Merhaba sevgili moronolabotomiler,
Uzay ne ilginç bir ortam değil mi? Yıldızlar, galaksiler, pulsarlar, kara delikler, proton yıldızları, gezegenler, kuyruklu yıldızlar, meteorlar, asteroidler, uzay gemileri, beyin devrelerini yakan fenomenler, züper novalar, abuk subuk uzaylı canlılar, ufo lar, yıldız savaşları, uzay üsleri, uydular, solucan delikleri, über teknolojiler ve ışık hızının hüküm sürdüğü zaman ve mekan kavramının alt üst olduğu muazzam bir ortam. Okulda iken evrimmi yoksa yaratılışmı diye tartışırken arada çaktırmadan uzay, dünyanın şekli, güneş sistemi, güneşin ebadı ve bize olan uzaklığı gibi şeyleri farkında olmadan zihinlerimize yükledik ve bunları filmler, diziler, kitaplar, romanlar ve diğer yayınlarda takip ederek kendimize bir evren yaratmış olduk! Tek fark bu evren fikrinin bize ait olmaması. Bu fikir başkalarına ait - bize değil.
Joseph Göbbels:Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur. Halk büyük yalanlara, küçük yalanlara göre daha çabuk inanır.Güneş sistemi ile ilgili fantastik hikayelerin başlangıcı 20. yüzyılın başlarına denk gelir. Yıldızlar arası seyahatler, yeni medeniyetlerle tanışmalar, medeniyetler arası savaşlar, asimilasyondan kurtulma çabaları ve teknolojik zıplamanın halka sunulduğu zamanlarda tüm bu yeni şeyler halklar için sihirli birer masal gibiydi..... ta ki bu fikirler sinemaya görsel olarak uyarlanana kadar halk henüz konunun ne olduğunu henüz anlayabiliyor değildi. Görsel programlamanın başlaması ile koyunların hipnotize edilerek realiteden koparılmaları çok daha kolaylaşmıştı. Artık detaylı anlatımlarla yazılan 500 sayfalık bir romanı 5 dakikalık film karesine sığdırmak ve bunu aynı anda milyonların beynine aşılamak mümkündü. Sinema sektörü ile ortaya yeni bir sektör daha çıkmıştı..... özel efektler (SFX). Özel efektlerin koyunlara sunduğu yegane şey şudur: sihir! Ünlü sihirbazların yetenekleri ve şovlarında kullandıkları aldatmalar sinema endüstrisine katkıda bulunarak film çekimlerinin optik yanılgılar vasıtasıyla çekilmesine ve görünenin doğa üstü bir etki yaratmasına yardımcı olmuştur. Optik efektlerin gelişimi ile görsel şovlar sinemadan tv ekranlarına taşınmış ve tüm bu evrensel zamazingo fikri bir anda tüm dünyaya aşılanmıştır. Koyunlar filmlerdeki uzaylıların istilası alegorisi ile aslında ülkeler arası savaşların kabulüne telkin edilirler.... fakat bu bugünkü konumuz değil.
İlk olarak 1961 de ilk insan uzaya çıktı ve tüm dünya bunu tv ve radyodan dinledi. Ardından bu uzay endüstrisine yeni adım atacak olan ABD 1969 da ilk insanı Ay'a indirdi. Aynı şekilde bu haberde tüm dünyada senzasyonel bir yankı uyandırdı. Uzaya çıkılmış, ardından uzayın bariyerleri aşılarak Ay'a bayrak bile dikilmişti..... sıra ne vardı peki? Tabiki diğer gezegenlerin keşfi ve kolonizasyonu. Ruslar bir sondayı Venüse yolladılar ve yaşama uygunsuz şartların etkisiyle sonda kısa sürede paramparça oldu - dediler.
Ardından ABD Mars gezegenine bir sonda yollayıp gezegenin fotoğraflarını çekmeye başladı. Bunu rusyada takip etti. Amansız bir rekabet başlamıştı.... kim önce marsa gidip orayı fethedecekti? Bu arada Mars ile ilgili filmler sinemaya yansıtılmaya başlandı. Ünlü aktörler bu "kızıl" gezegende yaşam mücadelesi verirken ekrana yansıdılar. Ardından marsılıların istilası, marsın kolonizasyonu ve marsın mistik yanları üzerine diziler ve filmler çekildi. Bu mars furyasını takiben uzay kahramanları, galaksinin koruyucuları ve paralel evrenlerin efendileri hakkındada birçok film, dizi ve kitap yayınlandı. Dışarıda yani uzayda keşfedilmeyi bekleyen devasa bir potansiyel vardı sanki.... ve öylede lanse edildi.
Peki uzaylılar nerede? Hani 20 senedir "açıklanacak" diye sallayıp duruyorlar. Arada bir askeriyenin çektiği birkaç ufo görüntüsünü yayınlayıp koyunları heyecandan deli ediyorlar. Yine psy-ops elemanlarının kaçırıp hafıza yüklemesi yaptıkları kişiler uzaylıların onları nasıl kaçırıp üzerlerinde denemeler yaptıklarını anlatıp heyecan ve panik yaratıyorlar. Devletin gizli bölümlerinden bilgi çaldığını iddia edenler yada çok gizli projelerde çalışanların anlattıkları tüm bu uzaylı furyasını sürekli canlı tutuyor. Fakat ne yazıkki hepsi sadece birer aldatmacadan ibaret. Dikkat edin..... sadece seyrediyor, okuyor yada dinliyor ve inanmak için kendinizi kandırıyorsunuz, çünkü öyle şeylerki bunlar mutlaka gerçek olmalılar...... değil mi? O kadar çok mistik zırva ile bombardımana tutuluyorsunuz ki, neyin gerçek ve neyin sahte olduğunu ayırt etmeyi bırakın, artık gerçeğin bile sahte olduğuna inanmaya başlıyorsunuz. Buna kısaca TMI (Too Much Information) saldırısı deniyor. Yani zihinleriniz aşırı bilgiye maaruz kalarak karar verme yetinizi kaybediyorsunuz. Karar veremediğiniz zamanda birinin çıkıp sizin adınıza bunu yapmasını beklemeye başlıyorsunuz. Artık hepiniz zihinsel bekleme modundasınız..... sizin için yeni birsey yok artık.... herşey eskinin tekrarından ibaret. Aynı dizileri, filmleri, kitapları, app ları yada oyunları yenilenmiş halleri ile kullanıyorsunuz yada izliyorsunuz. Aynı haberleri, aynı olayları, aynı bayramları, aynı kutlamaları ve aynı işleri yaparak sadece bekletiliyorsunuz..... bekliyorsunuz ve bekliyorsunuz..... sonra bir haber çıkıyor ve size "az sonra" diyor..... ardından bir yazı beliriyor ve "birazdan" diyor....... ve yine bekliyorsunuz. Hepiniz zihinsel komadasınız ve halen bunu fark edebiliyor değilsiniz.
Eğer koyunlara kendi kendilerine labotomi yapmanın yararlarını aşılarsanız - güç kullanmanıza gerek kalmayacaktır.
Şimdi ise adrenalin dozu zamanı! Bunları yazarken önceki yazılarımda belirttiğim dünyanın şekli ile ilgili yeterince araştırma yapmış olduğunuzu ve buna bağlı olarak yazdıklarımı kavrayacak kıvama geldiğinizi düşünüyorum.
Naziler zamanında uzaya bir V-2 roketi fırlatıldı. Bu roket, üzerinde birçok ölçüm cihazı ile fırlatıldı ve amacı yukarıda ne olduğuna ve nasıl işlediğine dair bilgi toplamaktı. Naziler savaşı kazanma peşinde değillerdi. Naziler buradan kurtulmanın peşinde idiler! Bunun için füze denemeleri adı altında ölçümler ve gözlemler yapmakta idiler. Hiç o internette yayınlanan binlerce nazi koyunsal okült bilimlerinin ardında yatan şeyin abuk subuk spiritüel yada sihirsel zırvalar değilde başka birşey olabileceği aklınıza gelmedimi? Neden kara güneş sembolünü benimsemişlerdi?
Nedir bu kara güneş sembolü? Neden kara güneş? Parlayan güneşimiz beyaz ve beyazda bizlere doktrine edildiği gibi iyiliği, saflığı ve pozitifliği falan temsil ediyorsa, bunun tam terside negatif şeyler olmalı değil mi? Kötülük, hainlik, puştluk, hırsızlık, adaletsizlik yada nefret gibi şeyler...... HAYIR DEĞİL!
Nazi bilim adamları antik astronomik bilgilere dayalı olarak yaptıkları tüm atmosferik araştırmaları sonucunda şunu keşfettiler: atmosfer dışında var olan tek şey karanlık. güneş yok, ay yok, yıldızlar yok, gezegenler yok. Atmosfer dışında ışık yok. Güneşin kendisi atmosferimizdeki yansımasından ibaret ve güneşin kendisini görmek imkansız. Uzayda ışığı görebilmemizin tek yolu, onun bir şeyden yansımasıyla mümkün. Işık görünmez bir fenomen ve biz onu sadece atmosfer altında iken görebiliyoruz, çünkü ışık atmosfer katmanında kırılarak göze görünür oluyor. Ay aynı şekilde atmosferin dışında görünmüyor, onu sadece atmosferin altında iken görebiliyoruz. Yukarıya çıktığınızda tek görebildiğiniz şey ucunu, ufkunun sonunu yada köşesini göremediğiniz mavimsi şekilde parlayan bir üst tabakası olan sonsuz bir kara yüzeyi, başka görünen hiçbir şey yok. Göze görünen herşey sadece buradan bakıldığında var.
Bu bilgiye bağlı olarak uzayda yıldızlar arası seyahat gibi bir fantezinin imkansızlığı anlaşıldı. Bu düz evrende seyahat sadece tek yönde mümkündü yukarı/aşağı yada ileri/geri - aslında her ikiside aynı şey. Dışarıda üzerine iniş yapılabilecek bir gezegen yada uydu görünmüyor. Onları sadece burada görebiliyoruz, dışarıda iken göremiyoruz. Bunun ne anlama geldiğini idrak edebiliyormusunuz!? Atmosfer dışında iken hiçbir şekilde yön bulmazsınız demek. Yani uzay seyahati diye bir şey söz konusu dahi değil. Sadece yüzeyde hareket edip yön bulabilirsiniz, bunuda ancak atmosferin altında yıldızları kullanarak yapabilirsiniz.
Nazilerin anladığı şekilde yukarıda görünmeyen karanlık cisimler mevcut ve bizler bunların atmosferdeki yansımalarını görmekteyiz. Kadimlerin bahsettiği Rahu ve Ketu gibi görünmeyen cisimler atmosfer dahilinde etki ediyorlar ve biz onları sadece yansımaları vasıtası ile izleyebiliyoruz, ancak asla nerede olduklarını tespit edemiyoruz. Kara güneş yüzeyde elde ettiğimiz ışığın ana kaynağı ve onun görünmez ışığı atmosferde kırılarak görünür oluyor, ancak bir farkla - bu ışık bir yansıma olduğu için etkiside ters oluyor. Kara güneş yani karanlık ışık hayat veren iken onun yansıması olan beyaz ışık hayat alan oluyor. Bu yüzden burada doğan herkes ve herşey ölüyor!!! Kara güneş ise ölümsüzlüğün ışığını temsil ediyor. Kaynağın kendisini. Asırlarca aranan ölümsüzlük şerbeti, ölümsüzlük pınarı yada ölümsüzlük iksirinin ana kaynağı olan şey: ANTİ-IŞIK yada ANTİ-YAŞAM! Işık, zamanı ve mekanı yaratan yegane unsur olduğu için, bunun olmaması zaman ve mekanın olmaması, akabindede sonsuzluğu barındırıyor. Buna gölge boyutu deniyor. Şimdi size bir örnek vereyim. Aşağıda ay tutulması sırasında çekilmiş orjinal bir resim ve bunun photoshopta kontrastları yükseltilmiş örneklerine bakıyorsunuz.
Bu ay döngüsü fotoğraflarını internette birçok sitede bulabilirsiniz. CGI olmayanlarda daima aynı sonucu elde edeceksinizdir. Gözünüze yukarıdan görünen herşey sadece bir yansıma!
Güneşe baktığınız zaman gördüğünüz şeyi size hiçbir cihaz birebir görüntüleyemez! 1 saniyeliğinede olsa güneşe bakmayı deneyin. İç çevresinde parlamalar fark edeceksiniz. Bunun nedeni görmekte olduğunuz şeyin size söylendiği gibi 146.000.000 km uzakta duran bir cismin, yıldızın yada ona ne isim verirseniz verin doğrudan görüntüsü değil, sadece atmosfer tabakasındaki bir yansımasından ibaret. Bu yansımadan dolayı güneş tam bir küre şeklinde ve iç kısmıda ışıldak gibi parlaklıklar saçıyor. Ne diyeceğinizi biliyorum.... ama Enki astronomlar güneşin resimlerini zaten çekiyorlar, hatta üzerindeki lekeleri bile bu resimlerde görebiliyoruz. Evet tüm o görüntüler yine aynı yansımanın x-ray, gamma, infrared, uv gibi filtreleri ile çekilmiş olan görüntüler ve hepsi ışığın geldiği cismin kendisini değil, sadece yansımasını görütüleyebiliyor.
Ya peki SOHO uydularına ne olacak Enki? Eğer boşa harcayacak zamanınız varsa bu uyduların yerlerini gösteren sitelerden çekim açılarını inceleyin ve bu açılardan hangi gök cisimlerinin görünmesi gerektiğini yine diğer astronomi sitelerinden takip edip eş zamanlı karşılaştırın. Sonunda anlayacaksınızki güneşi takip eden şeyler uydular değil dünyadaki teleskoplar! Işık, kaynak ile yansıdığı yüzey arasında görünmezdir. Bunu basitçe kalem lazerlerde görebiliyorsunuz. Kaynak ile lazerin çarptığı yüzey arasında bir ışık ışını görmüyorsunuz.
NASA diyorki.... güneşe bir sonda gönderip yüzeyine dokunacaklarmış. Bunuda resimde görmekte olduğunuz bu sikindirik hurda ile başaracaklarmış. Peki.... hayallerinizi param parça etmeden önce şunu bir düşünün.... bu sonda uzaya fırlatılacak ve onca uzay çöpünün arasından yaklaşık 1800 derecelik termosfer katmanını erimeden geçip maaruz kalacağı çürütücü radyasyondan sağ salim ekzosfere ulaştıktan sonra güneşin ışığına doğru hareket edecek..... gidecek ve gidecek.... her gün NASA ha ulaştık ha ulaşacağız diye CGI görüntüler yayınlayacak ve bir gün bilgisayar ekranlarına datalar yağmaya başlayacak.... diyeceklerki "artık güneşin nasıl işlediğini daha iyi anlamaya başlıyoruz"..... ancak aslında bu sondada diğerleri gibi bir hurdadan ibaret olacak.
Ay'a iniş.... "Benim için küçük ancak insanlık için büyük bir adım" dediği söylendi ama bu bile yalandı. Kimse asla Ay'a gitmedi ve gidemedide. Aslında 1957 de denediler, fakat ilk astronot ekibi atmosferi terk ettiklerinde Houston'a şu mesajı geçtiler:
Astronot: Houston, görüş temiz değilÜlkeler bir bir Ay'a sonda göndermeye başladılar. Bazıları ise sadece gönderdiğini iddia etti. Gönderilen sondalar verilen koordinatların resimlerini çekip gönderdiler. Gelen ilk resimler sadece siyahtı. sondanın bozuk olduğuna kanaat getirildi ve bir tane daha yollandı. Yine gelen resimler sadece siyahtı. Bu serüven 4. sondanın gönderdiği bir fotoğrafla sona erdi.... sonda Ay'ın olması gereken yerinin resmini (ön panelden) ve geldiği rotanın resmini (arka panelden) gönderdi. Bir siyah ve birde bulutumsu bir gri yüzey resmi geldi. Siyah resim Ay'ınki, bulutumsu gri yüzey ise dünyanın kendi atmosferinin resmi idi. Bu tasdik ile sondalarda bir sorun olmadığı anlaşıldı. Ortada bir sorunda yoktu aslında, sadece yanılgının farkına varıldı. Kadimler haklıydı! Evren zannedildiğinden dahada garip bir yerdi.
Houston: Tekrar et
Astronot: Houston görüş temiz değil
Houston: 2dk53sn sessizlik
Houston: Anlaşıldı
Astronot: Hou................. sinyal kayboldu (kapsül imha edildi)
Bu korkunç gerçeğin ortaya çıkması ve akabinde tüm sistemin sarsılmaması için yalanın devam ettirilmesi gerekiyordu. Çünkü asırlardır doktrine edilmiş bu yalan o kadar büyüktüki, onun ifşa olması ile tüm sınırların çökmesi, tüm ekonomik sistemlerin çökmesi, tüm hükümetlerin çökmesi sadece an meselesi olurdu. Kontrol dışı bir kaos yaşanmaması için bu gerçeğin gizlenmesi konusunda anlaşmalar yapıldı.
Hepsi aynı sembolü kullanan tek bir organizasyonun çeşitli ülkelerdeki uzantıları.
Ama Enki sondaların çektiği binlerce resim mevcut, bunca astronomu ve uzmanı nasıl kandırmış olabilirler?.... Binlerce resim dedikleriniz dünyadaki teleskopların çektiği resimlerin stüdyolarda oynanmış ve değiştirilmiş hallerinden başka birşey değil. Kimse uzayda doğrudan bulunup fotoğraf çekmeyi denemediği için hiçbir astronom yada uzman aradaki farkı anlayamaz. Teleskopların çektiği net resimlerden oluşan karelerin eskitilmesi (necrofilmotografi) ile Apollo mekiğinin Ayın yüzeyine yaklaşma anı sanki gerçek gibi idi. Sanki resmen Ayın tepesinde dolaşıyorlardı ve sonrada bir anlık kamera değişimi ile bir sonraki karede stüdyoda Ayın yüzeyine iniş yaptılar. Bu tarihi anı tüm Amerika ve dünya izlesin diye ABD de o gün tüm kamu personeline tatil verildi ve herkes ekran başında bu muazzam anı seyretti. Eğer tüm bu operasyon %100 başarı sağlayacak bir organizasyonla yapılmasaydı ve şansa bırakılmış bir deneme olsaydı hükümet bunca koyunu ekran başına toplamazdı!
Peki ya uydular..... yukarıdaki bunca uyduya ve onlarsız işleyemeyecek olan iletişim ağına ne diyeceğiz?! Google bile uydularla yüzeyi tarayıp haritaları güncellemiyormu? Ya uydu takip sitelerinde bulunan yüzlerce canlı uydu takibine ne demeli???? Peki yukarıda 30.000km ve ötesinde bulunan bunca uydudan bir tanesi dahimi dünyanın resmini çekmez yada çekemez? Yüzlercesi var yukarıda ve halen bir tane resim çekmelerini bekliyoruz. Eğer dünya küre ise ve çapıda 12.740km ise, bu uyduların o yükseklikte dünyayı tek seferde merceğe alabilimeleri gerekmezmi? TV yayını o uydudan yapılıyor ama bir tane bile TV uydusu canlı yayında dünyayı o mesafeden gösteremiyormu? Nesiniz siz salak mı? Emebsil sürüsü mü? Yoksa Uzayın karanlığından korkan birer moron mu? Önce şu iki örnek videoyu seyredin....
İlk videoda bir spikerin neler olduğunu anlattığı bir CGI şovu seyrediyorsunuz. Sonundada herkes hurrraaaa deyip el sıkışıyor ve işlem sona eriyor. Yine mutlu sona varıldı - herkes mutluydu ve koyunlarda bu sevinci onlarla paylaşıp ayakta alkışladı. İkinci videoda ise uydu atmosferden aşağı doğru salınıyor ve arka plandaki dünyada ne hikmetse tamamen buz yada bulutla kaplı gibi görünüyor. Peki burada aklınıza neyin takılması gerekiyor? Uyduların yörüngelerine nasıl oturtuldukları değil mi? Tüm bu videolarda tek gösterilen şey sadece roketin fırlatılışı ve yaklaşık 100-150 km yükseklikte kargosunu nasıl boşluğa (dünyaya doğru - uzaya değil) saldığı. Kargoyu aslında suyun dibine doğru bırakıyor ve arka plandada dünyaya benzer bir atmosfer ekleniyor - sizde bunu afiyetle yiyiyorsunuz. Aslında bunu oradaki kontrol panellerinde oturanlarda yiyiyor, çünkü operasyonel takım ile teknik takım aynı değil. Hintliler tek rokete 32 uydu sokup sarıyer dolmuşu gibi her uyduyu müsait bir yerde bırakıyor (aslında bodoslama atıyorlar boşluğa). Bunada uydu dolmuşu deniyor ve daha ucuz oluyor. Taksi roketin maliyetini 32 ye bölünce farkı anlarsınız.
Bu uyduların yörüngeleri 20.000-35.000km yükseklikte. Yani daha yörüngeye yerleşebilmeleri için bırakıldıkları yerden o noktaya doğru itilmeleri gerekiyor. Fakat bu uydulara itici değil sadece yan dengeleyiciler yerleştiriliyor. Bu dengeleyiciler sayesinde yörüngelerindeki kaymaları dengeleyip yerlerini koruyabiliyorlar. Bu dengeleyici ünitelerdeki yakıt ise bu uydulara 8-15 sene civarı (ebada orantılı) yetiyor deniyor..... Peki bu uydular 100-150km yukarıdaki ilk bırakıldıkları yerden, tüm o uzay çöpünü es geçip şans eseri mikro meteorlar tarafından kevgire çevrilmeden nasıl pozisyonlarını buluyorlar? Dünya saatte 1600km/s ile dönerken, bu uydunun o çöplükten geçmesi ile 400 devirle çalışan bir çamaşır makinesine atılmış madeni paranın diğer madeni paralara dokunmadan ve ıslanmadan kuru bir şekilde dışarı çıkması neredeyse aynı şey, yani imkansız!! Yüzeyden 30.000km yukarıya yada ötesine uydu gönderebilecek ne bir teknoloji, ne bir imkan nede ihtiyaç mevcut. Tüm uydu ihtiyaçları yıllardır balonlarla karşılanıyor. Balonlar hava akımı sayesinde dünyanın tepesinde dönüyorlar ve herhangi bir yakıt ihtiyaçlarıda yok. Roket endüstrisine göre oldukça ucuzlar ve imha edilmeleride bir o kadar kolay.
3 tona kadar ağırlık kaldırabilen balonlar.
Yukarıda uydu yok derken bahsettiğim şey roketlerle atmosfer dışına herhangi bir uydu yollanmadığıdır. Bunu balonlar ve yer istasyonları ile daha etkili ve hızlı bir şekilde sağlıyorken ne diye bu uzay zırvasına bu kadar para harcanıyor peki? Milyarlarca dolar sermayeli devasa bir endüstri ne diye bunca zahmete katlanıyor? Ne diye sahte uydular, sahte uzay istasyonları, sahte yerçekimsiz ortam çekimleri, sahte astronotlar ve sahte gezegen seyahatleri kurguluyorlar? Birinci sebep zihinsel olarak hapsedilmeniz, ikincisi ise sistemdeki fazla paranın yok edilmesi. Oldukça kısa iki sebep fakat esas açılımı günler alacak bir konu. Türkiyenin 4A/4B uyduları ne yapıyor peki?
Turksat 4A Somalinin tepesinde tur atıyor. Hemde yaklaşık 35.000km yükseklikte! Hemde 1600km/s hızda dönen dünyanın 35.000km yukarısında. Bu o uydunun dünyadan dünyanın 2 çapı (1 çap 12.740km) kadar uzakta iken katetmesi gereken mesafeyi ve hızı en az 2 katı arttıracağı için, hem kontrolü imkansız bir yörünge takip ediyor olacak hemde minik bir eksende dönecek..... oldukça mantıklı değil mi? Tabiki bizim teknisyenlerde ekran başında oturmuş, durmadan bu uyduyu yörüngesinde sabitlemeye çabalıyor olacaklar. Herkes sadece ekranlardaki sinyallere ve beliren verilere bakarak tuşlara basıyor, ancak kimse aslında neyi kumanda ettiğini görmüyor bile!
Yeni Turksat 4B uydusuda Somali açıklarında kendi halinde dönüp duruyor. Öylece tek başına bırakılmış ve yapayalnız..... Nasıl oluyorda bu uydular sürekli hareket halinde iken, sizin kullandığınız çanak antenler tam olarak belirli bir açı ve azimutha göre kurulmak zorundalarki sinyali yakalayabilsinler. Neden yayında en ufak bir sinyal kaybı yada dalgalanma yaşanmıyor?
Çünkü yayınlar sabit kurulmuş antenler vasıtasıyla tamamen iyonosfer yansımalı yapılıyor. Bu nedenlede yayın ve sinyal kalitesinde hiçbir bozulma olmuyor. Eğer anlatıldığı gibi yukarıda bir uzay çöplüğü, uydu salatası ve uzay istasyonu olsaydı, her gece gökyüzünde bu cisimlerin şakır şakır parıldamalarını izlerdiniz. Gökyüzü cümbüşi bir hal alır ve muazzam bir şov olurdu, hemde her gece..... ama bu olmuyor. Uydular çarpışmıyor. Meteorlar uydulara zarar vermiyorlar. Radyasyon uyduları çürütüp yörüngelerini kaybetmelerine ve zincirleme bir kazaya neden olmalarına sebep vermiyor. Yukarıda hiç bir bok olmuyor, çünkü orada hiçbir şey yok. Sadece balonlar - hepsi bu.
Hazır dünya dediğimiz sonsuz yüzeyden bahsediyorken hayırseverlerin bu akıma nasıl yön verdiklerinede bakalım!
Flat Earth Society hayırseverlerin koyunlar için kurduğu bir organizasyondur. Bu sayede koyunlar dünya ister düz istersede yuvarlak olsun, yine bir kubbenin altında zihinsel olarak hapiste tutulmaya devam ederler. Bu organizasyona bir kaç tane ünlü ismi yerleştirmelerinin esas amacıda budur, koyunları popüler kişiler vasıtasıyla yörüngeye çekmek. Sloganları bile bu organizasyonun bir şakadan ibaret olduğunun göstergesi. Around the globe of flat earth..... kısaca bunlara Flattard Society diyelim. Çoğu düz dünyacı sadece seyrettiği youtube videolarına istinaden dünyayı düz kabul eder sonrada küre dünyacıların sorularını cevaplayamayarak mat edilir. Bu yine bilim ve dinin çatışması gibidir - hiçbir taraf haklı değil ancak aynı anda herbiri haklıdır.
Her ikisindede uzayın ortasındasınız ve gidecek başka bir yeriniz yok!
Koyunlar daima gördükleri ile cezbedilmiş ve kandırılmıştır. Hayırseverler ise koyunları daima görmek istedikleri ilüzyonlarla kandırmış ve kontrolü sağlamışlardır. Hayrıseverlerin siyah güneşi anlamaları varlık ve yokluk kavramanı idrak etmeleri ile gerçekleşti. Buna göre daima var olan yerini başka bir şeye bırakıyor ancak yok olmuyor. Var oluş ve yok oluşta tamamen bir ilüzyon ve zihinsel bir şartlanmadan ibaret. Vakum diye bir şey yok, daima olanın yerine geçen başka birşey var..... bazende anlayamadığımız birşey. Güneşin kaynağı bulunamadığı ve uzayında karanlık olması tek bir sonuca vardırıyordu, güneş ışık saçmayan karanlık bir şey olmalıydı. Bu karanlık ışık sadece kırılma yolu ile göze görünür olabiliyordu. Eğer ışık ışınları uzay içinde görünür olsaydı asla karanlık nedir bilemezdik. Karanlığı gündüze çeviren tek şey yoğunluk ve onun ışınları kırarak görünür hale getirmesi. Buna göre dışarda göremediğimiz ve esas kaynak olan karanlık yada gölgemsi cisimler olmalıydı.
Görebildiğiniz gibi oradalar. Uçaktan yapılan bir çekimde tutulan güneşin altında 3 tane daha cisim görünüyor. Tutulmadan sonra ise yine görünmez oluyorlar. Yukarıda gözle görünmeyen bir çok gölge cisim geziyor ve bizler onları sadece özel anlarda görebiliyoruz. Güneş tutulmasında yapılan yakın plan çekimde güneşin önünü kapatan o karanlık şeyin ay olmadığını bu sefer anladınız sanırım. Güneş ışınları bazen bu cisimlerden yansıyor, fakat kimse kafasını kaldırıp yukarı bakmadığı için bunu fark etmiyor. Güneşe dikkatli bakın, sadece bir yansımadan çok dünya dışı denebilecek bir şey o.
Gölge cisim bulutların arkasında belirginleşiyor.
Gölge cisim güneşin altından geçerken belirginleşiyor. Bu güneş teleskoplarının çekimine bağlı olarak bu cismin atmosferimiz dahilinde bulunduğunu anlayabiliyormusunuz? Güneş ışınları sadece atmosferde görünür olduklarından bu cismin üzerindeki yansımada ancak atmosfer tabakası altında iken mümkün olabilir. Bu cisimler aslında yeni bir fenomen değiller. Bunları eskidende görüyorlardı.
1554 Fransa - Salon de Provence fenomeni
Göksel fenomenler yeni bir şey değiller. Asırlardır yaşanan ve kayıda alınan binlerce ihbar mevcut. Her ne kadar günümüzde çoğunu meteorlarada benzetseler, bazıları tamamen insanların gördüklerini bire bir anlatımları ile durumun meteordan farklı olduğunu gösteriyor. İnsanlar eskidende gökten düşen kürelerden bahsediyorlardı..... tıpkı günümüzdeki gibi.
Bunlara uyduların yakıt tankı dediler ve herkes sakinleşti. Fakat uydunun gerisi nerede diye kimse araştırmadı ve olay kapandı. Uydu üretimi yapan firmaların çalışanları bu haber ortaya çıktığında neden hemen bir açıklama yapmadılarda günler sonra duruma bir açıklık getirildi? Çünkü düzmecenin hazırlanması için zaman gerekti. Tıpkı Kennedy nin 1965 te öldürülüp bunun film kaydının 1975 te yayınlanması gibi..... Var olmayan uyduların yakıt tankları demek??!
Sonrada ortaya böyle bir görüntü çıktı.
Krallar ve kraliçeler ellerinde bu kürelerle resmedildi. Biliyorum bunların dünya olduğunu ve küresel hegemonyayı temsil ettiğini söyleyeceksiniz..... tıpkı diğerleri gibi. Ancak kral ve kraliçelerin daima göksel lütuflarla tahta geçip güce sahip olmaya atandıklarını söylediklerini unutmayalım. Bu güç sembolü kürenin kendisi. Eğer göksel fenomenin sebebini yanınızda taşıyorsanız o gücü kontrol ediyorsunuz demektir, buda sizi "özel" yapar! Koyunlar size güçlerini ancak güce sahip olduğunuzu "gösterebilirseniz" verirler. Tıpkı Musanın yehovaya "Sana inanmam için bana kudretini göster" diyerek gücün kanıtını istemesi gibi.
Bu mistik küre ortaya çıktığında benzer bir sensazyon yaratmıştı. Araştırmalar içinin boş olduğunu gösterdi, fakat neden titreştiği yada kendi başına çeşitli yönlere hareket edebildiği çözülemedi.
Bu küreninde içi tıpkı diğer bulunanlar gibi boş.....
Gelelim tekrar siyah güneş olayına.... Naziler şunu anlamıştı herşey içten dışa ve dıştan içe doğru bir hareket içinde idi. Bunu toroid alanı denemelerinde gördüler. Bizler dünyaya gelmiyoruz, dünyanın kendisinden geliyoruz ve yine geri gidiyoruz. Tüm bu hareketler, yaşam döngüleri ve toroid mekanizması onlara siyah güneşin olması gereken yerin sırrını gösterdi.
Nazilerin Antarktikaya gittiği haberi yayıldı. Neu Schwabia ismini verdikleri üsse dikkatleri toplayıp tam tersine kuzeye gittiler. Denizaltılar güneydeki buzullarda bir işe yarayacakda değillerdi. Buzulları aşmanın tek yolu uçmaktı. Fakat Naziler yeni topraklara değil, kaynağa yani siyah güneşin tarafına gitmeye karar vermişlerdi. Kaynağa gidebilmenin tek yoluda kuzey kutbundan denizaltılarla mümkündü. Planları işe yaradı..... yola çıktıkları hiçbir denizaltı bir daha bulunamadı. Gölge boyutunu detaylandırıp kabuslar görmenize neden olmayacağım. Karanlık ışık hayatın gerçek kaynağı iken, ışık ölümün gerçek kaynağıdır. Her ikiside bir denge içinde hareket eder, hayat gelir ve gider.... nefes alır ve verirsiniz. Sular çekilir ve gelir. Gündüz geceye, gecede gündüze döner. Bu döngüyü deneyimlemenin tek yolu şuan burada olmaktan geçiyor. Burada zaman ve mekan içerisinde bulunurken bu dengeyi deneyimliyorsunuz. Yada bunu istemiyor ve kaynağa geri dönmek istiyorsunuz - çünkü buradada canınız sıkılmaya başladı. Şuan size Shambala biletini satacak ilk hayırseverin müşterisi olmaya hazır olanlarınız bile mevcut.
Işık kendi başına bir hıza sahip değildir.... biz ışığın bir hızının olduğunu söylüyor ve bu yolla zamanı ölçüyoruz. Işık yada fotonlar için başlangıç yada son diye birşey yok. Bir foton için doğum ve ölüm tam olarak aynı anda gerçekleşiyor. Işığa 300.000km/s etiketini koymamız her 300.000km başına 1 saniyelik alan yaratmamızı sağlıyor. Her varlığın uzay ve zaman algısı değişkendir buna görede uzay ve zaman üzerine matematiksel olarak bir "sabit"in kullanılması imkansızdır. Eğer ışık hızında hareket edersen ışığın aslında hareket etmediğini keşfedersin. Yani ışık 0 saniyede 0 metre katetmiştir. Buna bağlı olarakta ışık uzay-zaman içerisinde asla var olmamış demek olur. Işığın kendi açısından bakılırsa kendisi uzay-zaman ve kütlesel manada orada bulunmamaktadır. Işık sadece anlık bir fenomendir. Zihnimiz realitesini yaratıp gözlemleyebilmek için uzay-zaman iskeletini kullanır. Buna bağlı olarakta karanlık- mekanın olamayacağı ve zamanın işlemediği bir ortamdır...... yani AN'ın kendisidir. Bu AN ışığın kırılması ile sonsuz bir dağılım sergiler ve böylece hareket ve gözlem serüveni başlar. Hipnotize olur ve izlemeye devam edersiniz.... ve devam edersiniz..... ve devam edersiniz..... sonsuza kadar. İşte Nazilerin başardığı şeyde buydu.... kendilerini hipnozdan kurtardılar!
Tüm bu uzay maceralarında sizlere sunulan şey daha uzun yaşamanız, daha teknolojik olmanız yada yepyeni dünyalar keşfetmeniz üzerine kurulu bir kurgudan ibaret. Uzay bir vakum ortam değil. Orasıda tıpkı burası gibi herşey ile dolu. Ancak bizim yaşamamız için sadece burası uygun - orası değil. Uzayda tıpkı bir okyanus gibi olduğundan tüm uzay ajansları astronot denemelerini havuzlarda yada gözden uzak okyanus laboratuvarlarında yaparlar. Hepsi sadece kocaman bir şov ve sizde seyircisisiniz.
Gece baktığınızda gökyüzünde gördüğünüz o muhteşem uzay ve yıldızları. Parıl parıllar ve çok cezbediciler. Sanki davet edercesine "Hey, sen ne zaman buraya geliyorsun" dercesine orada duruyorlar. Sonrada birisi gelip ensenize koca bir şaplak yapıştırıyor ve " Salak yukarı bak, hemde dikkatlice bak" diye ağzında tükürükler saçarak tepeden aşağı fırçalıyor.
Işık kendi başına bir hıza sahip değildir.... biz ışığın bir hızının olduğunu söylüyor ve bu yolla zamanı ölçüyoruz. Işık yada fotonlar için başlangıç yada son diye birşey yok. Bir foton için doğum ve ölüm tam olarak aynı anda gerçekleşiyor. Işığa 300.000km/s etiketini koymamız her 300.000km başına 1 saniyelik alan yaratmamızı sağlıyor. Her varlığın uzay ve zaman algısı değişkendir buna görede uzay ve zaman üzerine matematiksel olarak bir "sabit"in kullanılması imkansızdır. Eğer ışık hızında hareket edersen ışığın aslında hareket etmediğini keşfedersin. Yani ışık 0 saniyede 0 metre katetmiştir. Buna bağlı olarakta ışık uzay-zaman içerisinde asla var olmamış demek olur. Işığın kendi açısından bakılırsa kendisi uzay-zaman ve kütlesel manada orada bulunmamaktadır. Işık sadece anlık bir fenomendir. Zihnimiz realitesini yaratıp gözlemleyebilmek için uzay-zaman iskeletini kullanır. Buna bağlı olarakta karanlık- mekanın olamayacağı ve zamanın işlemediği bir ortamdır...... yani AN'ın kendisidir. Bu AN ışığın kırılması ile sonsuz bir dağılım sergiler ve böylece hareket ve gözlem serüveni başlar. Hipnotize olur ve izlemeye devam edersiniz.... ve devam edersiniz..... ve devam edersiniz..... sonsuza kadar. İşte Nazilerin başardığı şeyde buydu.... kendilerini hipnozdan kurtardılar!
Tüm bu uzay maceralarında sizlere sunulan şey daha uzun yaşamanız, daha teknolojik olmanız yada yepyeni dünyalar keşfetmeniz üzerine kurulu bir kurgudan ibaret. Uzay bir vakum ortam değil. Orasıda tıpkı burası gibi herşey ile dolu. Ancak bizim yaşamamız için sadece burası uygun - orası değil. Uzayda tıpkı bir okyanus gibi olduğundan tüm uzay ajansları astronot denemelerini havuzlarda yada gözden uzak okyanus laboratuvarlarında yaparlar. Hepsi sadece kocaman bir şov ve sizde seyircisisiniz.
David Copperfield..... En iyi ilüzyonistlerden biri. Bende onun uçma şovunu şahsen seyrettim. Gerçekten uçtuğuna inanacak her türlü ilüzyonu kullanıyor ve seyredenler bir anda olsa onun gizli güçlere sahip olduğuna inanmak istiyor. Halkalardan geçiyor, cam kutuya giriyor ve tüm o "iple asılı" fikri yok oluyor. NASIL uçabiliyor gibi göründüğünü bilmediğiniz içinde sanki gerçekten uçuyor olduğuna inanmaya başlıyorsunuz. Taki bunu nasıl yaptığını anlayana kadar..... buuummmm ilüzyonun sırrı ortaya çıkıyor ve kralın çıplak olduğunu görüyorsunuz.
Arka planda kaybolan objeler ve su kabarcıkları.
Uzaydalar ve saçları hep dik, hareketsiz ve reflekssiz. Çünkü ne uzaydalar nede yerçekimsiz ortamda. Tüm bu şovu açığa çıkaracak en önemli etken saçların yerçekimsiz ortamda dalgalanması gerektiğidir. Bunu hiçbir şekilde, ne sanal gerçeklik nede artırılmış gerçeklik efektleriyle beceremediklerinden, saçlara sprey sıkıp dik şekilde durmalarını sağlıyorlar. Senelerdir bu hile böyle devam ediyor ve koyunlar bir türlü bu temel mantıksızlığı gözlerinin önünde durmalarına rağmen çözemiyorlar.
Saçlar yerçekiminin kendisine en düşük etki ettiği ortamda yani suda. Saç telleri sadece başın hareketine bağlı olarak dalgalanma yaşıyorlar. Aynı şeyin uzay istasyonunda izlenmesi gerekirdi ancak olmuyor. Herkesin saçı sanki hızlı bir düşüşteymiş gibi dik duruyor ve asla dalgalanmıyorlar.
Peki ya bunu nasıl açıklayacağız. Yıldızlar ve galaksiler. Büyüklü küçüklü, alabildiğine derin bir uzay bu.... bunu nasıl açıklayacağız? Vorb hızında delta bölgelerine gidip klingonlara kafa tutacaktık hani. Boşuna mı klingonca öğrendik? Vulkanlar ve spoka ne olacak? Hani bizi uzaya ilk çıkışımızda tebrik etmeye gelecek ve herkese evrende yalnız olmadığımızı kanıtlayacaktık. Venüslü amazonalar ve aldebaranlı dilberleri nasıl yatağa atacağız şimdi? Yani hepsi bir aldatmacamıydı? HEPSİ Mİ?
EVET HEPSİ...... Şimdiye kadar inandığın tüm uzay belgeselleri, galaksiler, gezegenler, yıldızlar, nebulalar, pulsarlar ve kara delikler...... hepsi yalan.
Sakin olmaya çalış.... düzeleceksin.... düzeleceksin.... bunu başaracaksın
Ondan kurtulman gerekiyor. Fakat burada "O" derken sence resimdeki neyi kastediyorum? Hayırseverler sizi gerçekten seviyor. Bu sizlerin iyiliği için yapılmıştı...... ve son birşey daha....
Gördüğün şey Ay'ın yüzeyi ve onun gökyüzüne yansıyan negatifi..
Sadece bu sonsuz yeryüzü ve onun atmosferi gerçek.
Heil Satan.......