21 Şubat 2019 Perşembe

BIR AFET MASALI

Merhaba sevgili morongiller,
Bugün son yazımı yayınlıyorum. Yazımı tekrar davet edildiğim hayırsever ailenin bana anlattığı masallar ve hikayelerden derledim. Anlamanızı istediğim şey bu yayınladıklarımın tamamen hayal ürünü uyduruk şeyler olduğunu idrak etmenizdir!!! Bunları belki birgün çocuklarınıza anlatacak imkanınız olur ve bir dahada bu bloga uğrama ihtiyacı duymazsınız. 


(Yorumlar sayfanın en altındaki "daha fazla göster" ile ortaya çıkıyor)
*******************************
Beni telefonla aradılar ve 2 gün sonra onları ziyaret etmem için beni evlerine davet ettiler. Bu sefer farklı bir yerdeki mekanı seçtiler, ki sanırım bunun gibi dünyanın her yerinde onlarca malikhaneleri mevcuttu. Aynı yerde 1 aydan fazla kalmıyor gibilerdi. Ertesi sabah telefonuma uçuş bilgilerimi yolladılar ve beni havaalanından alacak olan aracın plakasınıda yazmayı ihmal etmediler. 8 saatlik bir uçuştu ve first class uçuyordum, fakat hosteslerin bana karşı olan davranışından sanki uçakta tek uçan benmişim gibi hissettim - aşırı bir ilgi ve hizmet sergiliyorlardı ve sanki sürekli gözleri benim üzerimdeydi. Uçuş esnasında kaptan yolcuların arasından geçerken yanımda durdu ve bana "bizimle şimdi ve bu uçakta seyahat ediyor olmanızdan dolayı çok memnunuz" dedi - fakat sebebini anlamış değildim henüz..... neden bu kadar ilgi alaka gösteriliyordu?!

İniş yapıldı, uçak park yerine geldi ve kemer ışıkları söndü.... artık uçağı terk edebilirdik. Her zamanki gibi uçuş ekibi yolcuları uğurlamak için kapıda dizilmişti. Kaptanda oradaydı ve yanından geçerken bana elini uzattı ve el sıkışırken sol elini ellerimizin üzerine koydu - işte tam o anda yüzüğünü gördüm ve tüm o alakanın sebebini anladım, kaptan o ailenin bir ferdi idi ve o da beni kendi misafiri gibi ağırlamıştı. Uçaktan indiğimde beni karşılayacak araç hemen önümde duruyordu ve şoför bagajımı alıp beni araca bindirdikten sonra yola çıktık. Havaalanını terk edene kadar hiçbir güvenlik noktasında durdurulmamıştık ve bu hayli ilginçti. Gümrük kontrolü bile yapılmadı, yolda iken pasaportuma damga vurulmadığıda aklıma geldi. Fakat nedense tüm bunların hiçbir önemi yoktu, çünkü herşey zaten olması gerektiği gibi idi.

Malikhaneye giderken yaklaşık 5km boyunca yeşil bir alandan geçiyorduk ve etrafta bir tane bile ev yoktu. Yakınlarda ne bir kasaba nede bir köy vardı. Sadece yolun sonunda görülen kayadan tepenin üzerine dikilmiş olan koca bir malikhane vardı. Ana kapısı çok ilginçti. Kapı 4m boyunda ve 6m genişliğinde idi. İlk bakışta tek parça düz bir bakır kaplama duvara benziyordu, ancak açılmaya başladığında kapının 24 metal direk üzerine tarak gibi monte edilmiş bir sur duvarı olduğunu anladım. Tarak sistemi saat yönünde 45 derece açı ile dönüyor, ardındanda yer altına iniyordu ve oldukçada hızlı idi - 6 saniyede kapı açılmıştı bile. Yaklaşık 200m boyunca sarmaşıklardan yapılmış ve çiçeklerle rengarenk süslenmiş bir tünelin içinden geçtik ve sonunda malikhanenin kapısına geldik. Beni kapıda en genç olan oğulları karşıladı ve elimi sıkarken sol elini ellerimizin üzerine tıpkı kaptan kardeşi gibi koyup "gelmene çok sevindim" diyerek beni içeri davet etti.

Malikhanenin giriş holü muazzam bir sanat eseri gibiydi, belkide tüm bina müze gibi gezilebilirdi, çünkü heryeri antik mimari ve antik sanatı barındırıyordu. Böyle bir yerde yaşıyor olmak sadece konaklamak sayılamazdı, resmen tarih ve geçmişin izleri ile iç içe yaşıyor ve sürekli olarak herşeyi hatırlatmak istercesine kendini izleten motiflere bakıyordunuz. Bunları kim nasıl yapmıştı ve neden bu kadar ayrıntıyı özenle yapmıştı?.... Durumu fark eden genç oğul bana rölyeflerde kullanılan sembollerin birer anahtar olduğunu ve bu anahtarların bilgisi ile tüm duvarların birer kitap gibi okunabildiğini söyledi. Tüm tarihleri ve soy bilgileri bu rölyeflerde barınıyordu ve sadece onlar bunları okumayı biliyordu. Konuyu daha fazla derinleştirmeden bana yolu işaret ederek salona doğru eşlik etti. İçeri girdiğimizde Baba, 6 oğlu ve 2 kızı onun etrafında oturmuş sohbet etmekteydiler. Hepsi bir anda ayağa kalkıp bana "Hoşgeldin Enki" deyip başlarını öne eğip selamlayarak yerlerine geri oturdular. Benim için bir sandalye yoktu ve ayakta kalmıştım. Herkes tıpkı geçen seferki gibi Babanın karşısında yay şeklinde bir formasyonda oturuyordu. Baba koltuğunun önündeki minderi işaret ederek beni oraya oturmaya davet etti. Yerde oturma fikri garipte gelmiş olsa sonuçta bir misafir olarak babanın dediği şekilde mindere doğru geldim ve benden bağdaş kurarak dik pozisyonda oturmamı rica etti. Mindere oturduktan sonra bana yolculuğumun nasıl geçtiğini ve kendimi nasıl hissettiğimi sordu. Yolculuğun çok rahat geçtiğini ama nedense şuan içimde bir şeyin sanki göğsümden çıkmak istercesine bir panik halinde olduğunu söyledim. Ne hissediyorsam onu söylüyordum çünkü zaten bunu biliyorlardı. Baba bana tebessümle baktı ve ellerini yanaklarımdan çenemin altına kaydırıp başımı onun gözlerine doğru bakacak şekilde yukarı kaldırdı ve gözlerime bakmaya başladı. Gözlerimi kırpmadan gözlerine bakıyordum ve bir an beynimin arka kısmında birşeyin sızlamaya başladığını hissetmeye başladım, tam o an Baba bana "artık sende görebileceksin" dedi ve tekrar koltuğuna yaslanıp "sevgili Enki, bugün seni tekrar çağırmış olmamızın nedenini tabiki bilmiyorsun ancak seni bugün bir hediye ile onurlandırmak istiyorum" dedi ve devam etti.... "Eskilerin bir sözü vardır..... zihnin bilmediğini gözler göremez!"..... tam o anda sanki beynimde bir şimşek çaktı ve gözlerime bakarken ne yaptığını anladım. Zihnime göreceğim şeylerin öngörüsünü yerleştirmişti, yani henüz ne olduklarını bilmiyordum ancak gördüğüm zaman anlayacaktım.

Baba ayağı kalkıp herkesi dışarıda çay içmeye davet etti ve bizde hep beraber onu takip ettik. Malikhanenin arka bahçesinde muazzam güzellikteki çiçeklerle donatılmış bir çardağa doğru gidiyorduk ve etrafta koşuşturan tavşan, ördek, gelincik ve köpekler vardı.... hepsi huzurun birer simgesi gibi oynuyor yada hoplayıp zıplıyordu. Beraberce çardaktaki yerlerimizi aldık. Baba beni yanına oturttu, bir eli sağ omuzumda duruyordu ve "bugün sana kendi topraklarımızda yetişen bitkilerden harmanlayıp yaptığımız çaydan ikram etmemize ne dersin?" dedi ve "evet tabiki olur" demekten başka bir seçeneğim yoktu. Baba çayın servis edilmesini rica etti ve bu arada bana "Enki, ne hissediyorsun" diye sordu.... dışarıdasın, havayı soluyorsun, kokuları alıyorsun, rüzgar tenine sürtüyor ve hepsi sana birşey söylüyor.... sence sana ne söylüyorlar diye sordu. O anda zihnimde bir ses bana çığlık gibi "Dikkat et!!!" diyordu ve bir an için ne hisettiğime odaklandım. Birşey vardı, açıklayamadığım yada anlam veremediğim birşey. Bu şeyi açıklayamıyordum çünkü hoş birşey değildi, rahatsız edici birşey, beni bir nevi huzursuz kılıyordu ve sanki sürekli ondan kaçıyordum. Tüm bu zihinsel çatışmam esnasında babanın eli halen sağ omuzumda duruyordu ve bir an sakinleştirme maksatlı elini sağa sola kaydırarak dikkatimi gözlerine vermemi istedi. İşte orada Enki.... sen ve o.... ondan uzaklaşamıyorsun, her ne yaparsan yap onu kendine daha çok yakınlaştırıyorsun ve ondan kaçamayacak olman seni rahatsız ediyor. Bunu sende biliyorsun ve aslında dönüp ona bakmak istiyorsun ama birşey seni bundan alıkoyuyor. Bu düşünce ile şimdilik biraz başbaşa kal.... Şimdi lütfen çaylarımızı içelim bu anın bize sunduğu huzurun keyfini çıkaralım. 

Çaydan aldığım ilk yudumdan sonra sanki bir an için herşey ile olan bağlantımı hissetmiştim... herkes ve herşeyle olan bağlantımı..... ve o anda korkumun yersizliğini idrak ettim..... ve bıraktım. Muazzam bir hafiflik hissi ile doluydum ve sanki enerji ile kaynıyordum ve baba fincanını masaya koyup bana "sana gönderdiğim kitapları nasıl buldun?" diye sordu. Hepsini defalarca okuyup akabinde birçok yeni şey keşfetmiştim ve onlar sayesinde biyoloji, astronomi, fizik ve geçmiş hakkında kafamda bulunan bir çok soruyu aydınlatmıştım. Tüm bu bilgiler için çok müteşekkirdim. Ancak halen kafamda bazı cevaplanmamış sorular mevcuttu ve Baba bunları zaten biliyordu. Baba "Enki bir gezintiye ne dersin?" diyerek beni bahçeye davet etti ayakkabılarını çıkararak çimlerde yürümeye başlarken benide aynı şeyi yapmaya davet etti. Beraber yalın ayak çimlerde yürüyorduk. "Enki, kara veba zamanında dünyada ne kadar insan yaşıyordu tahmin edebilirmisin?" diye sordu. Tüm ansiklopedik bilgilere göre yaklaşık 350-400 milyon civarı idi dedim. Baba önce tebessüm etti ve bana dönüp "O zaman dünyada 6.2 milyar civarı insan yaşıyordu" dedi. Kara veba sadece bir örtbas isim idi, gerçek sebebi gizlemek için uydurulan bir neden. Çünkü bu gerçek, bizim medeniyet kavramımızı kökünden değiştirebilecek bir olayı barındırıyor. Hangi antik kitabı okursan oku, dikkat edersen hep aynı şeylerin farklı versiyonlarını okuyorsun. Versiyon farklılığı sana aynı dönemdeki farklı kültürlerin gördüklerine kendi anlama yetileri ile verdikleri isimler ve benzetmelerin bir harmanı olarak görünüyor. Kimisi 3000 sene önce, kimisi 2000 sene önce yazılmış ve yinede birbirinin aynısı ancak farklı insanların elinden yazılmış bilgiler ve hikayeler serisi gibi okunuyor. Büyük tufan ile ilgili birçok antik kaynaktan bilgiler ediniyorsun, çoğu birbirini anımsatıyor ve bu yüzden günümüze yakın olan bu hikaye, efsane yada mitler antik olanlardan kopya edildiklerini düşündürüyor...... Ne dediğimi takip edebiliyormusun?? Evet tabi, lütfen devam edin. 

Eğer basit bir matematiksel denklem kullanırsan insanların ortalamada her 50 senede nüfuslarını ikiye katladıklarını görürsün. Başlangıçta 100 sene sonlara doğru ise 25-30 sene civarıdır. Bu matematik ile yaklaşık 7 milyar insanın oluşma süreci ise 300-350 yıl kadardır. Bunu biz kendi tarihi tutanaklarımızdanda biliyoruz. Yani nüfusun karmaşık yapılanması, savaşlar, açlık, pandemi vs gibi şeyler yüzünden bu matematiğin böyle uygulanamayacağını söyleyenler elbette var, ancak biz bu düzenin şahitleri ve kayıtçıları olarak neyin ne olduğunu biliyoruz..... Tarihçiler buldukları kayıtları binlerce yıl olarak etiketlerken aradaki birkaç asırlık farkı görmezden gelerek buldukları benzer bilgileri aynı kaynağa bağlamayı ve daha yeni görüneni eskinin bir kopyası olarak tanımlamayı daha kolay buluyorlar. Ancak gözlerinden kaçan bu küçük farkta bizim işimize gelen bir faktör. Insanlar bu kıyamet hikayeleri ile büyüyor, harmanlanıyor ve ona hazırlanıyorlar - bunu zaten kendinde biliyorsun. Fakat akademisyenlerin onlara öğretilen bilgiler doğrultusunda edindikleri bulgular daima bin, onbin yada milyonlarca yıldan ibaret olunca kimse kıyamet gibi bir olayın gerçekliğine bakmıyor oluyor..... ve zamanla, geçmiş tamamen bir rüzgar esintisi gibi gelip geçiyor. Eski hikayeler birer efsane ve mit oluverip önemlerini kaybetmeye başlıyorlar. Insanlar üzerinde uygulanan sistemler artık onları yukarı bakıp görmeleri gerekeni göremeyecek hale getiriyor. Şuan ekranda seyrettikleri herşey sadece birer görüntüden ibaret ve hiçbirisi bunlarla ilgili soru bile sormuyor..... sorsalar dahi bekledikleri cevabı alamıyorlar yada kendi hemcinslerinin saldırısına uğrayıp susturuluyorlar. Insanlar hergün kelimelerle hipnotize ediliyorlar ve onları yönetenler bile bunu fark edemiyor. Ama sen ve senin gibiler - siz farkındasınız.... siz biliyorsunuz. Birşeylerin doğru olmadığını, birşeylerin samanaltı edildiğini ve birşeylerin gelmekte olduğunun farkındasınız..... sadece tam olarak ne olduğunu çözebilmiş değilsiniz.... değil mi? İşte bugün sana bunun hakkında biraz daha bilgi vermek istiyorum ve seni buraya davet etmemin esas sebebide anlayacağın gibi bu.

Veba salgınından sonra geçilen bir mimari dönem var ve burada mimari açıdan birçok bina ya restore edilerek yeni şeklini aldı yada yeniden inşa edilerek eski halinden eser kalmadı. Veba salgını yada savaş bu binalara hasar veren şey değildi..... başka birşey, yani bilmen gereken şey idi. Fakat öncelikle kafanı karıştırmamak için konuyu biraz genişletmem gerekecek. Etrafına baktığın zaman görebildiğin tek bir şey var oda hayat. Herşey canlı ve herşey büyüyor. Bu büyümeye genişlemede denebilir, ki bunun izlerini dünyanın yüzeyindede görebiliyorsun. Bizler etrafımızdaki diğer herşey gibi yaşayan bir organizmanın parçasıyız ve şuan o organizmanın beyninde yaşıyoruz, tam olarak söylemek gerekirse - sayısız sinir uçlarından bir tanesinin üzerindeyiz. Mikro ve Makronun aynılığını sende görebiliyorsun. Görebildiğin herşey, daha büyük birşeyin parçasından ibaret. Aynı şekilde herşey daha küçük parçaların birleşiminde ibaret. As above so below. Dünyada kullanılan sanat eserlerinin çoğu insanların gördüklerinin bir dışavurumudur. Bu mimaridede aynı izleri taşır. Eğer bugün Aziz Petrus Bazilikasının ve benzerlerinin kubbesine bakarsan birşey dikkatini çeker! Hepsi aynı mimari ve görsel dışavuruma sahip. Bunları takiben gotik denilen mimaride özellikle tavanlarda bir başka görsel benzerliği sergiler. Hepsi insanların gördüklerinin birer dışavurumudur! 


Şimdi..... kara veba salgını dediğimiz dönemde aslında insanları yok eden şey bir hastalık değildi. O tarihte dünya döngüsel plazma akımına maaruz kalmış ve dünyanın büyük bir alanı yanmış ve şehirler yıkılmıştı. Bu döngüsel plazma akımı sonunda, güneş ışınları yere değil göğe vurduğu için insanlar gökyüzünde ne olduğunu görmüşlerdi ve bu gördüklerinide olduğu gibi mimaride sergilediler. Kubbenin ortasındaki delikte ay durur ancak bu olay anında ışık yansıtmaz. Güneş ise sadece dış kaynaklı ışınların atmosfer altında tıpkı bir büyüteçteki gibi toplanarak oluşturduğu merkez noktadır. 
Atmosfer altında toplanan güneş ışığının kaynağı MWC922. Piramit fikrinin nerden ve nasıl geldiğini anlamanız için.....

Plazma akımı sırasında tüm bu dengeler bozulduğundan dünyayı plazma kaynaklı gökten yağan bir ısı dalgası yakar, seller, depremler ve akabinde tsunami dalgaları süpürüp geçer. Geriye bir balçık yığını kalır ve onu takip eden paskalya döneminde ise herşey yeniden yeşerip canlılar ortaya çıkmaya başlar. 
 

Bu olaydan sonra insanlar sadece hayatta kalmak için çabalarlar ve çoğunlukla iletmek istedikleri mesajı gelecek jenerasyonlar anlayamazlar. Bu sayede bu döngüyü takip etmeleri ve tekrar edeceği zamanı tahmin etmeleri imkansızlaşır. Mağaralarda bulunan resimler bu tip afetlerden kurtulanların bıraktıkları mesajlarla doludur, ancak "modern" insan bunları anlamaktan acizdir. Mağaralardaki el izleri hayatta kalanların tekrar dışarı çıkmadan evvel bıraktıkları bir uyarıdır. 




































  


Bu döngüsel afet sırasında insanların kurtulabilecekleri yegane mekanlardan biri mağaralar idi. Günümüz insanları "mağara insanları" yalanına inanıyor, çünkü zihinlerinin bilmediği ile gördüklerine başka bir anlam veremiyorlar. Daima aynı şey yaşanıyor.... dünya temizleniyor, insanlar tekrar üremeye başlıyor, çoğalıyor ve etrafa dağılıyorlar. Ardından döngünün sonuna doğru tekrar hatırlatma işlemi başlıyor. Hayatta kalanların sadece 10 da 2 si yaşamaya devam edebiliyor.... diğerleri açlık, susuzluk yada hastalıktan kırılıyor. Doğa güçlüleri koruyup zayıfları yok ediyor ve yine, ve yine, ve yine..... sonsuza dek! Bu döngü bu dünyanın bir parçası ve bundan kurtuluş yok. Diğer dünyalarda bu döngü çok daha kısa sürelerde gerçekleşiyor ve buda oralarda gelişmeye izin vermiyor. Gotik mimari diğer dünyaları yani hemen yanı başımızda olanları sergiler. Güneş ışınları ters yöne ışıdığında yukarıda ve etrafımızda ne olduğunu rahatlıkla görürüz. Sana bunları anlatmamın sebebi seninde bu manzarayı gördüğünde neyi gördüğünü bilerek sonraki nesillere doğru ve net bir şekilde iletebilmen. Enki bu çok önemli!!! Ne gördüğünü, ne yaşadığını ve olayların nasıl gerçekleştiğini gelecek nesillerin anlayacağı şekilde iletebilmelisin, yoksa döngüler git gide daha kısa süreçlerde gerçekleşmeye başlayacaklar ve sonunda komple yok olacağız. Senin gibilerde senden önce aynı şeyi yapmayı denedi ancak günümüzde ne kadar başarılı olduklarını sende görebiliyorsun. Bu sefer bunu başarmamız gerekiyor, sen ve diğerleri ile birlikte, bir aile olarak!


Tüm uzaya roket fırlatma denemeleri sadece bir amaca hizmet ediyor!!! Kubbenin tepesindeki delikten kaçabilmek. Çünkü sadece o anda kaçma imkanı mevcut, yani kubbenin basınç dolayısı ile aşırı yüklenip içerideki basıncı dışarı salmak için açılmaya başladığı anda! Dünyanın elektromanyetik alanını hiçbir güç ile geçemezsin, sadece basınç salınımı sırasında oluşan enerji akımına kapılarak şansını deneyebilirsin. Yukarı gönderilen şey eğer denizaltı gemisini andırmıyorsa - bilki hiçbiryere gitmiyor. Diğerleri sürekli buradan kaçmak istiyor ancak sonrasında ne yapacakları konusunda en ufak bir fikre bile sahip değiller. Burada kalmış olmayı dileyecekler ancak bunun bir önemi olmayacak.

Başlayacağı zaman gökyüzündeki işareti göreceksin! O andan itibaren kimi yanına alacağına iyi karar ver, çünkü arkana bakmadan gideceksin! Şehri terk et ve mümkün olduğu kadar uzaklaş. Şehirler yanacak ve yıkılacak. Topraktan uzak dur. Toprak balçık olacak ve herşeyi içine çekecek. 

Deniz kenarından uzak dur. Dalgalar ve deprem sonrası tsunamiler herşeyi ezip geçecek. Ormandan uzak dur. Ormanlar kül olacak. Metal içeren herşeyden uzak dur ve yanında ve üzerine hiçbir metal cisim olmasın. Plazma metale yönelecek ve dokunduğunu kül edecek, kimi balçığa bulananlar ise plazma akımına maaruz kaldığında taş olacak. 

Kulaklarını koru. Plazma fırtınası ve şimşekler her yeri vuracak ve gürültü dayanılmaz olacak. Yüzeyin şekli değişecek. Sakallarını uzat. Seni tehlikeye karşı uyaracak. Ağzını ve burnunu iyi ört, nefes almak zor olacak. Kendini yere sabitle ve sakın metal kullanma... sıkı sıkı bağlı olmalısın yoksa basınç salınımında ve polarite değişiminde diğerleri gibi göğe çekilirsin. 

Yukarı çekilirsen ölürsün. Tam 7 gün dayanmalısın ve en önemlisi "sakin olmalısın" - yoksa hata yaparsın..... ve hata yaparsan ne olacağını biliyorsun. 7 gün sonra ise sadece hayatta kalmaya devam etmelisin. Artık gece olmayacak. Ay olmayacak. Mevsimler olmayacak. Tropik iklimi yaşayacaksın. Heryerde cesetler olacak. Gökten düşmüş olanlar, hortumlarla fırlatılmış olanlar, dalgalarla sürülmüş olanlar..... çeşit çeşit korkunç durumda cesetler göreceksin ve buna hazır olmalısın! Dikkatli ol, ilk 6 ay tehlikeli olacak. Hayatta kalanlar su ve yiyecek arayacak ve bulamayanlar yaşayan ne bulurlarsa onu yiyecekler, bunu anlıyorsun değil mi!!!!? Kimseye yardım etmeyeceksin.... kimseye!!! Bırak herşey yerini bulsun, doğanın işine karışma. Zayıfların yeni dünyaya bir faydası olmayacak. Bunu aklından sakın çıkarma.... acırsan acınacak duruma düşersin ve bunu söylerken bahsettiğim konuda çok ciddiyim. 6 aydan sonra yine meyveler ve sebzeler olgunlaşmış olacak ve artık huzur başlayacak. Herkese yetecek kadar yiyecek olacak, hatta fazlası. Artık etrafta ceset kokusu ve hastalık olmayacak. işte bu andan itibaren altın çağa yine girmiş olacağız. Unutma, bu sadece 1 asır kadar sürecek. Daha uzun sürmesi senin gibilerin elinde. Bu yüzden sizlere bu öğretileri sunuyoruz, sizin iyiliğiniz için, öncekilerin hatalarından öğrenip tekrarlamamanız için. 

Şimdi çay içerken konuştuğumuz o içindeki rahatsızlığın ne olduğuna gelelim... onun ne olduğunu zaten biliyorsun ancak ben bunu sana yinede söyleyeceğim.... onları kaybetmekten korkuyorsun, yani kendine yakın gördüğün, sevdiğin, değer verdiğin herkesi! Değil mi? Baba beni okumuştu ve o an gözlerim aşağı kaydı, "evet" dedim, tam olarak bu. Beni rahatsız eden şey işte bu ve bununla yaşayıp hepsinin sonunu görmek ve ardındanda yaşamaya devam etmek zorundayım. 

Enki, çok iyi biliyorsunki ne kadar uğraşsanda onlara yardım edemeyeceksin, çünkü onların tercihi ve akabindede kaderleri bu yolda yazılı. Engellemeye çalışmak seni sadece onların yoluna itecek ve bunu gayet iyi biliyorsun. Yapabileceğin tek şey onları bırakmak ve bu gerçeği benimsemek..... hepsi bu. Sana söylediklerimi yayınlayacaksın, okusunlar isteyeceksin, yalnız yazdıkların arasına neleri eklememen gerektiğini sanırım zaten biliyorsun.

Dinle.... insanlar yollarını kaybettikleri zaman iyiliğe yönelirler ama bu sadece kendilerni kandırmaktır. İyilik yapma fikri güvensizlikten dolayı kısa süre sonra kaybolur ve yerini ahlaki değerler alır. Ahlak kaybolduğu zaman, ortaya inancı çıkarırlar ve ayinleri ile inançlarını pekiştirirler.... ardındanda içlerinde kargaşa başlar ve bunu takiben vatanperverlik doğar. Bu bizim asırlardır gözlemlediğimiz bir durum ve halen değişmiş değil. Sence şuanki durum nasıl? Dikkat ettiysen şuanki tüm medya sadece bu olay için insanları programlıyor. Yazılarla.... yokoluş (extinction), evrim (evolution), doğuş (birth), gündoğumu (dawn), hayatta kalma (survive)..... Filmlerle ve özel efektleri ile.... hepsi aynı şeye bağlı. Tek farkı insanların bu olayları, amerikanın, rusyanın yada çinin var olmayan hava manipülasyon teknolojilerine, doğrusal enerji silahlarına, uzay üslerine, ay üslerine, uydu lazer teknolojilerine, halüsinayson silahlarına yada uzaylı istilasına bağlayacak olmaları. Asla gerçekte ne olduğunu anlamayacaklar. Anlamalarıda gerekmiyor zaten. Önemli olan senin gibilerin bilmesi ve onu temiz ve ne ise o şeklinde iletmesi. 

Enki biliyorum, yardımcı olmak istiyorsun. Hemde çok istiyorsun...... bilki senden öncekilerde aynısını istiyordu, emin ol. Kendin, onlara ne olduğunu defalarca okudun ve senin bahsettiğin yardımın neden faydasız kalacağını anlıyorsunda, fakat içindeki bağ seni bıraktırmıyor değil mi? Eğer o bağa sahip olmasaydın, şuan zaten burada bizimle oturuyor olmayacaktın - unutma lütfen! O bağ seni insan yapan şey ve onun kaynağını biliyorsun. Onu kaybedersen herşeyi kaybedersin. Bu akşam yemeğe bir misafiri daha davet ettim, kendisi son afetten kurtulanların torunudur ve sanırım sana anlatacak çok şeyi vardır. Hadi gel, halen herşey için zamanımız var, bu olay yakında olacak ama hemen yarın değil. Kendin zaten fark edeceksin, merak etme geç kalmayacaksın. Şimdi lütfen kendini evinde gibi hisset ve biraz dinlen, yarın sana oğullarımın anlatacakları şeylerde olacak.

Ertesi gün oğulları bana büyük bir masa üzerindeki haritada yol haritasını gösterdiler. Nerelere gidebileceğim, nerelerden uzak durmam gerektiği ve 7 gün sonrasında hangi bölgeye doğru yola çıkmam konusunda bilgi verdiler. Yanıma almam ve almamam gerekenleri bir bir anlatıp nasıl ve ne zaman kullanmam gerektiğini izah ettiler. Herşeyin planlandığı gibi gitmesi için oldukça çaba sarfediyorlardı ve bende her söylediklerini dikkatlice dinliyordum. 7 gün sonrasında yüzeyin eskisi ile hiçbir benzerlik taşımayacağını ve şehir bildiğim yerlerin düzlükler yada kaya yığınlarından ibaret olacaklarını anlattılar. Bu bölgelere en az 6 ay gidilmemesi gerektiğini ve orada hayatta kalmış olanların vahşi olacaklarını söylediler. Ardından bir tabakta ahtapot ayağı getirip üzerine bir sıvı damlatıp koklamamı istediler. Enki bu kokuyu çok iyi ezberle ve bu kokuyu duyduğun yerden hemen uzaklaş! Dikkatli ol, kokunun geldiği yönünün tam tersine gitmelisin ve oradan uzaklaşmalısın, yoksa bir daha geri dönemezsin dediler. Büyük deprem sırasında gerçekleşen zemin sıvılaşmasının yukarıdakileri aşağı çekip, aşağıdakileride yukarı itecek olduğunu ve bu yüzden daha önce hiç görmediğim yada duymadığım canlıların ortaya çıkacağını anlattılar. Çoğu gece canlısı olduğundan gündüz bir tehlike teşkil etmiyorlar ancak gündüz gölge alanlarda barınabildiklerinden oraları kullanmamam gerektiğini anlattılar..... daima ışık altında olmalıydım. Artık etrafta korucular, askerler yada polis olmayacak.... kendi başının çaresine bakmak zorundasın. Vahşi hayvanlar seni mutlaka bulacak, bu yüzden evin sağlam olmalı ve dışarıda mümkün olduğunca tek başına gezmemelisin, daima arkanı kollayacak birisi olmalı. Evinin etrafına bu tohumları ek, bu bitkilerin kokusu seninkini kapatır. Evinin 100 adım çevresine bu tohumları ek. Bu bitkiler can yakar ve yabancıları yada vahşi hayvanları uzak tutar. Ev sadece seni uyurken korumak için gerekli, pencere yada kapısı haricinde içine geçilebilecek bir girişi olmamalı.... bu çok önemli..... evde yemek pişirmeyeceksin bu nedenle bacasıda olmayacak. Bulduğun herşeyi çiğ yemelisin! Eti pişirmek için sadece bir yol var oda tandır metodu, ki bunu ancak paskalyadan sonra yapmaya başlayabilirsin. Su ihtiyacını gidermenin en kolay yolu çiğ yemektir. Yakaladığın avından geriye birşey bırakmamalısın! Yemeyeceğin organlarını toprağa derin gömmelisin ve o alanı kokudan arındırmalısın. Kimse yada hiçbirşey izini takip edememeli. Metal gereçlerini olay öncesinde elektriğe karşı izole edip senden uzak bir yere gömmelisin, şansın olursa dışarı çıktığında onlara ulaşırsın, fakat kesinlikle saklandığın yerde olmamalılar. Kullanacağın halatta kesinlikle metal izi olmamalı! Metal hepinizin çarpılması demektir! Manyetik polarite değiştiği için güneş artık doğudan batıya hareket ediyor olacak ve ışığı göğe doğru vuruyor olacak. Artık nerede ve neyin içinde yaşıyor olduğunu görebileceksin. Gökyüzü kırmızımsı olacak ve bir süre geceyi göremeyeceksin. Bu dönemde hepiniz adapte olana kadar zorluk ve biraz acı çekeceksiniz. Ancak adaptasyon süreci 2 haftadan uzun sürmeyecek. Pusulanın kuzey yazan ucu artık güneyi gösteriyor olacak, ona göre yönünü ararken yeni düzeneğe göre düşünmelisin - herşey tam tersi olacak.

Yanına aldığın kadın artık ay görünmediğinden acılar çekecek. Ortama adapte olana kadar bu 1-2 ay sürebilir. Taki yeniden geceler geri dönüp ay ortaya çıkana kadar sakin olacak fakat eskisi gibi olmayacak. O senin eskiden bildiğin kadın olmayacak - bunu sakın aklında çıkarma ve onu bu yüzden suçlama.... bu kadının doğası, senin değil unutma! Vahşi ve saldırgan olacak ama senden korkacak, eğer gerekeni yapıp senden korkmasını ve çekinmesini sağlamazsan seni öldürebilir. Daha önce hiç bilmediği ve bu hayatında yaşamamış olduğu şeyleri hatırlayacak ve bu hayatta kalmanıza yardımcı olacak. Uzun saçları ona toprağın enerjisini ve sesini algılatacak. Tüm bunlar, yani yeni olan herşey, hissettiği, duyduğu yada kokladığı herşey onun için yeni olacak ve adapte olma süreci hepiniz için sancılı olacak. Adaptasyonu gerçekleştiğinde bunu anlayacaksın, merak etme. Ancak o andan itibaren o artık yeni bir kadın olacak ve eskisini unutman gerekecek - eskisi asla geri gelmeyecek. Sakın geçmişle bağlı kalma, o anda sahip olduğunla devam etmek zorundasın ve sahip olduklarını oldukları gibi benimsemelisin, yoksa kendini kaybedersin. Sana tüm bunları anlatmamızın nedeni seni bilinmezlik korkularından arındırmak ve gördüklerini anlayarak korku ile kaplanıp kendini kaybetmene mani olmaktır. Sen hedefini kaybedersen seninle beraber herkes kaybeder. Yanına aldığın kadının yaşı 35 in üzerinde olmamalı, yoksa sana gerekli miktarda çocuk doğuramaz. 35 yaş üstünde olan bir kadın sana sadece yük olur. Geçeceğin süreçte ortama uyum sağlarken önceki yaşadıklarını unutmaya başlayacaksın, ki biz bunun olmaması için sana bu kolyeyi veriyoruz. Bu kolyenin halkaları ve madalyonunda daima hatırlaman gereken bilgiler olacak ve onlara her baktığında hafızan yeniden canlanacak. Bu madalyon sana kendin gibiler ile karşılaşman durumunda yardımcı olacak. Birbirinize zarar vermemeniz gerektiğini bileceksiniz. Ya birleşecek yada kendi yollarınıza gideceksiniz. Ancak yalnız olmadığınızı bileceksiniz. Kolyeyi kaybetmen durumuna karşı, aynısını eşine ve oğlunada takmalısın. Bu kolye boynunda iken bu iki taşı birbirine sürtersen çıkan sesi yine o kolyeden takanlar duyar ve yerini bulurlar. Unutma, bağırmak ve yüksek sesle konuşmak yok!!! Kaleni kurana kadar bunlara dikkat etmelisin. Kalen senin güç merkezin olacak ve güce odaklı olanlar ona gelecekler. Sadece sabırlı ol!

Sevgili Enki, bu senenin sonuna doğru sana bir paket göndereceğiz. İçinde kaleni kurduktan sonra yapman ve oluşturman gereken şeylerin bir listesi ve şeması olacak. Her ihtimale karşı kaybettiklerini tekrar bulabilmen ve devam edebilmen için bir başka mekanın yol haritasıda olacak. Haritayı ezberlemen gerekecek, çünkü işaretli yer şimdi zannettiğin yerde olmayacak. Kaleni kurduktan sonra ve yeni dünyadaki ilk bebeğinin doğmasının ardından seni ziyarete geleceğiz. Şuanki görünümümüzden biraz farklı olacağız ancak bizi bu yüzükten tanıyacaksın. Sana, eşine ve çocuklarına bazı hediyeler vereceğiz. Ardından ilerisi için bilmen gerekenleri anlatıp yeni aletlerini nasıl oluşturacağını göstereceğiz. Ondan sonrası ise tamamen senin elinde olacak. Eğer sonucu çok büyük bir hataya sürükleyecek bir karar vermen gerekirse Baba sana kararında yardımcı olmak için yanında olacak. Ancak şunu anlaman gerek.... bizler sana ve hayatına karışmayacağız, bu bizim kodeksimize aykırı. Eğer hayati bir konu olursada ancak tavsiyemizi sunarız ve kararı vermek yine sana kalır. Kendi başına olacaksın ve ona göre yaşayacaksın. Yeni dünyadaki ilk bebeğin 2 yaşını doldurduğunda artık cennette yaşıyor olacaksınız. Fakat o zamana kadar bazı acılar çekilmesinin kaçınılmaz olduğunu sanırım zaten şimdiye kadar anladın. Sakinliğini ve sabrını korumaya çok ama çok gayret etmelisin... bu senin burada kendine karşı olan en büyük imtihanın olacak.....

Enki artık biraz dinlenmelisin. Şimdi sana odana kadar eşlik edecekler, yorgun olmalısın bence biraz uyumalısın. Uyandığında akşam yemeğinde tekrar beraber oturup aklındaki sorulara cevaplar veririz.
*********************************
Yeni yılınız kutlu olsun!!!

Bu anıt hatırlamanız için!
1. Maintain humanity under 500,000,000 in perpetual balance with nature.
2. Guide reproduction wisely – improving fitness and diversity.
3. Unite humanity with a living new language.
4. Rule passion – faith – tradition – and all things with tempered reason.
5. Protect people and nations with fair laws and just courts.
6. Let all nations rule internally resolving external disputes in a world court.
7. Avoid petty laws and useless officials.
8. Balance personal rights with social duties.
9. Prize truth – beauty – love – seeking harmony with the infinite.
10. Be not a cancer on the earth – Leave room for nature – Leave room for nature.