma Çadırı’nın giriş bölümünde durdular. 31 Musa konuşmasını bitirir bitirmez Korah, Datan ve Aviram’ın altındaki yer yarıldı. 32 Yer yarıldı, onları, ailelerini, Korah’ın adamlarıyla mallarını yuttu. 33 Sahip oldukları her şeyle birlikte diri diri ölüler diyarına indiler. Yer onların üzerine kapandı. Topluluğun arasından yok oldular. 34 Çığlıklarını duyan çevredeki İsrailliler, “Yer bizi de yutmasın!” diyerek kaçıştılar. 35 RAB’bin gönderdiği ateş buhur sunan iki yüz elli adamı yakıp yok etti.
Buhurdan

Yukarıdaki tevrat alıntılarında çadırda yapılacak tapınma işleminin pekde öyle günümüzdeki gibi banal birşey olmadığını anlayabiliyorsunuz sanırım. Eğer saçınız dağınık, alkol almış, buhurdanı yanlış tutuyor yada yanlış doldurduysanız ve birde bulunduğunuz yerden zamanı gelmeden ayrılıyorsanız bunun anlamı ateşle öleceksiniz demektir. Buradaki şey bir ritüel değil, kullanım kılavuzu! Peki neyin kullanım kılavuzu? İlahi zırvaları bir kenara bırakırsak tabiki elektriksel bir cihazın kullanım kılavuzu. Kullanım kılavuzunun dışında yapılan her hareketin tek bir sonucu var, çarpılmak ve yanarak ölmek. Hani o "allah çarpar" dedikleri şey başka ne olabilirdiki? Tokatlamı çarpacaktı? Uçan tekmemi atacaktı? Karate yaparak adam döveni kim tanrı olarak görebilir!? Peki koyunların kontrol edemedikleri ve anlayamadıkları ancak çok güçlü bir sihirin sahibine ne olarak bakılırdı? Neden şimşekler tanrısı deniyorda Şimşek Tanrı denmiyor? Şimşek kendi başına bir güç ve bunu (ve diğer benzerlerini) kontrol edebilende tabiki tanrı oluyor.


Bu elektrik kapasitörelerine bir başka örnek daha vermek mümkün.

 Burası rusyadaki Tobolsk yerleşm yerinin özellikle tepesine kurulmuş bir mekanizma. Bu mekanın bulunduğu tepeye Tatarca Altyk-Aginak deniyor.... manasıda "altın kıvılcım saçan tepe" demek.
Solda yine stupa ve etrafında kubbe çıkıntıları.
 Binanın arka tarafındaki su havzası ve havzanın duvarındaki metal boru serisi. Burası günümüzde boşaltılmış ve işlevini yitirmiş bir başka elektrik kapasitörüdür.

Buradaki mekanizmanın çalışma prensibi Kelvin damla jeneratörüne dayanıyor.
1878 de elektrik kullanımına bir örnek.
1883 yılında moskovada kullanılan aydınlatma.

Tarihe baktığımız zaman ilk elektrikli sokak aydınlatmasının 31 mart 1880 de ABD de gerçekleştiğini (İndiana Wabash kabası) okuyoruz. Peki bunun öncesindeki sarayların iç kısımları ne ile aydınlatılıyordu? Gaz lambasımı? Mum mu?..... Güzel bir teori ancak bunun oldukça zayıf bir ihtimal olduğunu anlamanın yolu çok kolay! Tüm o 18 yy ve sonrasında yapılan saray, köşk, şato yada devlet binalarının tavan ve duvar aydınlatma ekipmanlarına bir bakın. Bulundukları yerin tepesinde yani tavanda bir is izi görüyormusunuz? Belkide bir yanık? Hafif bir kararma yada sonradan üstüne boya geçilmesine rağmen seçilebilen bir renk farkı? Hayır?! Evet?! Elektrik kablolarının sonradan değil, inşaat sürecinde iken çekildiği bariz olan bu yapıların belirtilenden çok önce elektrik kullandığı ortada.




Bunca yüksek avizede mumlar yansa idi, her defasında onları yakmak ve söndürmek tam bir azap yada imkansız bir operasyon olmayacakmıydı? Elektrik hakkındaki bilgi 15-17. yüzyıllarındaki reformasyondan itibaren bir anda ortadan kalktı. Karanlık çağdan çıkışı insanlar reformasyonu takiben ancak mum ile bulabildi. Buna bağlı olarak yaşanan amnezi ile elektrik ve ona bağlı olan kadim yaşam tarzı bir anda aydınlıktan yerini karanlığa bıraktı. Bu dönem insanların koyunlaştırılmasındaki dönüm noktası idi, çünkü elektrik yeniden tanrıların olacaktı, insanların değil. Hayırseverler elektriği önce yok ettiler, sonrada tekrar yarattılar ve onu koyunlara sunarak tanrının bir lütfunu vermiş oldular. Böylece "verenler" olarak daima yüceltilecekler ve hükmetmeye devam edebileceklerdi. 

İngiliz Kraliyet ailesinin ünlü Windsor Sarayı! Ortadaki yuvarlak kuleyi görüyorsunuz tabiki. Ona bugün sadece "yuvarlak kule" deniyor ve ne için bu sarayın ortasına böyle alakasız bir kule dikilmiş diye sorduğunuzda size buranın depo ve arşiv amaçlı olarak kullanıldığını anlatacaklardır..... Çünkü saray 19.yy da ve öncesinde geçirdiği tadilatlar dolayısı ile orjinal işlevini yitiren bir başka kurbandı.
Bu sarayın 1658 yılına ait bir çizimi. Günümüzdeki hali ile pekde aynı görünmüyor, çünkü işlevine son verildikten sonra kullanım amacına bağlı olarak modifiye edildi. Ancak buradaki en ilginç şey aslında sarayın bu kulenin etrafına inşaa edilmiş olması! Gördüğünüz şey bunun bir kule olabileceğine işaret ediyormu? Yapısı ve altında bulunan kubbe ile sarayın herhangi bir yapısına benziyormu? 
Kubbenin altına doğru akan su ne için peki? Statik elektrik toplamak için olmasın sakın?

Bu örnekte eski hali ile York Kalesinin bir modelini görüyorsunuz. Kubbe kule (Clifford kulesi) bu sefer kalenin dışında ve ne tesadüfki suyun içinde. Günümüzde bu kulenin bulunduğu yer tamamen kurumuş durumda fakat kule halen yerinde. Kalede artık yok ancak yaklaşık 1000 senelik kule halen yerinde. İşte bu nedenle Windsor Sarayındaki aynı yapıda saraydan daha eski ve ondan daha önce orada idi. Eğer bu yapılar kullanılmaya devam edilecek olsalardı, bugün halen çalışıyor olurlardı. Tek ihtiyaçları bakım yapılması idi - çünkü yapıların kendisi tıpkı piramitler gibi zaman meydan okuyan sağlamlıkta bir teknolojik bilgi ile yapılmış.
İç kısmı boş ve yaşamak yada yerleşmek için tasarlanmamış. Orta kısımdaki sekizgen, yapının bütününe etki eden bir mimamirin temelini oluşturuyor. Ne diye taşları sekizgen bölmeler halinde döşeyip inşaatı dahada zorlaştırasınız? Demekki bunun bir amacı var.
Sekizgenin ortasında bulunan üçgen ise halen belirginliğini koruyor. Sekizgendeki taşlar sanki ergimiş kaya gibi birbirlerine kaynamış durumdalar. 
Clifford kulesinin bugün yeraltında bulunan merdiven düzeneği. Bu düzenek suyun altında bulunuyor ve inşaa edildiği sırada kazılan hendeğe su sonradan ekleniyor. Aynı su düzeneği windsor sarayındaki kuledede bulunuyor - tabiki o da günümüzde toprak altında kalmış durumda.
Cardiff Kalesi.... aynı tarz yapı.. yaklaşık 2000 yaşında.

Kulenin dışında yine bir şato. Bu tip kaleler, özelliklede Normandiyalılar tarafından "keyp" ismi verilen bu kuleler tüm avrupaya yayılmış bir şekilde bulunmaktalar. Tabiki günümüzde çoğu 1000 yaşın üzerinde olan bu yapılar artık birer harabe durumunda ve ya terk edilmiş vaziyetteler yada müze olarak kullanılmaktalar. Normandiyalıların ismilerinin Nord-man yani Kuzey-İnsanı'ndan geldiğini hatırlatayım.
Terk edilmiş Gaillard Şatosu - Fransa. Şatodan geriye birşey kalmamış ancak kule halen orada!

Castillo de Villarejo de Salvanés - Madrid. Kaleden geriye eser kalmamış ancak kule halen orada.

Tretower kalesi - İngiltere. Kaleden geriye bir şey kalmamış ancak tümsekteki kule halen ben burdayım diyor. 

Asyadan avrupaya heryerde aynı stupayı görüyorsunuz. Sadece kültürlere bağlı olarak yerel bir dizayn tarzı ile inşaa edilmişler, ancak hepsinin tek bir işlevi var: Elektrik elde etme, hemde tamamen doğal metodları kullanarak. Yakıtsız ve zorlamasız. Havanın ve suyun oluşturduğu statik elektriği toplayarak. Toplanan elektrik aydınlatma, hava savunması ve sert kesim işlerinde kullanılmaktaydı. Günümüzdeki gibi abuk subuk cihazlar için elektrik tüketimi mevcut değildi - ihtiyaçta yoktu. Bu nedenle esas ihtiyaçlar için gerekli enerji yeterli seviyede sağlanıp depolanabiliyordu. Ne çok fazla nede çok az! Avrupada bu kulelerin elitler tarafından abluka altına alınmasının en büyük nedenide bu enerji üretim tesislerinin kontrolünü sağlamak ve buna görede enerji vasıtasıyla hüküm sürebilmekti. Şatonuzun olması sizi önemli yapmıyordu - bir kudrete sahip olmalıydız! İşte bu kudrette elektrik idi. Elektriği sağlayan, onu barındıran ve sunan - diğerlerine, yani bu enerjiye ihtiyaç duyanlara hükmetmekteydi. Peki bu bugün farklı mı? Savaşlar "kaynaklar" üzerine neden yapılıyor? Enerjiye kontrol eden herşeyi kontrol eder! Bu 10.000 sene evvelde böyle idi bugünde böyle.

Göbekli tepe! Bu yapıda bir mabetten çok ortadaki iki büyük mıknatısın bir sarmal düzenek ile çevrelenmiş olduğunu bir tek benmi görüyorum? Duvarların arasındada su geçerek katman katman bir sonraki düzeneğe doğru akıyor. Eğer resimde betimlenen inşaatçılar beyaz kıyafetli druidler olsaydı, bu resime bakarken aslında neye bakıyor olduğunuzu fark etmeniz daha kolay olmayacakmıydı? İlkel insanlar resimlere eklenince baktığınız yapının yine "ilkel" olması gerekiyor değil mi? İşte büyük aldanışta hep bu şekilde gerçekleşiyor.... 
Tüm görülebilen çeşitli ebattaki taşların kombinasyonu gibide olsa, aslında oldukça gelişmiş bir teknolijinin harabelerine bakıyoruz. Tek sorun koyun olarak yetiştirilen arkeologların yine koyun gibi düşünüp koyun gibi fikir yürütmesinden kaynaklanıyor ve ortaya bu tip yapıları mabet zannettmek gibi insan zekasına hakaret olan sonuçlar çıkıyor. 10.000 sene evvel insanlar ne diye hiçbir getirisi olmayan bir yapıyı böyle özenle yapıp bunca zahmete girsinler? Belki ilkellerdi, (ilkel derken kastettiğim şey aslında minimalist) peki gerçekten günümüzdeki homo-sığırosauruslar kadarmı aptallardı? Ne yaptıklarını bilerek yaptıkları ortada.... birşey inşa ettiler - hemde işlerine çok yarayacak birşey! 
.
Bugün bu sarkıtılan zincirlerin altında duran koyunlara sizce ne oluyor? Tabiki iyonize oluyorlar. Buda ne olduğunu anlamadan onları iyi hissettiriyor ve bunu ilahi bir dokunuş, tanrının lütfu, duaların kabulu yada huzura ermek olarak algılıyorlar..... Aslında cevabı çok basit: Elektrik!
Mescidi Aksa. Sekizgen mimarisi ve tıpkı diğer "keyp" ler yada stupalar gibi tarzı ile tam bir ibadethane görünümünde değilmi?

Mescidi Aksanın kubbesinde kullanılan Alemler. Hey bir dakika.... bunlar hilal şeklinde değil! Güneşide temsil etmiyorlar... O zaman bunlar nedir? Bunlar Venüs sembolü. Çünkü mescidi aksa asla islami bir mekan değildi. 

Peki bu kiliselerin kubblerindeki alemler nedir öyle? Haç değiller, başka birşeyler. Yine antik bir anten ve statik elektrik toplama istasyonuna bakıyorsunuz. Bu yapılar heryerdeler. 

Elektriksel geçmişinize merhaba deyin.

Heil Satan.....



73 yorum:

  1. Düşünüyorum, fakat bunu bir türlü anlayamıyorum. 'Hangi tarihteyiz?' , 'Ortaçağda elektrik ve plazma silahları' yazıları ve bu yazı ile birlikte muazzam bir komplonun içinde olduğumuz açıkça görülüyor. Anlamadığım şeyse bu nasıl mümkün olabilir? Bunu nasıl becerebilmişler? Geçmişteki olayları çarpıtarak vermek ayrı şey, geçmişi tamamen silip hiç olmamış gibi yaşamaya devam etmek ayrı şey. Ben kutsal kitaplarda ve tabletlerde yazanların uzaylı dediklerimizin kendi teknolojilerini gösterip, bizim ilkel armutların ağzını açık bırakıp sonra çekip gittiklerini sanıyordum. Ama bu yazılara göre ortada uzaylı falan yok, onlar bizi burada yaratıp gitmişler, ötesine karışmamışlar. Geri kalan her şey aslında bizim kendi teknolojimizmiş doğru mu anladım? Fakat bütün bu muazzam teknoloji seçkin bir grup tarafından hasıraltı ediliyor ve aradan geçen yüzyıllar sayesinde de hiç varolmamış gibi davranılıyor. Bu mümkün müdür? Yani atalarımız aptal olabilir ama bu aptallıktan ya da koyunluktan öte bir şey. Beyinleri mi yıkandı, nasıl kimse farketmez bunu? Elektriği tarihten siliyorlar yahu bir şey demeyecek misiniz!? Hani o kadar gizli saklı bir şey de değil ne zaman yağmur yağsa allahınız gökyüzünde desenler çiziyor bununla. Bir kişi çıkıp yahu biz buna benzer bir şey kullanıyorduk sanki dememiş mi? Efsane-mitoloji diye yutturdular desem yüzbinlerce yıldan bahsetmiyoruz, altı üstü 5-6 yüzyıl olmuş. Dinin etkisi sayesinde bu teknoloji büyü diye yutturulup, kullananlar kafir ilan edilip öldürüldüler mi acaba? Cadı avları? Küfre sapanlara çeşitli işkenceler uygulanınca belki de diğerleri aman bize dokunmasınlar diyip bütün bu işlerden uzaklaşmayı ve unutmayı seçmişlerdir belki de. Ya da daha ileri gidersek, Assassin's Creed oyunundaki gibi 'Apple of Eden' tarzı bir şeylerle insanlar üzerinde zihin kontrolü uyguladılar desek, bu zihinsel manipülasyonun ötesine geçtiği için özgür iradeye müdahale olur, o yüzden pek mümkün görünmüyor. Yani şimdi öyle bir şey yapmaya kalksalar, bütün teknolojiyi yasaklayıp bize yeniden bir ortaçağ yaşatmaya kalksalar başaramayacakları belli çünkü hem sayımız hiç olmadığı kadar fazla hem de en fakirin bile elinde akıllı telefon var, nasıl çıkartabilirler ki bunları hayatımızdan? Bir felaketle sayımızı 10 da 1 ine indirseler bile olmaz. Bunu nasıl başardıklarını, yöntemlerini biliyorsan ve bedava bilgiyi aşmıyorsa açıklar mısın?

    Ayrıca konudan ayrı olarak merak ettiğim bir şey daha var. Bu insanlar bizi dünyanın yuvarlak olduğuna inandırmak istiyorlardıysa, ekmeklerine yağ süren Galileoyu el üstünde tutup ilahlaştırmak yerine neden idam etmek istemişler?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "Bu insanlar bizi dünyanın yuvarlak olduğuna inandırmak istiyorlardıysa, ekmeklerine yağ süren Galileoyu el üstünde tutup ilahlaştırmak yerine neden idam etmek istemişler?"

      Koyunlar daima yasak olanın peşinden giderler. Neden uyuşturucular yasak? Yasal olsalar fiyatları şimdikinin 10da 1ine düşerde ondan.

      Günümüzde TMI (Too Much Information) denen bir teknik var, yani koyunları "akıllı" cihazları vasıtasıyla bilgiye boğuyorsun ve bunu durmadan hergün yapıyorsun. Aradaki sahte, yapmacık, asılsız, skandal yada düzmece haberlerlede artık neye inanmaları gerektiği konusunda onları ikilemde bırakıyorsun. Sonunda ise tek bildikleri aslında hiç bir bok bilmedikleri oluyor. Dışarı çık ve koyunlara türk tarihinden kesitler sor.... Lozandaki "gizli" maddeleri yada çanakkale savaşının kaç gün sürdüğünü sor.... hiçbirisi sana kısa ve net cevap veremeyecektir.... ya yarım yamalak yada yalanlarla süslü cevaplar vereceklerdir.... işte TMI tam olarak bunu yapar.... koyunların tüm tarih anlayışını ve buna bağlı olarakta realite algısını çökertir. 1 asır sonrada karşında günümüzden bambaşka bir tarih anlatılır. Mesela 30 ağustos yerine zafer bayramı artık 15 temmuz olmuştur kimse sebebini hatırlamaz..... gibi

      Sil
  2. şunu sorabilir miyiz acaba Tesla elektriği Mısır piramitlerinde bulunan dendera tapınağından almış olabilir mi ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @ Unknown
      Teslanın keşifleri evreni titreşim ve frekans olarak idrak etmesi ile gelişen süreçte oluştu. Antik bir yardıma ihtiyacı olmadı.

      Sil
    2. @ Taurus
      1343-1356 yılları arasında tüm dünyada aynı anda bir veba salgını yaşandı. Yaklaşık 170-200 milyon civarı insan öldü. Bu neredeyse o zamanki dünya nüfusunun yarısı idi. Bu esnada insanlar canlarının derdinde iken birçok tarihi düzenlemeler yapıldı. Birçok mekan talan edilip yok edildi. Yok edilmek istenen çoğu şey "bulaşıcı" risk sebep gösterilerek halkında onayı ile yok edildi. Bu esnada insanlar ne bilim nede teknolojinin derdinde idiler ve tüm bu amnezi operasyonu büyük bir başarı sağlamıştı. Bu olayı takiben yaklaşık 200 yıl daha insanlar küresel bir OHAL altında bir çok şeyden feragat etmek zorunda bırakıldılar.... buna elektrik kullanımı ve teknolojik icatlar dahildi. Ardından 16. yy daki reformasyon ile tüm kadim bilgiler kilise tarafından arşivlenip "güncellendi" ve yeniden piyasaya sürüldü.

      Tüm bu "formatlama" süreci yaklaşık 2 asır sürdü ancak görebildiğin gibi sonuç oldukça başarılı. Bu süreçteki bir diğer etkende tiyatro idi. Halk tiyatro vasıtası ile tarihin efsaneleştirilmesine alıştırıldı ve artık gelecek nesillere anlatacak "gerçek" birşeyleri kalmadı. Anlayacağın gibi 200 senelik bir formatlama sürecini kısa bir yorumla izah etmek imkansız. Ancak temelde gerçekleşen şey bu idi. Uzaylılar, cinler yada perilerle değil.... belgelerin, mekanların ve akıldaki tarihin tahrifatı ile gerçekleşti.

      Bu nedenle bugün birçok geleneğin orjini bilinmiyor... mesela maypole diye bahsettiğim mayıs direği geleneği yada çam ağacı süslemesi gibi şeyler artık unutulmuş tarihin kalıntılarına birer örnek.

      Sil
  3. Gerçekten inanılmaz. Veba olayını hep duyardım ama ortaçağın kaosundaki olaylarlardan biri diyip hiç araştırmadım, üstünde durup düşünmedim bile. İnsanların, canının derdine düşerek hayvani yönlerine dönüp böyle şeyleri umursamayacaklarını belli ki adları gibi biliyorlarmış. Sırf bizi karanlıkta bıraktıkları için sürekli bu hayırseverlerin yedi sülalesine sövüp durmuşumdur. Fakat itiraf etmeliyim ki bu plan akıl alır gibi değil. Zekanın ne kadar korkutucu seviyelere varabileceğinin muhteşem bir örneği. Sadece zeka da değil, bunu başarabilmek için bitmek bilmez bir sabır gerek aynı zamanda. Şahsen hayatta en çok saygı duyup örnek almaya çalıştığım şey , zeka ve cesaretten de öte, daima sabır olmuştur.

    Sorular soruları doğuruyor, şimdi kafama takılan şey ise bu adamların bunu yapmalarındaki teşvik edici etkenin ne olduğu. Tamam hayatın bir amacı yok bunu biliyoruz, sırf bunu yapabildikleri için de yapıyorlar yani canları istiyor ve güçleri oldukları için yapıyorlar bunu da anladım. Ama anlamadığım şey bu bireysel bir plan değil. Yani sen hayatını binbir zorluğun ardından koyunluktan çıkarıp kurtluğa yükselttin ve bunu da bencilce yaşayarak başardın. Fakat bu adamlar belli ki bunu sırf kendileri için ve güç için yapmıyorlar. Yani evet güç için yapıyorlar ama sadece kendi hayatlarını düşünüp ben kral olayım da gerisi kasımpaşa demiyorlar. Yüzyıllar sürecek komplolar tasarlayıp hayata geçirmişler. Herhangi birinin hayatı ortalama 80 yıl sürecek desek, gerisini neden düşünsün ki? Torunlarının torunları gücü elinde tutacak ya da tutamayacak neden umurlarında olsun? Yani elbette çocuklarını düşünürsün ama yedi kuşak ötedekileri düşüneceklerini sanmıyordum. Ben bu reenkarnasyon olayını 4-5 yıl kadar önce benimsemeye başladığım için, ayrıca popüler çöp kültürde de hintlilerin ve bazı arapların manyakça fantazilerinden ibaret olarak yansıtıldığı için, uçuk kaçık peri masallarından biri diye düşünürdüm. Fakat şimdi düşünüyorum da galiba reenkarnasyonu bu şekilde yansıtmak da hayırseverlerin planının bir parçasıymış. Kendileri bu reenkarnasyon olayını ezelden beri biliyorlardı ve yüzyıllar sonrası için planlar yapıp uygulamaya koymalarının sebebi de bence bu. Fakat burda yine bir sorun var. Daha doğrusu bu konuda yeterince bilgim olmadığı için çelişkiye düştüğüm bir konu var.

    Reenkarnasyon olayı rastgele olmuyor mu? Yani önce bu elit aileden biri gibi doğup, onların planlarını yürütüp, sonra da onların köle olarak kontrol altına aldığı bir ailede doğmak ve önceki hayatında yaptıklarının sonuçlarını yaşamak hiç de mantıklı değil. Ra bilgilerine göre bu Karma oluyor, yaptıklarını sıfırlama yolu. Tabi bu bilgilerin büyük bir kısmının yanlış olduğunu da söylemiştin. Ancak bu adamlar bütün bu bilgilere sahipken, bir sonraki hayatta başlarına gelebileceklerin farkındayken neden böyle bir risk alsınlar? Yaptıkları şeyleri yapabilmeleri için tek mantıklı görünen şey, bir sonraki hayatta tekrar bu elit ailenin içinde doğmaları. Hangi konuda yazmıştın hatırlamıyorum ama böyle kontrollü bir enkarnasyonun çok yüksek teknoloji gerektirdiğini ve sadece 1-2 kişinin yapabildiğini söylemiştin. O zaman yeniden kesin olarak elit bir ailede doğma işi de yatıyor.

    Ya bir şeyi kaçırıyorum ya da reenkarnasyon hakkında bilmediğimiz önemli şeyler var. Buna bir açıklık getirmen mümkün mü? Yoksa eter ve reenkarnasyon hakkında ileride yazacağın yazılarda ya da çıkaracağın kitapta detaylı olarak bilgi verecek misin?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @Taurus
      Burada yazdığım konular kitapta ele alacağım konuların sadece kısa içerikleri. Kitapta hepsine geniş çaplı yer verip anlaşılır bir şekilde yazacağım. Reenkarnasyona bu kadar kafayı takmamalısın çünkü bu senin doğmadan evvel yaptığın seçiminle alakalı. Hatırlarsan matrix filminde kahin neo ya şunu söylüyordu "sen zaten seçimini yaptıni şimdi sadece *onu* anlaman gerekiyor" - ve bu oldukça net bir izahat değilmi?! Bizler aynı anda tüm boyut ve tüm zamanlardayız. Bu nedenle karma senin önceki yaşamının değil, doğmaya karar verdiğindeki seçiminin kendisi. Karmana sen karar veriyorsun.... bu tamamen senin seçimin! Dışarıda yada içeride diye birşey yok. Herşey aynı şeyin kendisi, bu nedenlede senin haricinde senin karma yada darmanı etkileyen yada ona yön veren bir etken yada güç yok. Hepsinin sebebi kendinsin - şimdide sadece buna nasıl sebep olduğunu anlaman gerekiyor.

      Sil
    2. O zaman Enki her insan kendi amacı doğrultusunda evreni şekillendirir. Hala kafamızda hayırsever aileleri ulaşılmaz düşünüyoruz. Onlarda başka insanların yarattığı bir ünite değilmi fakat kendi varoluşlarını anlamışlar ve kendi amaçlarını yaratmışlar. Bu sebeplede dünyayı istedikleri gibi şekillendiriyorlar.

      Sil
    3. Enki senin ve 216 nın yazdıkları aklıma bir fikir getirdi. Böyle bir şeyin elbette ki bir kanıtı olamaz ama yine de fikrini öğrenmek isterim.

      Kendimden yola çıkacak olursam sürekli olarak bir şeylerden şikayet eder dururdum. Fiziksel özelliklerim, maddi durumum, hayatın gidişatı, insan ilişkileri vs. Şimdi kendi kendime şöyle düşünüyorum. Fiziksel olarak diğerlerine bakıp da keşke ben de şöyle olsaydım dediğim özelliklerimi değiştirip her açıdan istediğim hale gelebilseydim, bu sefer de büyük ihtimalle kafayı maddiyata takacaktım. Keşke ben de onlar gibi zengin olsaydım diyecektim ve bunu da elde ettiğimde bu sefer insani ilişkiler hakkında isteklerim olacaktı. Keşke şu kadın o adamın değil de benim olsa, keşke benim de şöyle bir ailem olsa, böyle arkadaşlarım olsa gibi. Bunu da elde ettiğimi düşünürsek eminim bu sefer de daha fantastik şeyler istemeye başlardım. Keşke hiç yorulmasam, hiç hasta olmasam, uçabilsem, yaşlanmasam, ölümsüz olsam, bir daha hiç acı çekmesem vs. vs. Sonuçta insanın gözü doymaz ve daima daha fazlasını istemeye meyilliyiz. Bu isteklerin her biri tek tek sihirli bir şekilde gerçekleştiğini düşünsek gide gide iyice cennetvari bir hayata doğru giderdik. Her isteğimiz anında gerçekleşiyor, acı yok, sıkıntı,dert,tasa yok, yorulmak yok, sınırlar yok...

      Şimdi matrixin son filminde mimarın açıklamasını hatırlayalım. İlk başta makineler insanlara cennetimsi bir hayat sunuyorlar. Bu hayat insanlar için o kadar güzel ve o kadar kolay ki, hiç sıkıntı çekmiyor oluşlarından dolayı vücutları da yok denecek kadar az bir enerji üretiyor. Makineler bu sefer programı cennetten günümüz dünyasına değiştiriyolar ve insanların üzerinde oluşan stresten dolayı vücutları bir anda muazzam bir enerji üretmeye başlıyor. Bu senaryodan makineleri çıkardığımızı düşünürsek, bu fikir o kadar da fantastik olmayabilir.

      Yaratan da yaratılan da sonuçta biziz değil mi? Bizden başka hiçbir şey yok, ayrılık(separation) da aslında bir illüzyon. Belki de ilk yaratılış denememizde bu şekilde cennetimsi bir ortam yaratmışızdır. Fakat belli bir süre sonra her istediğimizin anında gerçekleştiği bu ortam bizi artık kesmemeye başlamış olabilir(Rahat batması). Oyunu zorlaştırmak istemiş olabiliriz bu yüzden de böyle fiziksel zorluklar ve kısıtlamalarla oyunu yeniden modifiye etmiş olabiliriz. Dinlerin vadettiği bu bal ve şarap derelerinin aktığı cennet fikri öldükten sonra gideceğimiz bir yer olmak zorunda değil. Demek istediğim cennet geleceğimiz değil geçmişimiz olabilir. Cenneten kovulma hadisesi mesela. Tabi her şeyi olduğu gibi bunu da yanlış yorumlamış olabiliriz.

      Şu an yaşadığımız zorlukları kendimiz seçtiğimizi biliyordum fakat bir türlü nedenini anlayamıyordum. Yani neden böyle bir şeyi seçmiş olayım ki? Gider kolay bir hayat seçer, rahat rahat yaşardım. Ama belki de zaten oradan geliyoruzdur ve kolaylıktan sıkılmışızdır olamaz mı? Unknown kör olduğunu ve intiharı düşündüğünü yazdığında, diğerlerinden farklı bir potansiyele sahipken bunu kullanmasına engel olacak önemli bir hastalığa yakalanmasının nasıl bir felaket olduğunu düşünmüştüm. Fakat belki de bu potansiyele erişememenin nasıl bir şey olduğunu hissetmeyi kendi yaşamak istemiştir. Doğmadan önce yaptığı seçimden bahsediyorum.

      Dediğim gibi bu konuda elitlerin bile bir kanıtı olabileceğini sanmıyorum o yüzden ne kadar uçuk kaçık olsa da her türlü fikre açığım.

      Sil
    4. İnsanlar potansiyellerinin farkına ancak "o"na ihtiyaç oluştuğunda varırlar! O ana kadar potansiyellerinin ne olduğunu dahi bilmezler ve bilemezlerde, çünkü ona ihtiyacın oluşması gerekir - talep ve arz gibi. Potansiyel kelimesi dahi "geleceği" ifade eder, şimdiki durumu değil. "Potansiyel: Gizli kalmış, *henüz* varlığı ortaya çıkmamış olan".

      Potansiyel hayatın sürprizidir!

      Cennet üzerine konulan değil, var edilen bir ortamdır. Bu nedenle bizler yaratıcıyız. Hangi çağda olursa olsun, insanlar iki şey arasında tercih yaparlar.... Uğraşıp yeniden yaratmak yada bekleyip yok olmasını seyretmek (çoğunlukla beraberce).

      Sil
    5. Ben farklı bir yorum getirmek istiyorum.Matrixte makineler insanları yokedemiyordu çünkü onları yaratan insanlar 3 tane kural getirmişti
      Bir robot, bir insana zarar veremez ya da zarar görmesine seyirci kalamaz.
      Bir robot, birinci kuralla çelişmediği sürece bir insanın emirlerine uymak zorundadır.
      Bir robot, birinci ve ikinci kuralla çelişmediği sürece kendi varlığını korumakla mükelleftir.
      Filmde robotlar insanların kendilerini yokedeceklerini gördüklerinde insanların mızmızlığına dayanamayıp onları hapsettiler.Aslında bunu insanların iyiliği için yaptılar.Filmde insanları pil olarak kullanmıyorlardı temel olarak kitapta insanların hayalgücü denilen makinelerin üretemediği şeyi üretiyorlardı.Matrixte cennet gibi alternatif dünyada insanlar uyanmıştı,çünkü biz gerçekliği acı ile algılıyoruz.Bundan dolayı gerçek dünyaya benziyen alternatif dünya yarattılar.

      Sil
    6. Taurus şunu bir türlü anlayamıyorum ben niye kör olmayı seçeyim ki ....bir çelişki yok mu sence

      Sil
  4. Selam Enki gene tokatlayıcı bir yazı ile gelmişsin. Gözümüzün önünde olupta göremediğimiz gerçekleri yüzümüze çarpmaya devam ediyorsun. Geçtiğimiz günlerde yaptığım bir yolculuk sırasında nemrut dağına uğrama fırsatım oldu ve o bölgede özellikle dikkatimi çeken zirvenin döküm sonucu oluştuğunun bariz belli oluşuydu, tarihi kalıntıların arkasında bulunan zirvedeki taşların çapları benzer büyüklükte ve herhangi bir taş ocağından çıkmış vaziyette idiler çünkü ilk görüşte aklıma gelenler bunlardı ayrıca tarihi kalıntılar ise sonradan getirilmiş izlenimi veriyordu çünkü bölgeyle bir alakası yoktu (oraya gitmeden önce kafamda başka türlü hayal etmiştim). O tepenin fotoğraflarını herhangi bir hafriyatçıya (bölge ismi vermeden) gösterdiğiniz zaman alacağınız cevap aynıdır oraya "taş ocağı" diyeceklerdir. Ama insan şunu düşünmeden edemiyor hangi manyak atalarımız deniz seviyesinden 2150 metre yukarda yer alan dağın zirvesine yığma bir tepe yapıp altına krallarını gömecekler??!!! Herneyse dağdaki karlar yeni erimeye başladıkları için fark ettiğim ikinci şey tepenin bulunduğu dağın gevşek toprak yapısı idi. Dağ kayaç yapıda değil yığma yapıda muhtemelende “doldurulmuş” idi. Bölgenin çevresel özelliklerine dikkat ettiğimde ise bölge genellikle kayalık yapıdaki dağlardan oluşuyordu. Kısım kısım düzgün kesilmiş izlenimi veren kayaç yapıları kafamdaki soru işaretlerini artırıyordu. Özellikle beni şaşırtan Kahtaya doğru inerken yuvarlak taşlı dere kumu tarzı kumsal tepelikler idi çünkü derelerin tabanından çıkan kuma çok benzeyen toprak yapısına sahip bu tepelikler yol açmak için kesilince ortaya çıkmışlardı.
    Benim gördüğüm kişisel tecrübelerime dayanarak buranın çoktan aktifliğini yitirmiş eski bir maden bölgesi olduğudur. Konuyla alakalı olmayan bir tecrübemden bahsettim ama aklıma geldiği için yazdım. Herneyse camilerin ve minarelerin tepesinde bulunan alemleri paratonerlere benzettiğimden dolayı dinsel anlamından ziyade bu alemlerin kurşun kubbeler vasıtasıyla yıldırım düşmesi gibi durumlarda elektiriği toplayarak yapıya zarar vermeden yapıyı oluşturan (yığma taşların içinde bulunan) demir iskeletleri vasıtasıyla toprağa iletip nötürlediklerini düşünürdüm ama bunların elektriği toplayıp depolama amacıyla yapılan santraller olabileceklerini düşünmemiştim. Buda koyunsal doktrinasyondan nasıl geçtiğimizin bir kanıtı gözümüzün önünde duran bir yapının aslında ne için yapıldığını anlamıyoruz. Belki günümüzden 200 yüzyıl sonra herhangi bir nükleer enerji santrali koyunlar için yeni bir mabet görevi görecek kimbilir.
    Benim merak ettiğim bu enerji santralleri Sultanahmet Cami örneğinden yola çıkarak 16. ve 17. yy civarına kadar yapım amaçları biliniyormuydu yoksa günümüzde ki örneklerinde olduğu gibi bir kargo kültürünün uzantısı sonucu yapılan eskinin kopyasımıydı? Özellikle bu tarihi mekanlarda kendimi daha iyi hissettiğim doğru bunu ilahi zırvalardan ziyade yapıların içindeki hava sirkilasyonuna bağlıyordum :)) ( Bir tanıdığımın mescidi aksaya mutlaka git ordaki ortam başka sözlerini koyunsal ilahi zırvalarına bağlamıştım). İkinci merak ettiğim ise hala bu yapılar bir şekilde aktif mi? (içindekileri iyonize etmesi gibi)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Halen bazıları düşük seviyede aktif ve bunu içinde iken zaten hissedebiliyor hatta ölçebiliyorsunda. Ancak genel bakışta tümü işlevsiz. Hissetiğin iyonizason etkisi sadece depolanmayan enerjinin akışından kaynaklanıyor, ki bunu aslında dışarıdada yaşıyorsun. Fark sadece kubbelerin oluşturduğu helezonal yapılanmadan dolayı oluşan akım konsantrasyonu.

      Sil
  5. Şu demek oluyor ki aslında elektrik üretmek oldukça basit ve bir o kadar ucuza maal oluyor. Hayırseverler bu eylemi çok zor bir iş gibi gösterip sanki çok pahalı üretiliyormuş hissi veriyor ve koyunlar kendilerini hayırseverlere karşı hep borçlu hissediyorlar. Yanlış bilmiyorsam elektrik kadim halklarca tedavi olarakta kullanılıyordu. Sanki elektrik petrolden daha önemli...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çoğunlukla ödenilen şey üretim ve ulaştırma maliyetidir, enerjinin kendisi tüm bu ödemeler arasında oldukça küçük bir rakama tekamül eder. Koyunlara herşeyi bedava sunmak kadar delice bir fikir olamazdı zaten. Hepsini bedava elde etmek mümkün ancak bu bedava sadece yeterli bir miktar olur ve sonsuz olmaz. Ancak koyunlar herşeyi sonsuz zannettikleri için bu sistemin çökmesi bir kaç ayı almaz.

      İyonizason ve müzik dediğin gibi iyileştirme amaçlı kullanılırdı. Şimdi ise bu tam tersine dönüştü. Her ikiside (haklı sebeplerle) köreltme ve hasta etme amaçlı kullanılıyor.

      Sil
  6. enki tapınaklar hep ley hatları üzerine kurulmasının sebebi bu elektromanyetik depolamadan dolayı mı

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Lay (yerleştirilmiş, yatırılmış) hatları ile günümüzdeki güç hatları aynı şey, sadece eskiler yeraltı su kanallarını iletken olarak kullanıyorlardı. Bu kanallardaki su akımı yer değiştirincede tüm sistem çökmüş oldu.

      Sil
  7. Kablosuz elektrik konusunda düşüncen nedir ? Bu tapınakların dışında dönemin kadim halkları yani kendi yaşadıkları evde bu tekniği kullanabiliyor muydu ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hatırlarsan bağdat pili diye antik bir mekanizma bulunmuştu.... bu ve benzer kaplarla ev içinde aydınlatma sağlanmaktaydı. Geçmişteki kablosuz elektrik düzeni belirli bir çap alanı içerisinde işlemekteydi. Bu nedenlede şehirler çoğunlukla bu mekanizmaların etrafında kurulurlardı. Katedraller yada kiliseler geceleri bütünüyle ışıldarlardı. Kapsama alanı dışında kalan evler piller vasıtası ile aydınlatma sağlarlardı. Oldukça basit bir sistem aslında, bugün bile kullanılması mümkün, fakat günümüzdeki elektrik ihtiyacı ile geçmişi kıyaslarsak 1e 100lük bir artış söz konusu. Bir odayı 1.5-2 voltluk bir pil ile aydınlatabilirsin, oluşan aydınlık önünü görmeye ve yolunu bulmaya yeterli olur ancak 80 Wattlık bir ampul gibi gündüz olmaz. Yani geçmişteki aydınlatma ile günümüzdeki aydınlatma aynı şey değiller. Aydınlık ama parlak değil. Eğer bir karşılaştırma yapmayı düşünürsen bu farkı göz önüne alman gerekir.

      Sil
    2. Evet Bağdat pilini duymuştum ve beni çok şaşırtmıştı. Film adamları buna fazla bir ilgi göstermeyince tabi koyunların umrunda bile olmadı onların tek derdi ev kredisi araba kredisi veya ikinci evi arabayı Nasıl alabilirim düşüncesinde...bir ara ülkede bir gün boyunca elektrikler kesilmişti ve kimse ne oluyor ve Nasıl bu olabiliyor sorularını sormadı. Koyunlar elektriğin kıymetini bilmeyecek kadar salak ve aptal...

      Bağdat pili gösteriyor ki insanlığın varoluşundan bu yana elektrik var

      Sil
  8. Rica etsem bu matrix deki seçim olayını açabilir misiniz

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Anladığımız şekilde evren iki temel üzerinde işler: etki ve tepki. Buna bağlı olarak etkinin ne olacağını bilmeden tepkiyi öngöremeyiz ve yine tepkinin ne olduğunu anlamadan etkinin ne olduğunu bilemeyiz. Bu iki şey geçmiş ve gelecek olarak tanımlanır. Ancak şimdi yani şuan dediğimiz sabitte zaman yoktur! Zaman ilüzyonunu yaratabilmek için tercihler (etki) yapmak zorundayız.... bu tercihlerde doğaları gereği bizleri sonuçlara vardırır.... bu sayede zaman ve muhtemellikler içinde "hareket" etmeye devam ederiz.

      Burada tercih etmemek dahi bir tercihdir! Çünkü burada bulunma tercihini zaten yapmışsındır ve şuanda onun sonuçlarını yaşamaktasın. Karma dediğimiz konseptte buradan geliyor..... sonsuz bir tercih-sonuç döngüsü.

      Senin kör olmayı tercih etmek gibi bir sonucu anlamaya çabalaman ve bu uğurda kendini yiyip bitirmende senin "geçmişte" yaşamana neden oluyor, çünkü halen tercihini sorgulamaya devam ediyorsun. Sen anlıyorum diye aptalca bir duygu sömürüsü yapmayacağım çünkü kör olmak nedir bilmiyorum ve bunu tıpkı diğerleri gibi "henüz" anlamıyorum. Her ne kadar tüm bu tercih meselesi hakkında felsefi bir görüşte belirtsek ortada hepimizin yaşamak zorunda olduğu bir hayat var. Gerçekliğimiz şuanda ne isek o ile devam ediyor ve bazılarımız onu manipule edecek imkanlara sahipken bazıları olamıyor. Senin pozisyonunda sanırım tedavin ancak göz transplantasyonu ile çözülebilecek bir durum. Bunun içinde paraya ihtiyacın var. Bu parayı bulmak içinde bir yol, fikir yada keşif sahibi olman gerekiyor. İmkansız bir vakamısın? Hayır! Eğer 25 yaşındaki bir tombalak 500 milyonu iç edecek bir iş oluşturabiliyorsa bunu seninde yapman mümkün.

      İş fikirlerinin sahipleri çalışmazlar, çalıştırırlar. Yani eğer fikrin ve planın işe yarayacaksa kör dahi olsan senin için görebilecek birilerini çalıştırman mümkündür. Futbol klubü sahibi olabilir ancak tekerlekli sandalyeye mahkum olabilirsin.... bu yinede koyunların senin için koşturmasına engel olmaz. Tüm bu felsefenin üzerine kafa yormaktansa gerçekliğe odaklanmanı tavsiye ederim....

      Sil
    2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    3. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    4. Fiziksel bedenlerimizin bir sınırı var kuşlar gibi uçabiliyormuyuz yada suda iyi yüzme bilsek bile ne kadar kalabiliriz kaç saat yada kaç gün? En fazla bir veya iki gün. Herneyse sınırlarımızın olmadığı tek yer zihnimiz!! Fakat ne kadar özgürüz düşüncelerimizde acaba? Çocukluğumuzdan beri okul, gelenek, ahlak, din, tomlumsal kurallar, vicdan, vs birçok şeyle zihnimiz programlanmadı mı? Tombalak örneği güzeldi mesala bedavaya, çalışmadan bir koyup beş alacaksın laflarına dünden hazır olan bizim sığırları kolayca tokatlaması (bu tarz örnekler asla son bulmayacak çünkü koyunlar asla akıllanmayacaklar) ve zamanlamasını iyi yapıp ülkeden kaçması :)) Enkinin bir sözü var fırsat elinizdeyken o paraları kullanmalısınız yoksa avcıyken av olursunuz. Yani dikkat etmek istediğim nokta zihnimizi sınırlayan engelleri kaldırmakta ne kadar başarılıyız? Yapmak istediklerimize fiziksel engellerimiz mi yoksa zihinsel bariyerlerimiz mi harekete geçme isteğimize engel oluyor? Bütün sorun zihnimizi serbest bırakmakta.

      Sil
    5. Bazen şunu düşünüyorum diyelim ki kör olmayı seçtim bunun bir karşılığı olmalı değil mi ? Şöyle demek istiyorum bana iki veya üç tercih sunulmuş olabilir yani kör olmayı tercih edersen zengin olacaksın veya uzun yaşayacaksın ya da gezgin olacaksın vs vs

      Hep bunu düşünmüştüm benim tedavi şansım iki türlü yapay retina nakli veya gen terapisi Enkinin söylediği gibi para gerekiyor ve birde sabır...

      Sil
    6. Bu arada sadece dombili değil ki gümüzde böyle bir eğilim söz konusu örneğin elon musk Amerika'nın jet fadılı...elektrikli otomobiller ilk olarak 1900 yılında newyork Londra Paris sokaklarında hareket ediyordu sanki bunlar bilinmiyormuş gibi musk'un bir mucit gibi pazarlanıyor. Koyunlar medyanın gazına gelerek Tesla şirketinin hisselerini alıyor halbu ki şirket zarar ediyor ve özvarlılık karlılığı negatif ve yerlerde sürünüyor. Aynı şeyi Space X içinde söyleyebiliriz. Koyunlara hayal satıyor.. Helal olsun

      Sil
    7. @Unknown
      Belkide deneyimlemen gereken şey kör olmaktan kurtulma yolundaki çabalarının sana getirisi olacak.... bu sadece bir ihtimal!

      Tombalak ve benzerlerinin yaptıklarına halkın tepkisine bakın! Paralarını kaptıranlar hariç, kimse kızgın değil - hatta tebrik edenler bile var. Çoğunluklada "neden bu benim aklıma gelmedi" diyenlerden oluşan bir koyun yığını diğer koyunları aynı şekilde neden düzemiyor olduğu konusunda önce kendilerine kızıyorlar sonrada bunu başarana kıskançlıklarından dolayı nefret duyuyorlar. Aynı düzülenler kendilerine "1000tl verin paranızı geri alalım" diye vaatte bulunanlara yine paralarını kaptırıyorlar ve yine diğer koyunların alay konusu olmaya devam ediyorlar. Bu tombalak kanunen dolandırıcı bile değil, sadece hırsız ve yakalansada alacağı ceza birkaç aydan ibaret. Kendisi halen türkiyede ve koyunlar onu yurtdışında zannediyor.

      Neden koyunlar bu hayali vaatlere kanmaya devam ediyorlar peki!? Çünkü asla gerçeklikte yaşamayı bilmiyorlar. Koyunlar zannediyorki herşey tanrıların kurduğu düzende, oturtulmuş kanunlarla işliyor ve kimse bunları aşamaz. Aklını kullanabilen her kişi tüm bu düzenin sadece koyunları düzmek için kurulmuş olduğunu görebilir ve esas avında bu hayal peşinde koşan koyunların kendisi olduğunu idrak edebilir. Bu can alıcı noktadan sonra koyunları avlayıp düzmek ve etlerinden, sütlerinden hatta postlarından faydalanmaya başlamak yegane hedefiniz olur.

      Koyunlar asla detaylara bakmazlar... sadece gözlerini dolduran büyük vaat dolu yazıları, arabaları, villaları, götleri ve memeleri görürler. Tüm bunlara ulaşmak içinde tek yapmaları gerekenin paralarını vaatte bulunan tanrılara vermek olduğuna "kendilerini" inandırırlar. İnandıkları din onları sömürmeye programlı olduğu halde yinede nasıl "hayır öyle değil işte" diye savunmuyorlarmı? Gözlerinin önündeki onca kanıta ve detaya rağmen yinede inanmaya devam etmiyorlarmı? Tabiki edecekler, çünkü verilen vaatlerin üzerinde bir vaatte bulunan henüz ortaya çıkmadı.

      Oraya paranı yatırma adamalar batacak dersiniz, onlar "hayır onlar bize dediki" diye kendilerini düzmekte olanları savunurlar ve hatta bazen kavgaya bile hazır vahşi birer yaratığa dönüşürler, çünkü hiçbirisi gerizekalı birer koyun olduğunu kabullenmek istemez. İşte tam olarak bu "savunma" güdüleri onları düzmenin aslında ne kadar kolay olduğunu kanıtlar.

      Koyunlar neden birbirlerini düzme konusunda başarısız olurlar? Çünkü birçok şeyden korkarlar.... allahtan, cehennemden, ahiretten, iblislerden, kanunlardan, başkandan, polisten, bakkaldaki veresiye listesinden yada patronun karısından. Korku koyunları kontrol altında tutan daimi etkendir ve onları manipule etmenin kolay yoluda onları bu en korktukları şeyleri onlara karşı kullanmaktır. Eğer koyunlar gibi bu tip zırvalardan korkmuyorsanız ve giriş yapmaya başlıyorsanız bu sizi "cesaretli" yapar, yani korkusuz. Koyunlar korkusuzlardan korkarlar, güçlülerden değil! Güç sahibi olabilirsiniz, ancak bir anlık korku göstergesi ve bunun koyunlar tarafından sezilmesi ile herşeyinizi kaybedersiniz. Koyunlar hep neyi isterler? Onlarda olmayan özelliklere sahip olmayı, bu nedenlede bu özellikleri sergileyenlerin yörüngesine girerler.

      Sil
    8. Günümüzdeki yeni trende bakın.... din tüccarlığı.... tv de cin mektubu, muskalar, secdeler, akıllı tesbihler, kutsanmış sular, cehennem ateşinden koruyan kefenler gibi birçok zırva satan, parmağında yüzükler ile takke takıp sakal bırakmış tipler kol geziyor.... bu koyun düzücüler koyunların en çok duymayı sevdiği cümleleri kullanıp kalplerini kazanırlar sonrada koyunların o çok istedikleri ilahi hediyelere ulaşmak için korkularını kullanarak neden bu zırvaları satın almaları gerektiğine inandırırlar. Koyunların mantık dışı olarak bilinen bir davranışı mevcuttur: ya işe yararsa mantığı. Az önce piknik alanının köşesindeki ağacın dibine sıçtınız, dumanı üstünde tütüyor, kokusu herkesi kaçırtıyor ve yandan bir koyun gelip "ya bu bok değilde başka birşey ise" diyor..... işte koyunların zekasını daima bununla test edebilirsiniz. İnandırıldıkları şeyler uğruna her türlü saçmalığı gerçek olarak kabullenmeye razılardır.

      Çoğunuz hemcinsleriniz koyunlar gibi duygusal olduğunuzdan dolayı o hayalini kurduğunuz paraları kazanamıyorsunuz. Onlara karşı empati duyuyorsunuz ve bazende acıyorsunuz - işte tam olarak bu zayıflıklarınızdan kendinizi arındıramadıktan sonra kendinizden bir cacık olamayacağını kabul etmeniz gerekiyor. Koyunlar Game of Thrones tarzı entrika ve acımasızlıkla dolu dizilere yapışıp kalırlar, çünkü olmayı çok istedikleri ancak bir türlü olamadıkları karakterleri izlerler. Korkusuz, acımasız ve kuralsızlar koyunların sevgilisidir, çünkü kendileri tam tersidir. Koyunlara onların tersi özellikleri sergileyin ve nasılda size ilgi göstermeye başladıklarına şahit olun.

      Sil
  9. Şu son yıllarda teslayı aşırı bir övgü söz konusu bu durum açıkça ona karşı şüphe duymamı neden oldu. Tesla için görüşün nedir

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teslaya olan ilgi ileride ona atfedilen bir teknolji ile yapılacak olan operasyonun suçunu ona yüklemek için şişiriliyor. Tesla kendi bulunduğu zamanın ötesinde geliştirdiği buluşlar yüzünden dünya ile olan bağlantısını kaybetti.... Evrenin nasıl işlediğini anlamış birisi olarak birçok dünyevi (insani) duygusal olgu yada fikirden bağımsızdı.

      Onun 1900 yılında amerikan kızıl haç kurumuna yazmış olduğu bir mektupta "Dostlarım, bilinmeyen, uzak ve başka bir dünyadan mesaj aldım. Kendisi şöyle okunuyor: 1...2...3"
      Bu aslında onun geçmişe mesaj gönderme teknolojisinin eseri idi. Ancak almış olduğu mesaj o an için aslında ona gelecekten gelmişti.... ilk deneme mesajı idi ve bu nedenlede 1-2-3 olarak kodlanmıştı. Teslanın elektrik, iyonizasyon, titreşim ve frekansların manipulasyonu ile başardığı şeyler ona atfedilen tesla bobini yada tesla kulesi gibi teknolojileri oldukça gölgede bırakır. Halka genel olarak Teslanın bu teknolojilerini tanıtmakta diğer buluşlarını gözardı etmek için kullanılan bir metod. Diğer teknolojilerini zaten kimse anlayacak değil. Işık dalgaları vasıtasıyla, yüklü elektronların kırılmasını gerçekleştirerek tüm bir ortamı yeniden şekillendirme gibi.... çölden yemyeşil bir ova oluşturmak mesela! Tanrısal gücün ne olduğunu anlamak işte buydu. Koyunlar açısından bakarsak Tesla tam olarak Şeytani bir deha idi!

      Tanrısal kapasiteyi ve onun gücünü anladığın zaman yapacağın şey nedir biliyor musun? HİÇBİRŞEY!

      Sil
    2. Peki 1943 yılında teslanın yaptığı söylenen ışınlanma deneyi evreni ve elektriği kullanarak mı yaptı zira ben ışınlanma olayına inanıyorum.

      Sil
    3. Işınlanma sadece hayal ürünüdür. Tesla hakkında birçok teknolojik uydurmada mevcut. Buda onlardan birisi.

      Sil
  10. Enki yazılardan ve yorumlardan anladığım kadarıyla eski çağlarda insanlar sadece statik elektriği kullanmışlar. Elektrik akımını bugün olduğu gibi kullanmıyorlardı. Elekrik sadece binanın içinde geçerliydi. Evler içinde bağdat pili kullanıyorlardı. Bu sayede devlet parayı bizim her ay elektrik faturası ödediğimiz gibi pil parasını vergi olarak alıyordu. Yani elektrik yine bedava değildi. Ama elektrik sağlayan binalarda elektrik bedavaydı. Şatolar ve kiliseler gibi.
    Enki o yıllarda teorik olarak sadece statik elektrik mi biliniyordu yoksa kağıt üstünde doğrusal akım ve alternatif akım gibi şeyler de biliniyor muydu?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sadece statik elektrik ihtiyacı karşılıyordu. Elde edilen elektriğin bir kısmı kullanılamıyordu bile.

      Sil
  11. enki 1+2+3...diye sonsuza kadar topluyorlar ve cevap -1/12 çıkıyor
    birde graham sayısı vardı sayı hesaplanan evrene 1 plank uzunluğunda konulduğunda bile sayıya evren yetmiyordu evreni aşan bir sayı
    bu tür sayılar bizim matematiksel çözümleri yaptığımız evrenin bulunduğumuz evren ile farklı olmasından mı kaynaklanıyor yada şu hermetik kanundan dolayımı ''tüm gerçekler yarım gerçektir''

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sonu olmayan bir evreni matematik kullanarak sınırlamaya çalışmak kadar ahmakça bir girişim daha görmedim. Matematik doğası gereği sonsuzu hesaplayamaz ve bu nedenlede ona bir sembol biçip onu sınırlandırmak zorundadır. Başka türlü yapılacak hiçbir hesap "arzu" edilen sonucu veremez. 0 rakamı bu nedenle matematiğin baş düşmanıdır.

      Nasıl olurda sonu olmayan birşeyi aşabilirsin?! Bu tamamen kapalı zihinlerin varacağı bir sonuçtur.

      Sil
    2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    3. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
  12. Merhaba Enki yeni çıkaracağın kitapla ilgili kafamda birkaç soru var.

    1)Bu kitabı yayınevi olmadan nasıl bastıracaksın, bu yasadışı değil mi? Kitabı alacak olan kişilerden biri olarak yasadışı bir kitabı almak başıma bela açabilir diye düşünüyorum. Hele ki yazacağın konuları düşünürsek kimliğimi belirlemesinler diye kar maskesi takıp mı alsam diye düşünmüyor değilim. Biraz paranoyağım açıkçası.(:

    2)Kitabı Enki lakabıyla mı bastıracaksın ve kitap çıkınca buradan kitabın adını söyleyip haber verecek misin?

    3)Kitabı hangi şehirlerden alabileceğiz? Sadece İstanbul-Ankara-İzmir den bastıracağım diyorsan da otobüse atlayıp alır geri dönerim sorun değil.

    4)Bu soruyu sormakta tereddüt ediyorum biraz saçma olacak fakat... Kitap herkesin alabileceği bir fiyatta mı olacak? Yani kitap bu sonuçta kaç para olabilir ki ama yine de her önüne gelen kitaba ulaşamasın diye düşünüp absürt bir fiyat koyabilirsin.

    Sorular arada kaynamasın diye tek tek numara verdim çünkü hepsini ayrı ayrı merak ediyorum. Zaman ayırıp hepsini cevaplarsın umarım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. 1) Yayınevleri yazarla anlaşma yapıp onun ürününü pazarlar ve yazara satıştan pay verirler. Bu şekilde yazar sadece kitabı yazıp editöre teslim etmekle yükümlüdür. Reklam yada imza günü gibi aktiviteler yayınevine ait olur. Matbaalar her türlü kitabı basabilir. Her yayınevi kendi matbaasına sahip değildir! Kitabı matbaa basar, yayınevi değil. İnternette kitap basımı için teklif veren bir sürü matbaa bulabilirsin. Yasadışı birşey yazmıyorum.

      2) Buradan kitabın ismi ve şekli konusunda bilgi veririm. İsim olarak tabiki Enki olur.

      3) Kitabı kargo ile heryere göndertebilirim.

      4) Fiyatını henüz belirlemedim ancak ucuz birşey olmayacağını söyleyebilirim.

      Sil
    2. Matbaacıları özalitçiler gibi düşün bulunduğun şehirde bile rahatlikla bulursun sonuçta broşurler, düğün kartları, seçim afişleri gibi birçok şey matbaalarda basılıyor sadece reklamcılarda değil. Kaç adet istiyorsun pazarlığını yaparsın bastırırsın. Bir matbaacının merak edip içeriğine bile bakacağını sanmıyorum :))

      Sil
    3. Djhives in kitap başı 150 $ fiyat koyması gibi astronomik fiyat koymazsınız umarım enki. Mümkünse 100 tl yi geçmesin ki zaten 28 kişi blogu takip ediyor sanırsam alabilelim.

      Sil
    4. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    5. anlatacağı şeyleri resimli bir şekilde anlatmaya çalışıp kitap olarak çıkarırsa 1 cilt gibi birşey ortaya çıkar o kitabın da sadece maliyeti 150 tl olur

      Sil
  13. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  14. Götünüzden element uydurmayın bekleyin iste enki gerektiği zaman haber verir.
    Kaç kisi düzgün bir camiye gidip bunu deneyimledi peki? Herkes teorileri kabul ediyor ancak kimse deneyimleyemiyor bile. Her seyi teoride bilmenin sonu sizin için sadece hüsran olur. Git gide duygusal çöküntü yaşarsınız. Dışarı çıkın!

    YanıtlaSil
  15. Merhaba Enki, düz dünya ile kafama takılan iki mesele var;

    1) Düz dünyada yerçekimi nasıl açıklanıyor? İnternette araştırdım fakat yalnızca kubbeli tepsi modeline göre bir açıklama bulabildim. O da şöyle: kubbeyle çevrelenmiş sınırlı yüzey hiç durmadan yukarı doğru hareket ettiği için, tıpkı asansörde olduğu gibi üstümüze aşağı doğru bir güç uygulanıyor ve yere sabitleniyoruz. Bu bizim sonsuz yüzey teorisine uymuyor o yüzden bu konuda teorik de olsa bir fikrin varsa bilmek isterim.

    2) Bu sorum diğer bir sürü komplo teorisiyle bağlantılı olabileceğinden hangisiyle alakalı olduğunu kestiremedim o yüzden soruyorum. Hayırseverler neden bunca zahmete girip yüzyıllardır dünyanın yuvarlak ve evrenden bağımsız bir küre olduğuna bizi inandırmaya çalışmışlar? En başından dünya yuvarlaktır demek yerine önce dünyanın düz olduğunu açıklayıp sonra dünyanın küre şeklinde olduğunu yutturmaya uğraşmaları da ayrı bir gariplik. Düz dünyayı savunanların çoğu hristiyan olduğundan genellikle verilen cevap tanrıyı bizden saklamaya çalışmak yönünde. Yani tanrı bizi bu kubbe altında evrenin merkezine yerleştirdi ve onlar bunu bizden saklıyorlar. Eninde sonunda dine bağlanmayan bir açıklama bulamadım. Benim fikrimse şu şekilde: Bizi, irili ufaklı sayısız gezegen ve yıldızın kaos halindeki karanlık bir evrende, çorba gibi rastgele dağılmış olduğuna, bizim de bu çorbanın içindeki tuz tanesi bile sayılamayacak kadar küçük bir gezegende yaşayan, küçük ve önemsiz canlılar olduğumuza inandırmak istiyorlar çünkü böylece insanlar uzayda bir toz zerresi bile olmadıklarına inanıp kendilerini kıymetsiz hissedecekler. Dolayısıyla da insanlar tanrısal yönlerinden uzaklaşacak ve yönetilmeleri müthiş ölçüde kolaylaşacak. Aklıma başka bir şey gelmiyor ama gökyüzünde bizden gizlediklerini söylediğin, o göremediğimiz şeyle ilgisi olabileceğini de düşünüyorum.

    Bunlar kitabında detaylı olarak açıklayacağın konuların arasında mı bilmiyorum. Öyleyse ve cevabını buradan direk yazamayacaksan bile en azından ipucu vermen mümkün mü?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. 1) Yerçekimi birçok spekülatif açıklamaya sahip ancak 1 tane bile tam açıklaması yok. Kimse ne olduğunu, nerden geldiğini ve nasıl işlediğini bilmiyor. Tek bildiğimiz şey var olduğu.

      2) Hatırlarsan sihirli lamba hikayelerinde alaaddinin "cini şişeye geri sokma" hilesi diye bir sahne vardır! Alaaddin aslında insan görünümünde bir parazittir ve cini kendi amaçları için kullanabilmesinin tek yolu onu kontrol altında tutabilmektir. Bunun içinde alaaddin cini kontrol edebileceği tek yer olan şeffaf bir şişeyi kullanır. Bu hikayede cin bizleri, alaaddinse paraziti temsil eder - tek farkı bunun tam tersi olarak yansıtılmasıdır. Hikayede cin kötü niyetli, alaaddin ise iyi niyetlidir.

      Eğer Luciferin hikayesine bakarsan oda tıpkı cin gibi "yukarıdan" aşağı düşmüştür ve düştüğü yerdede hapsolmuştur. Cin şişede hapistir, Lucifer ise yüzeye prangalanmıştır (zincirlenmiştir). Tüm bu kadim masal, efsane yada mitolojiler tek bir şeye işaret eder: tanrıların aldanışı ve bunu takiben benliklerini unutup kendilerinin yansımalarına tapınmaları. Konu tanrılar oldumu onların bulunduğu yer "yukarıda" cennet gibidir ve cennetin altıda cehennemdir. Bu açıdan baktığın zaman şuanda yaşıyor olduğumuz yer cehennemin ta kendisi! Buraya yansıma paradoksu denir.... nerede olduğunu anlayamıyorsan asla buradan çıkışı bulamazsın. Meduzayı öldürmenin tek yolu ona yansımasını göstermekti ve ona yaklaşmanın tek yolu yine bir ayna kullanmaktı.

      Diğer bahsettiklerin..... çorba gibi evrende anlamsız ve manasız olduğumuz hissini vermek tabiki buranın bizi burada tutabilmesi için gereken bir zihin manipulasyonu ve durum gerçektende bu. Dışarısı kocaman bir boşluk, seni orada sadece soğuk bir ölüm bekliyorrrrrrrr...... bunu küre dünya ile yoğurduğun zaman ortaya her tarafı kapalı bir hapishane (şişe) çıkıyor. Bu hapishaneyi zihinde kuramadıysan, görselde başarman imkansızdır. İnsanlar daima gördüklerinin anlamları, manaları yada izahatları ile "aslında ne görüyor olduklarına" ikna olurlar..... ne görüyor oldukları ile değil!

      Yukarıda ışıldayan şeyin güneşin kendisi olduğunu zannediyorsun.... ancak gördüğün şey aslında ışık dalgalarının atmosferdeki yansımasından başka birşey değil. Işığı ve kaynağını asla göremezsin, tek görebileceğin sadece ışık dalgalarının yüzeydeki yansımalarından ibarettir. Bu nedenle atmosferi terk ettiğinde karşında kapkaranlık bir uzay durur.... karanlık, derin ve bomboş bir uzay. Yıldızları ancak atmosferdeki yansımalarında görebilirsin, uzaydaki boşlukta değil. Nazilerin kara güneş sembolünü hatırlamaya çalış.... sence neden kara güneş? Güneşin kendisini asla göremezsin çünkü boşluktaki ışık bir yüzeye çarpıp yansıyana kadar görünmezdir. Neden uyurken, karanlıktasın ve bu seni enerji ile yüklüyor, ancak ışıkta iken bu senin enerjini boşaltıyor? Sana yaşam enerjini NE veriyor?

      Yeterli bir ipucu muydu?

      Sil
    2. Dünyanın şekli ilkokulda yuvarlak lisede küre üniversite hazırlığa doğru ise geoid olarak öğretilmişti. Birçok anlamsız şeyler öğretiliyordu yok eksen eğikliği yok enlem yok dönence vs vs bu zırvalar nedeniyle coğrafya derslerini pek fazla sevmezdim sanki bir suç işlemişler ve onu kapatma telaşına düşmüşler zaten milyarlarca koyun aynı şeyleri inanıyorsa o yüzde yüzde koca bir yalandır.

      Söylediğin gibi şahsen ben karanlıktan çok mutlu oluyorum. Toplum denilen koyun sürüleri çocukları karanlıktan hep korkuttular ve şu an bir çok yetişkin karanlıktan korkuyor. Belki benim sevmem engelimden dolayıdır.

      Çok absürt bir soru olacak ama bu Malezya uçağı olayı ne olmuş olabilir.

      Sil
    3. Adem ve Havva olayı aslında her şeyi özetliyor. Ben yakın çevreme dünyanın bir cehennem olduğunu söylediğimde hepsi aval aval suratıma bakarlardı . Hemen dalga konusu olur aşağılanırdım. Onların bu tutumu gösterir ki benim düşüncemin doğruluğunu Bunu bildiğim için sevinirdim

      Sil
    4. Cevabın için teşekkür ederim fakat beynim gene mavi ekran verdi. Yazdıklarını iyice sindirip üzerlerinde düşünmeden önce gereksiz sorularla yer kaplamak ya da zaman kaybetmek istemiyorum. Aklıma mantıklı bir soru gelirse tekrar yazarım.

      Sil
  16. Selam Enki daha önce bir yazında; Guneşin enerji vermediğinden aksine çevresini sömürerek enerjiyi elde ettiğinden bahsetmiştin. Taurusa verdiğin cevapta güneşin bizim enerjimizi sömürmesine değiniyorsun. Burda kafama takılan durum uyku ile eterik enerjisel yapımızın bir nevi şarz edilmesi mi mümkün olmakta çünkü bedenimizin ihtiyacı olan enerjiyi zaten yediklerimizden almaktayız fakat genede kendimizi dinç hissetmek için uykuya ihtiyacımız oluyor.
    İkincisi gene daha önceki bir yazında bahsetmiş olduğun sanırım masonik 13 bilgiyle alakalı bir youtube belgesel serisiydi yanlış hatırlamıyorsam. Ayrıca bilgilerin yüzde 70-75 oranında doğru olduğundan bahsetmiştin neyse konuyu dağıtmadan bu bilgilerden biri havada uçan ufoların aslında insansal olduğu ve mer-ka-ba ile mümkün olduğunundan sözediyordu. Son günlerde kafama takıldığı için soruyorum bu durumun mümkün olması kendimizle ilgili (gerçek yapımızla) ne kadar az bilgiye sahip olduğumuzu gösteriyor.
    Son olarakda gene Taurusa vermiş olduğunda cevapta luciferin cehenneme/dünyaya düştüğünü anlattığın alegoride aklıma takılan müslümanlıkta cehenneme düşen kişinin sonsuza dek bedeninin tekrar yenilenerek sürekli olarak tekrar azap çekmesinden bahsedilir. Dünyadaki durumumuzda bu alegoriye uymuyor mu? " Nerde yaşadığını anlamıyorsan asla burdan çıkışı bulamazsın."

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Vücudun çalışabilsin diye yemek yiyorsun! Ancak sen burada kalmaya devam edebilmek için eterik karanlığın enerjisine ihtiyaç duyuyorsun. Meta-fizik derken 2 şeyin birarada oluşunu izah ediyoruz. Meta yani üst olan ile aşağıdaki fiziksel olanın birleşimi. Senin meta varlığının yansıması buradaki fiziksel görünümün kendisi. Bunu yazdığım halde kimsenin ne demek istediğimi anlamayacağını ve bundan manasız çıkarımlar yapacağından eminim, ancak tek açıklama bu.

      Sil
    2. Enki, yazdıklarını yeni yeni sindirmeye başladım. O yüzden aklıma geldikçe fikirlerimi yazayım.

      Bu karanlıktan enerji alma olayı bana Dr. Strange filmini hatırlattı. Filmde The Ancient One adlı iyilerin tarafında ve aydınlık boyuttan olan üstad, daha uzun yaşayabilmek için gizlice karanlık boyuttan enerji çekiyordu. Aklıma, neden aydınlık boyuttaki enerji bunlara yetmiyor, neden illa karanlık olmak zorunda, aydınlık tarafta yıldızlar-güneşler varken neden illa daha zengin görünen fakat sadece kötü çocukların erişebildiği karanlık boyuttan enerji çekmek zorunda gibi sorular gelmişti.

      Dark City filminde de benzer bir olay var. Bu üstün ve evrimsel açıdan yüzyıllarca ileride olan, insanları kobay gibi bir bölgeye toplamış olan ırk; güneşe karşı ölümcül bir hassaslık gösteriyordu. Bu yüzden de güneşin şehre girmesine asla izin verilmiyordu. Bu kadar güçlü bir ırkın kendilerinden zayıf olan insanların dayanabildiği güneşe dayanamamaları garibime gitmişti o zamanlar.

      I Am Legend filminde de benzer bir konu var. Enfeksiyon kapmış olanlar güneşe çıkınca zarar görüyorlar, o yüzden de sadece geceleri ortaya çıkmayı tercih ediyorlar. Ancak aynı zamanda bu enfeksiyonlular insanlardan çok daha üstün fiziksel özelliklere erişmişler. Aynı şey vampir filmleri için de geçerli. Vampirler güneşe çıkamıyorlar fakat görme, duyma, hissetme, kas gücü, hız gibi insani özellikleri binlerce katına çıkmış.

      Şimdi bu benim aklıma şu soruyu getirdi: güneşten çok uzun süre uzak kalmak bu canlıları evrimleştirip, onlara üstün özellikler getirmiş olabilir mi? Elbette bunlar bilim-kurgu fakat olayın gerçek tarafları da var. Denizin derinlikerinde, karanlıkta, güneş ışınlarının ulaşamadığı bölgelerde yaşayan canlıların hemcinslerine göre çok daha iri olmalarının sebebi bu olabilir mi? Ayrıca bizden önce devlerin yaşadığından ve bu devlerin dünyasında devasa, gökyüzünü kapatacak kadar büyük ağaçların varlığından bahsetmiştin. Oksijen fazla olduğu ve uv ışınlarından korundukları için bu kadar büyük olduklarını söyledin. Bu insanlar ağaçları kesince hem oksijen azaldı hem de güneş ışınlarına doğrudan maruz kaldılar. Demek ki güneş bu insanları zamanla yavaş yavaş tüketerek küçülttü ve eriyip giderek şu anki halimize gelmemize sebep oldu değil mi? Bu belki de yukarıdaki fantazi ürünü filmlerin de temelini de oluşturuyordur. Şimdilik alıma gelenler bu kadar, kara güneş hakkında detaylı araştırma yapınca uzayın karanlığı hakkında da ve cennetten düşüş hakkında da sorularım olacak.

      Sil
    3. Aklıma yeni fikirler geldi unutmadan yazayım.

      "Neden uyurken, karanlıktasın ve bu seni enerji ile yüklüyor, ancak ışıkta iken bu senin enerjini boşaltıyor? Sana yaşam enerjini NE veriyor?"

      Bu konuda birkaç teorim var. Aklıma gelen birinci şey ay ışığı. Yukarıda bahsettiğim fantastik yaratıklara bir tane daha ekleyecek olursak o da yalnızca dolunayda gücünün zirvesine çıkan kurtadamlar. Okuduğum hikayelere göre bu kurtadamlar dolunaydan hemen sonra sıradan bir insandan farksız oluyorlar fakat dolunaya yaklaşan her gün biraz daha güçlenip tekrar dolunay geldiğinde yine gücün doruğuna çıkıyorlar. Bu da bizi geceleri şarj eden şey acaba ay olabilir mi diye düşünmeme sebep oldu. Mantıken eğer güneş bizi sömürüyorsa, ay da bizi şarj etmeli değil mi? Fakat tabi ki hayırseverler her zaman olduğu gibi bizi bunun tam tersine inandırmış olabilirler. Gün ışığı hayat verir, hayatın kaynağıdır, onsuz yaşayamayız. Fakat ayışığı korkunçtur, hatta dolunayda vampirler,kurtadamlar,hayaletler,cinler,periler kol gezer diye korku ile insanların zihinlerini manipüle etmiş ve onları gerçeklerden uzaklaştırmış olabilmeleri hiç şaşırtıcı değil. Hz muhammed bile gecenin şerrinden allaha sığınırım, gece hayat kurtaracağına gündüz karıya git daha iyi filan diyerek belli ki bu manipülasyona ortak olmuş. Ya da o da bizim gibi kandırılıp kullanılmış bilmiyorum. Ay ve güç arasındaki ilişki bana Osman gazinin rüyasını da düşündürdü. Osman gazi , edebaliye rüyamda ay gördüm ay büyüdü geldi göğsümden bana girdi filan diye anlatınca şeyh edebali de zart diye tanrılar gücü sana verecek cevabını yapıştırıyor. Hani ne bir acaba ne ola ki diye düşünme ne bir tereddüt, direk gölgelerin gücü adına güç sende artık diyor. Büyük ihtimalle eskiden şu an unuttu(ruldu)ğumuz şeyleri biliyorlardı.

      İkinci düşüncemse rüyalarla ilgili. Meta varlıktan bahsedince komplo teorisyenleri arasında meşhur olan şu fikirden bahsedebiliriz sanırım: Aslında biz başka bir boyutta yaşayan ruhsal varlıklarız fakat şu an uykudayız ve kendimizi dünyada yaşayan insan biçiminde canlılar olarak görmekteyiz.(Bir nevi metafiziksel Matrix). Sadece bu fiziksel dünyada rüyaya daldığımız zaman aslında gerçek boyutumuza dönüyoruz. Rüyada günlerce sürecek olaylar görmemize rağmen gerçekte rüyanın sadece birkaç saniye sürdüğü de bir yalan değilse, bu boyutlar arasındaki zamanın akış hızının farkını da açıklıyor. Meta varlıktan ve uykudan bahsedince benim aklıma bu rüya olayı geldi. Belki de uyuyup rüya gördüğümüzde gerçek boyutumuzdan enerji çekip şarj oluyoruzdur.

      Son bir teorim daha var ama bunun pek bir kaynağı yok o yüzden yazsam mı bilemedim. Sadece Laozi ve birkaç kişinin sessizlikle ilgili olumlu sözleri bile bana sessizliğin çok önemli olduğunu hissettiriyor. Laozinin sözü şu: 'Silence is a source of great strength.' Buna benzer sessizliği öven modern ve antik bir çok söz var. Ben gürültüden nefret eden biri olduğum için oldu bitti sessizliği çok sevmişimdir. Çoğu insan sessizliğe katlanamaz, bu yüzden ya izlemediği halde televizyonu açar ki yalnız hissetmesin, ya da ne kadar gereksiz ve boş konular hakkında olsa da diğer insanlarla konuşma ihtiyacı duyar. Yani aman zihin sessiz ve sakin kalmasın hep meşgul olsun. Kendi düşünceleriyle mi yüzleşemiyorlar bilmiyorum ama insanlar bir nedenden dolayı sessizlikten ve durgunluktan korkuyorlar. Bu da benim gibi sessizliğe ve sakinliğe aşık biri için türkiye gibi bir yerde bağırmadan, kavga etmeden duramayan insanlar arasında yaşamayı ciddi bir sınav haline getiriyor. Neyse konuyu çok dağıtmadan demek istediğim acaba uyurken ihtiyaç duyduğumuz sessizlik de bizi şarj eden etkenlerden biri olabilir mi? Ses yok, hareket yok, ışık yok ortamdaki enerjiyi(elektriği) etrafa dağıtan bir şey yok. Bu sayede de enerji yavaş yavaş bize doğru çekilip vücudumuzda toplanarak depolanıyor olabilir mi?

      Sil
    4. Daha önce de söylediğim gibi bu konular hakkında derin bir bilgim yok o yüzden desteksiz sallıyor olabilirim. Bu düşünceler zihnimde kendiliğinden beliriyor ancak bazı bilim adamlarının da atom modeli gibi şeyleri rüyalarında gördüklerini okumuştum. Belki de bu fikirler haberimiz olmadan bize eterden iletiliyordur. Vakit bulursan yanlışlarımı tek tek düzelt lütfen. Böylece ileride daha düzgün sorular sorarak hem vakit kaybetmemiş oluruz hem de gerçeğe daha fazla yaklaşabiliriz.

      Sil
    5. Evet bu vampirler benim çok ilgimi çekiyor niye bilmiyorum ama son 20 yıldır bu vampirler üzerinde çok duruluyor acaba vampirler neyi simgeliyor çözmüş değilim ...

      Rüya demişken bu konu benim çok ilgimi çekiyor ve size bir rüyamı anlatmak istiyorum çok saçma olabileceğini de biliyorum rüyada enki ve ben göl veya nehir gibi yerin kıyısında oturuyoruz ve enki bana balık tutmayı ve onları beslemeyi öğretiyor ve sohbet ediyoruz...

      Şahsen ben rüyaların bize haber verdiğine inanıyorum

      Acaba güneş görmeyen okyanusların derinliklerinde ne var

      Sil
    6. @Taurus
      Saçmalamadan ve bunun farkına varmadan asla "ne" olduğunu çözemezsin. Bunun hepsi, bir sentezleme işleminin parçası. Sadece kendini kandırmaya çabalamadığından emin olmayı becermen gerekiyor.

      Sil
  17. https://imgur.com/gallery/JC2RzLf enkinin bahsettiği güneşin yaşlandırması

    YanıtlaSil
  18. hristiyanlığın aslında gizli bir güneş dini mi? gülhaç vs kendi ezoterik kaynaklarında güneşe önemli bir anlam yüklerler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gizli mi? Sembolleri bunu bariz bir şekilde göstermiyor mu?

      Sil
  19. enki senin anlattığın pandemi zombi pandemisimi(en azından ona benziyormu) darkweb üzerinde aynı buna benzer birşeyler yazıyordu

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Zombiler sadece bir alegori.... toplu imha için işlevsel bir metod değil. Veba yada ebola benzeri virüsler en etkili olanlarıdır.

      Sil
    2. Seçilmiş olanlar aşılanır yada tam tersi aşılarla "dna"mıza yapılan müdahale vasıtasiyla salgın sırasında virüsle karşılaşan bedenlerimizde uyuyan genler aktif olur ve kolayca çoğunluğu yokedersin. (Bağışıklık sistemi guçlü olan yada uyum sağlayarak hayatta kalan istisnalar kaideyi bozmaz sonuçta yeni bir başlangiçta yeni düzene uyum sağlacak kölelere herzaman ihtiyaç duyulur).

      Sil
  20. Kara güneş atlantis uygarlığını temsil ediyor. Naziler bu sembolü kullanarak kendilerinin Atlantis ırkından geldiklerini iddia ediyorlar. Satürn etkisiyle Atlantis muazzam bir güce ve teknolojiye ulaşmışlar ama zamanla iklimin bozulması sonucunda uygarlık çöküşe uğramış. Naziler aslında atlantisi yeniden canlandırmak istediler...

    Bu bilginin doğruluğunu bilemiyorum sanırım bir yerden duymuş veya okumuş olabilirim. Bu bilgilere dayanarak aklıma bazı SORULAR geliyor

    Atlantis ve Mu uygarlığı savaştılar acaba diyorum Naziler ikinci Dünya Savaşı'nda Mu uygarlığına mensup kişileri mi soykırım yaptı .

    Bu kara güneş sembolünü Tibet Şaman Hindular ve türkler kullandığı diyebiliyorum doğru mu ?


    Tekrar ama tekrar söylüyorum bu söylediğimin doğruluğunu hiç ama hiç bilmiyorum belki söylediklerim çorba gibi olmuştur .

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Atlantis dünyanın bir önceki medeniyetine verilen isim. Bir ada yada kıta değil.... dünyamız olarak baktığımız yerdeki bütün kıta ve adalar aynı medeniyetin uzantıları idi. Mu yada Lemuria aynı medeniyetin bir parçası, kendi başına bir uygarlık değil.

      Gamalı haç ve benzerleri binlerce yıldır dünyanın her tarafında kullanılmaktalardı.

      Sil
  21. Enki bir şey sormak istiyorum ama konuyla biraz alakasız ama eterik enerji diyince aklıma geldi. 2016 2017 yıllarında yeni bir akım çıktı en azından ben fark ettim. Ama bana saçma geldi. İnsanlar çakralarından kurtuluyordu. Onları tıkayıp kendilerini mi kandırıyorlardı. Çakralar yok edilemeyeceğine göre bu insanlar ne yapıyorlar? Bu olatın gerçekliği var mı? Yoksa bu olay yeni nesil bir saçmalık mı?
    Normalde spiritüel konularla bu kadar ilgilenmem ama dikkatimi çektiği için sordum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Can sıkıntısından ne yapacağını şaşıran sığırlara sunulan fikirlerden birine denk gelmişsin.

      Sil
    2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    3. Enki yorumu sildim çünkü aklıma yeni bir soru geldi. Bu salgısal bezlerle çakralar arasındaki bağ hep dikkatimi çekmiştir. Enki eterle bizim aramızdaki bağlantıyı bu bezler mi sağlıyor yaksa çakralar sadece gözle görülemeyen enerji girdabı mı? Bana vücuttaki bezler olması daha mantıklı geldi çünkü bunlar özel frekanslardan etkilenebiliyorlar(tibet çanağı gibi). Bu benim düşüncem. Bu konudaki düşüncelerini yazabilir misin?

      Sil
  22. Enki bu sefer konuyla ilgili yani yapılarla ilgili bir sorum olacak. Mısır piramitlerinin işlevi eterik enerjiyi odaklamak mı? Çünkü içinde bitkiler daha hızlı büyüyor(okuduğuma göre). Belki yanılıyorumdur ama düşüncem bu. Çünkü cam prizmaya ışık tuttuğumda ortada odaklanıyordu.

    YanıtlaSil