27 Ocak 2018 Cumartesi

HANGİ TARİHTEYİZ?

Merhaba sevgili moronoamneziler,

Bugün açıklamadan çok birçok soru işareti ile sizleri yalnız başınıza bırakacağım. Çünkü birazda olsa kafalarınızda bazı şimşeklerin çakması gerekiyor. Bunu yapmanın tek yoluda ne yazıkki az sonra göstereceğim örnekler ile mümkün. Hepiniz 21.yy da yaşadığınızı ve buna bağlı olarak önceki uygarlıklardan birkaç bin yıl ötede olduğunuzu zannederek kocaman bir hataya düşüyorsunuz. Aslında geçmiş o kadarda geçmişte değil. Hazırmısınız?



 1655-60 yıllarında gerçekleşen 2.Kuzey savaşından bir çizim
Tarihin yazım şekline iyi baktınız mı?

Ünlü Alman akademisyen August Ludwig Schlözer. 5. Temmuz 1735 de  Gaggstatt (Grafschaft Hohenlohe-Kirchberg, bugün Kirchberg an der Jagst) da doğdu; 9. Eylül 1809 Göttingen de vefat etti.
 Tarihin yazım şekline iyi bakıyorsunuz değil mi?

Bir başka ünlü Alman akademisyen Adam Olearius. 24 Eylül 1599 da doğdu ve 22 Şubat 1671 de vefat etti. Yukarıdaki resim moskova gezisi hakkında yazmış oldukları kitaptan alıntıdır. Kitabın basım tarihi 1656 olarak verilmiştir.
Aynı şekilde tarihin yazım şekline dikkat edin!

Ünlü hollandalı basım evi Elzevir'in arması.

Tarihin yazılış şekline halen dikkat ediyorsunuz değil mi?

Ünlü Alman ressam Albrecht Dürer (1471-1528) in bir eseri. Bütünüyle ağaç oyma baskı metodudur. Zamanının ender sanatçılarından biridir.
Tarihteki 1 rakamlarının farklılığı dikkatinizi çektimi? Böyle ince detayları yapabilen bir sanatçının bu noktada bir hata yapma imkanı olabilirmi sizce?

Albrecht Dürer'in bir başka eseri! 
 Ve altında yazan tarih.....

 Ünlü ingiliz okültist Robert Flud ın bir kitabından alıntı. (1574 - 1637)
Yazılmış olan tarihteki 1 rakamları arasındaki farkı görebiliyor musunuz?

Vilnius şehrinin modern arması. ilk olarak 1323 yılında adı tarihi kayıtlarda belirmiş. Öncesinde ne olduğu belirsiz. (Kilisenin orduları saldırıp halkı biraz tokat delisi yaptı ve ardından hepsi Hristiyan olmayı kabul etti)


Vilnius şehrinin 7.yy kuruluş tarihini simgeleyen orjinal arması. Farkettiyseniz şahıslardaki ve ellerindeki bastonlar oldukça farklı. Hristiyanlığa geçmeden önceki tarihleri kayıtlardan silinmiş.


Eskiden tarihi yazarken Milattan Sonra yani İsadan Sonra kısaltması olarak "i." kullanılırdı. Ancak katolik kilisesinin reformasyon döneminde gerçekleştirttiği kitap yakma fetvaları ile tarih ve onunla ilgili birçok eser toplatılıp yakıldı. Bu operasyonun ardındanda yine kilisenin yazarları kendi tarihlerini yazmaya başlayıp yeni versiyon tarih kitaplarını piyasa sürdüler. Ör. i.565 artık 1565 olarak yazılmaya başlanmıştı ve buna reformasyona bağlı bir yenilik olduğu süsü verildi. Kilise sayesinde bir çok uygarlığın tarihteki yeri bir kaç yüzyıl yada milenya ileri yada geri atılarak istenen tarihsel sistem kurulmaya başlandı. Bu halen devam etmekte olan bir süreç ve henüz bitmişte değil. Kısaca bugün zannettiğiniz tarihten en az 450 sene gerideyiz. Uyduruk tarihi hikayeler, krallar, sultanlar ve savaşlarla büyüdüğünüz için bu tip devasa bir tarihi manipulasyonu idrak etmeniz pekde kolay değil zaten.


Roma imparatorluğu çöktü. Mongolların devri kısa sürdü çünkü beyinsiz göçebeler olarak bir imparatorluk kuracak kapasiteleri yoktu. Osmanlı imparatorluğu çöktü. Fakat sonunda nedense Vatikan hepsine nanik yaparcasına ayakta kaldı! 
Vatikanın 1569 basımı "Yasaklı Kitaplar" listesi. Listedekiler toplatıldı ve bazende yazarı ile beraber yakıldı.
1658 basımı "Chronicorum Canonum" (Kilise kanununa göre belirtilen tarihi kronoloji). Bu kitap bugün okulda okumakta olduğunuz geçmiş dünya tarihinin anasıdır! Kilise her defasında güncelleme yapıp eski ciltleri yeniler ve böylece tarih dersleri güncel bilgilerle öğretilir. Tüm o rahipler ne iş yapıyor sanıyorsunuz? Günboyu kilisede takılıp çiçekleri sulamak mı yoksa kendilerine verilen yazı ve baskı görevlerini yerine getirip kütüphanelerde güncellemeler yapmakmı? Hiç kafanız basmıyormu? Tüm devletler, uluslar yada medeniyetler yok olup gidiyor ve bunlar hakkındaki yegane bilgiye binlerce yıldır sadece bu rahip takımı sahip oluyor ve işlerine gelen bilgileri yazıya döküp kalanını gizli arşivlerinde saklıyorlar. 
1728 yılında Isaac Newton tarafından yayınlanan Kadim Krallıkların Kronolojisi kitabında eski imparatorlukların günümüzde belirtilen tarihlerle çakışmadıkları ve kimilerinin bir kaç asır ileri, kimilerininde nasıl bir kaç asır geri atıldığına örnekler sunuyor.

 Şimdi size garip bir örnek vereceğim......
Valide sultan sarayın bahçesinde eğlence düzenlerken. 16. yy. dayız. Bahçenin ortasında bir su fıskiyesi var. Elektrik yok.... basınç motoru yok.... Peki bu fıskiye nasıl çalışıyor? Yani resimdeki şekle göre su belirli bir basınç ile akıyor. Peki Osmanlı arşivlerinde bu fıskiyenin mimari krokisini nereden bulacaksınız? Topkapı sarayına gidin oradaki fıskiyelerin kaçının orijinal hali ile çalıştırıldığına bakın! Hiçbirisi eski usulle çalışmıyor artık! Mutlaka bir yerden bir hidrofor sesi duyacaksınız.
Nasıl çalıştığı bilinmeyen ve çürümeye terk edilmiş bir su fıskiyesi. Bir diğer soru ise bu fıskiyenin tepesindeki küre oyması nasıl yapıldı? Neden okullarda savaşlar ve taht kavgaları yerine bu teknik detayları öğretmiyorlar? Çünkü birisi sizi boş konularla zaman kaybettirip aptallaştıracakken, diğeri zekileştirip yaratıcı yapacak! Peki ülkede bir zekileşme pırıltısı görüyor musunuz?? 

Ekmek kabı ile ilgili bir Problem-Hipotez-Deney standı açan bu koyuna ilgi gösteren bir diğer koyunun ve onun benzerleri tarafından yönetilen bir ülkenin teknolojik yada zekasal bir gelişme sergilemesini beklemek kadar sığırca birşey olabilirmi?



Bu çizimler bulunsa dahi, neyin nasıl yapılması gerektiğini artık gerçekten kim biliyor? Kim bunları bir sonraki nesile aktarmak istiyor?


Neden okuldaki tarih dersinde Norşuntepe höyüğüne (ve civarındaki diğer benzerlerine) hiç değinilmiyor? Göbekli Tepe diye buldukları yerin işlevini keşfedemeden hemen "dini ayinler için" etiketini yine yapıştırdılar. Nasıl bir din yada ne tür bir ayin olduğunu dahi açıklayamıyorken hemde. Yani kadimler ya ev yada tapınak yapmakla meşguldu demek.
Burası erozyona falan uğramış değil. Yapının üstü işlevi sona erince toprak ile örtülmüş ve böylece gözlerden uzak kalması sağlanmış. Kalıntılara bakınca burasının bir madenin yakınındaki metalurji istasyonu olduğunu söylememek için kendimi zor tutuyorum. Fakat tabiki eski insanlar maldı, ne anlarlardıki maden işlemesinden. Durup duruken tarihi yeniden mi yazalım yani........
Rusya Arkaim de bulunan kalıntılar. Gize piramitlerinden ve Stone Henge yapısından bile daha eski. Bir başka metalürji sahası. 

Neden peki bunca tarih gömülü bırakılıyor? Tabiki koyunların kendi geçmişlerinden korunmaları için.... 

20 yorum:

  1. Selam enki, elimizde göremediğimiz ipuçlarından başka somut bir bilgi yok. Tamamen uydurma bir tarih öğreniyoruz. Kadim atalarımızın yüksek bir teknolojiyle maden çikardiklari zamanları bize okulda karanlik çağ, taş devri, tunç devri diye abuk sabuk tezlerle anlatip onlarin birer aptal mağara adami olduğunu düşündürüyorlardi.

    Fakat günümüzde de konumları itibariyle izole yaşam sürdüren ilkel dediğimiz insan gruplari yaşiyor. Bundan örnek vererek bin yol sonra yaşayacak olanlarada bu günümüzün ne kadar ilkel bir devir olduğu neden anlatilmasin. Zaten betondan kisa ömurlu uyduruk yapilar yapiyoruz, cok zaman gecmeden gunumuzun şehirlerinin tozu bile kalmaz.

    Acaba enki kadim atalarimizdan kalan anlatilar olan efsanelerin resmi tarih tarafindan masal olarak nitelenmesi dikkat çekici değilmi veya resmi tarihe göre aralarinda asirlar bulunan tarihi kisiliklerin yada devletlerin ayni zaman diliminde yaşamis olma ihtimali?

    Ama en guzeli 21. yy'da yasadigini düşünüp 16. yy'da yaşiyor olmak veya daha da eski :))

    YanıtlaSil
  2. Hangi yıldayız 1018 yılındayız. İşte dahiyane bir plan. Seneyi 1000 yıl öne atıp tarih öncesi devirler hasır altı ediliyor. Tarih öncesi devirlerin hasır altı edilmesi insanları teknolojik gelişmeye teşvik ediyor.Daha fazla teknoloji daha çok manipülasyon.

    YanıtlaSil
  3. Geçmişi yönet ki geleceğe hakim ol. Asla koyunlar geçmişteki kadim atalarımızın ne kadar gelişmiş bir uygarliğa sahip olduğu bilmesin böylece gerilerken ilerlediğimizi düşüsünler. Onlara çağın gereklerine uygun sahte dinler ver ki (bilim dini) sahte gerçeklere inansınlar ve içinde yaşadıkları ortamin ne olduğunu bilmesinler. Ne için tabikide idrak edemeyecekleri bir gerçeklik yüzünden kendilerine zarar vermesinler ve bu dünyada bulunma amaçlarının dışına çıkmasınlar. Gerçekten dahiyane bir plan :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bence burdaki en onemli soru şu:
      "idrak edemeyecekleri bir gerçeklik yüzünden kendilerine zarar vermesinler ve bu dünyada bulunma amaçlarının dışına çıkmasınlar. "
      Peki burdaki cümlende sen bu gerçekliği idrak edebileceğini düşünüyor musun ? Peki biz enki okurları bunu bu şekilde bir kibir ile gerçekten bu gerçekliği HAKETTIKLERINI düşünüyorlar mi ? Veya bunun altından kalkabileceklerini ?
      Enki burda ZATEN ÖNÜNDE OLUPTA GORMEDIGIN şeyleri söylüyor. Ya gerçekten GERÇEK bilgilere sahip olursan bunlarla baş edebilecek misin ? Bu soruyu hiç sorduk mu ?
      Master enkiden de buna bir cevap bekliyorum

      Sil
    2. Evet, gerçeği öğrenmek ve ona uyum sağlayabilmek herkesin sahip olduğu bir yeti değil!!!! Bir cümle ve resimle o ana kadar doğru bildiğin bir şeyin, hemde yaşamında temel nitelikli değere sahip olan bir şeyin iç yüzünü öğrenmen bir anda Jenga kulesi gibi yıkılmana sebep olabilir.... örneklerinide gördüm. Kendine gelemeyenler, sönüp kalanlar, ışığını kaybedenler, artık hiçbirşeyi önemseyemeyenler.... Sonrasındada aklına takılacak soru ise "bunu bilmem gereklimiydi" olur. Çünkü öğrenmek isteyen yani pandoranın kutusunu açmak isteyen ve sonrasındada "keşke açmasaydım" diyen aynı kişi. Ancak bizler, yani aklı ile ilerleyenlerin başka bir seçim şansı yok. Nasıl olursa olsun, o kutunun önünüzde durmasının tek nedeni onu açacak olmanız ve bu nedenlede kozmik yetişkinliğe ulaşma yolunda acı çekmenizin şart olduğudur.

      Bilgi her ne kadar yıkıcı bir özelliğede sahip olsa, ardından size sunacağı şey dayanıklılık ve kendini koruyabilme yetisini güçlendirmek olur. Bu nedenle "gerçek" bilginin değeri paha biçilemezdir. Eğer gerçeklerden korkup onlarla başa çıkamayacağına "inanıyorsan" bunu zaten başaramayacaksındır.

      Bir bilgi örneği vereyim. Yıllar önce telekomünikasyon dalında bir deneme yapıyorduk. İzafiyet teorisine bağlı olarak bir nevi solucan deliği üzerinden evrenin herhangi bir yerinden o andaki iletişimi kurmayı amaçlıyorduk. Yani isterseniz 1 milyar ışık yılı ötede olun, sanki yan odadan arıyormuş gibi oluyordunuz. Bu deneme sırasında bir yayın yakaladık. Sinyalin geldiği yeri hesapladık ve nokta o anki astronomik bilgilerin ve verilerin bize öğrettiği şekilde Uranüsün birkaç yüz bin km yanında çıktı, yani uzay boşluğunda. Hemen "acaba bir uzay gemisimi" diye düşündük ancak sinyalin şekli uzaydan değil yüzeydendi. Bu keşif bize o an şunu göstermişti: ya zannetiğimizden daha büyük bir gezegende yaşıyorduk yada evren düz bir zeminden ibaretti. Farklı yönlerde 8 ayrı noktaya eko (echo) testi yaptık... Sonuç: evren düz bir yüzeyden ibaretti ve gezegen zannetiğimiz şeyler bu yüzeyden kopuk olarak gezen küreler değillerdi. Şimdi bir düşünün 20li yaşlardasınız, evren diye size bir masal anlatmışlar, resimler ve videolar göstermişler ve sizde hepsine başka bir alternatif olmadığından inanmış ve hayatınızı bu prensiplere göre düzenlemişsiniz. Ancak bir gün kendiniz bu prensipler kalesini yıkıyorsunuz ve tüm bildiğinizi zannettiklerinizi bir gecede çöpe atıp sıfırdan başlıyorsunuz. Kolay mı? Tabiki değil! Acıtıyormu? Hemde nasıl!!! Fakat bu testler sırasında ilk sinyalin verdiği "hatalı" konumdan dolayı zaten farklı birşey bulacağımı içgüdüm bana söylüyordu ve bende bu yüzden devam ettim..... çünkü bu gerçekleşmesi gereken şeydi ve öylede oldu.

      Buradaki fark ne için gerçeği öğrenmek istediğiniz!! Eğer infotainment (eğlence amaçlı) maksatlı olarak bu gerçekleri okuyorsanız, aslında sadece kendinize zarar vereceksiniz demektir, çünkü bir hedefe sahip değilsiniz. Önceki yazılarımdan hatırlarsanız her aklını kullanan elitin bir hedefe sahip olması gerektiğini belirtmiştim.... eğer hedefiniz yoksa, edindiğiniz gerçekler sizi hedef alacaktır! Ya nehrin akıntısıyla hareket edersiniz yada akıntıya karşı durup sizi yavaş yavaş yok etmesini beklersiniz.... bu sadece bir seçim meselesi.

      Sil
    3. Merhaba Enki, anlattığın bu deneyi herkes benim gibi hayretle okumuştur diye düşünüyorum çünkü bildiğin gibi internetin herkese açık kısmında böyle şeylere yer yok. Neyse burda sormak istediğim bir şey var. Uranüsün bize söylenen uydularının Uranüse uzaklıkları 50.000 km ile 20.000.000 arasında değişiyor. Yani yakaladığınız sinyalin bu uydulardan birinden gelme ihtimalini sana eleten neydi? Yani belki bu uydularda ya da bizden gizlenen Uranüse yakın bir gezegende yaşayanlar vardır ve sinyali yakaladığınız nokta burasıdır? Ancak sen bu ihtimalleri direk eleyip üstünde durmadığına göre başka bir şey bildiğini düşünüyorum. Eğer başka bir yazında söylediğin gibi bu bilgiyi bizimle paylaşmana izin yoksa anlarım.

      Sil
    4. Bilim dini yazısından hatırlarsan bahsettiğin rakamların uydurma olduğunu izah ettim. Ancak merakını gidermek için şunu söyleyebilirim: o koordinata teleskop ile farklı spektrumlarla kendim baktım. Boşuna bakacağımı bilmeme rağmen yaptım bunu. Çünkü dediğim gibi sinyalin şekli oradan olmasını imkansız kılıyordu. Ancak emin olmak için yinede kontrol etmek gerekti.

      Mesafe konusundada dikkat edersen "o anki astronomik bilgiler" dedim, yani AB (AU) formülüne göre. Şimdi önceki bilim dini yazıma göre o mesafenin gerçek rakamını bulmayı dene. Evren, uzay, yıldızlar, gezegenler yada uydular senin inandığın yada zannetiğin şeyler değiller. Bundan dolayı ne yazdığımı anlamakta zorluk çekmeni normal karşılıyorum.

      Sil
    5. Sabırlı davrandığın için gerçekten teşekkür ederim. Anlamakta zorluk çektiğim konusunda kesinlikle haklısın çünkü aklımdaki karanlık, yıldızlarla ve gezegenlerle dolu çorba gibi evren fikrini reddetmek çok zor geliyor. Senin düşündüğün gibi sonsuz bir yeryüzü-evren fikrini hayal edince yeni yeni sorular aklıma geliyor. Eğer evren bu yüzeyden ibaretse atmosferin(eğer böyle bir şeyin varlığı da yalan değilse) dışında ne var? Gezegen ve yıldız diye çok uzakta olduğunu sandığımız şeyler atmosferin içindeki birer projeksiyon ya da benzeri şeyler mi? (ISS nin projeksiyon olduğunu söylemiştin) Ve en çok merak ettiğim ise bu sonsuz yeryüzü-evrenin alt tarafında(tersinde) ne olabilir?

      Sil
    6. Enki, yazmakta tereddüt ettiğim bir teori var. Teorinin bana ait olduğunu sanmıyorum, internette derin bir araştırma yapmadım ama illa ki düşünen birileri olmuştur. Doctor Who dizisinin bir bölümünü izledikten sonra kafama takılan ve olsaydı ne korkutucu olurdu diye düşündüğüm bir fikirdi. Sonradan sen de sonsuz yeryüzünden bahsedince yazmaya karar verdim. Bahsettiğim bölümde ana karakterler devasa bir uzay gemisine gidiyorlardı. Devasa derken gezegenlerden daha büyüktü sanırım ve geminin katları vardı. Her kat ayrı bir şehir kadar büyüktü. Şehirlerin gökyüzünde bulundukları katın numarasını yazan metal bir tabaka vardı. Yani mavi bir gökyüzü var fakat arkasında belli belirsiz siyahımsı bir metal tabaka üzerinde beyaz bir numara var. 10. Sezonun son iki bölümü bakmak isteyen olursa.
      Şimdi düşüncem şöyle: Evren senin dediğin gibi dümdüz bir yeryüzünden ibaret daha doğrusu sonsuz bir buzul fakat bu buzulun belirli bölgelerinde erimiş daireler var ve bu dairelerin içinde de tıpkı bizim kıtalarımız gibi başka kıtalar var(uzaylı dediklerimiz de bizim gibi bu bölgelerde yaşıyorlar), bunu tombala oyunundaki çıkmış sayıların konulduğu bölüme benzetiyorum. Şu linkteki gibi (http://im.haberturk.com/galeri/2012/08/11/415800/9681f56a1c63ba1ea3e51590111f3c63_k.jpg). Sanırım senin teorin aşağı yukarı böyleydi. Şimdi bunu doctor who nun bahsettiğim bölümündeki gemi fikriyle birleştirirsek, acaba her bir kat sonsuz yüzeyden oluşan bir evren olabilir mi? Yani herbiri üstüste yerleştirilmiş sonsuz sayıda sonsuz yeryüzü-evrenler yığını. Böylece gördüğümüz gökyüzü bir üstteki evrenin altı oluyor ve bir önceki postta sorduğum evrenimizin altında ne var sorusu da böylece yanıt bulmuş oluyor. Tabi ki gezegen ve yıldız sandığımız şeylerin ne olduğu konusunda hala bir fikrim yok. Ayrıca bahsettiğim uzay gemisinin(dik bir puro gibi birşeydi) en alt kısmı karadeliğin dibinde olduğu için her katta zaman farklı akıyordu yani yukarılara çıkıldıkça zaman hızlanıyordu. Bu da bana erich von danikenin hangisi olduğunu hatırlamadığım bir kitabında geçen bir oalyı hatırlattı. Efsanelerin birinde antik zamanlarda gelmiş olan bir tanrı insanlara 'sizin için 1000 yıl olarak geçen süre bizim için 1 an gibidir' diyordu. Neyse anlatmaya çalıştığımı anladığını sanıyorum. Senin bu konudaki görüşlerini merak ediyorum.

      Sil
    7. "Böylece gördüğümüz gökyüzü bir üstteki evrenin altı oluyor ve bir önceki postta sorduğum evrenimizin altında ne var sorusu da böylece yanıt bulmuş oluyor."
      Buna ne evet nede hayır diyebilirim, çünkü her türlü cevapta bir miktar doğruluk payı mevcut. Ayrıca asla gözlemleyemeyeceğimiz bir teori olduğu için şimdilik en yakın izahı bu denebilir.

      Sil
  4. "Ancak bizler, yani aklı ile ilerleyenlerin başka bir seçim şansı yok. Nasıl olursa olsun, o kutunun önünüzde durmasının tek nedeni onu açacak olmanız ve bu nedenlede kozmik yetişkinliğe ulaşma yolunda acı çekmenizin şart olduğudur" Bu güzel açıklama için teşekkürler enki.

    Öğrenmenin tek yolu çevremizi gözlemlemek ve deneyimlemek, bu yol birçok başarısız deneme ve acıdan ibaret olacak fakat acı çekmeden nasıl gerçeklerle yüzleşeceğiz yada öğrendiğimiz gerçekleri hazmedebileceğiz. İçgüdülerimiz veya binlerce geçmiş kodlanmış deneyimlerimiz bizi bir noktaya götürecek fakat gerçeklerden korkarak içimizden gelen sesi dinlemeyecekmiyiz. Kimin ne dediği veya ne anlattığı önemli değil bence asıl soru kendimiz. Bilgi korur ve güçlendirir fakat gerçek bilgi birçok acı ve zor deneyimle elde edilir. Sonuç olarak evrenin sonsuzluğunda birer öğrencileriz. Hedefimizi belirleyip yolumuzu kendimiz çizeceğiz. Öyle veya böyle bunu öğrenene kadar sonsuz bir döngü tekrarı yaşasakta.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çevrene bak.... HERŞEY hareket halinde. Gözlemlenemeyecek kadar yavaş yada hızlıda olsalar, herşey hareket ediyor. Var oluştan başka bir alternatif yok. Yokluk, hiçlik yada boşluk diye birşey yok ve aslada olmadı ve olmayacak. Uzaya baktığında optik ilüzyondan kaynaklanan yıldızların arasında boşluk var hissi sizi yanıltıyor..... Evren herşey ile dopdolu.... sadece size ne ile dolu olduğunu görme eğitimini vermediler. Kara madde yada kara enerji zırvaları ile kandırmaya devam ediyorlar ve bilinmezler korkusu ile koyunları uzayın keşfi saçmalığını destekleyen CGI bellgesellerle uyutuyorlar. Uzay bir vakum değil, hele savundukları gibi içi %99 boş hiç değil.

      Sil
    2. Kesinlikle katılıyorum çevremiz sürekli hareket halinde. Herşey hareket ediyor. Yok olma diye birşey yok sadece sürekli bir şekil değiştirme var.

      Sil
  5. Aslında uzay araştırmaları internetin çok büyük bir kısmını kaplıyor. Bu sayede elektronik ve tarihsel gelişmeler saklanabiliyor. Düz dünya vidoloarını izlerken bu durum aklıma gelmişti.

    YanıtlaSil
  6. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  7. Enki bu yazıda bir şey dikkatimi çekti. Tarihlerin yazımındaki "i" ile kelimelerdeki i harfi birbirinden farklı. 2. kuzey savaşı resmindeki "i658 ve i4" ile "adi ve di Decembre" yazılarındaki i'lerin yazımı değişik. Aynı şekilde August Ludwig Schlözer in resmindeki "5 Juli i735" yazısına dikkat edersen oradaki "i" ler de birbirinden değişik. Yani belli ki eskiden "1" sayısı yerine "i" harfine benzeyen bir sembol kullanıyorlarmış ama bu sembol i harfi değil. Bunu gözden kaçırdığını düşünüyorum. Fakat geçmişte, yani baya uzak geçmişte şu ankinden daha ileri bir teknolojinin var olduğu konusunda seninle aynı fikirdeyim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. jesus veya iesus yazdığındada "j" ve "i" harfleri içinde aynı şeyi düşünmelisin! Yukarıda yazdığım şeyin ne olduğunu iyi biliyorum ve o yüzdende bunu yayınlıyorum.

      Sil
    2. Evet, zaten yabancıların neden türkçe isa adının baş harfini kullandıklarını merak etmiştim. Sen iesus dan bahsediyormuşsun. Bu şekilde yazıldığını bilmiyordum şimdi mantıklı gelmeye başladı teşekkürler.

      Sil
  8. Selam ENKI, Fomenko kronolojisinin doğruluk oranını soracaktım, "http://chronologia.org" adlı siteleride mevcut.

    YanıtlaSil
  9. Enki hangi tarifteyiz yazındaki yıllarla ilgili hesaplama yapınca genişletilmiş 541 ki yılların aslında mö yıllarına ulaştığını gördüm. Veba salgını denilen şey mö mi germekleşti. Yoksa hesaplamam çok mu yüzeysel.

    YanıtlaSil